Mehmet Tevfik Temiztürk 2: Hayatı, Biyog ...

21898

ŞİİR


24

TAKİPÇİ

MEHMET TEVFİK TEMİZTÜRK 2 HAYATI

ŞAİRİN ÖZ GEÇMİŞİ
18 Temmuz 1964 Kırşehir Mucur’da doğdum. Emekli Havacı Astsubay Osman Temiztürk’ün oğluyum. Fahri Çaldağ İlkokulu, Balgat Ortaokulu İzmir Buca Lisesi’ni okudum. İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesini bitirdim. Şu anda KONYA Meram Kozağaç ESOB Özel Eğitim Uygulama Merkezinde öğretmenlik yapmaktayım.

ŞİİR YAZMAKTA AMACIM

Şiir yazmakta amacım gerek milli ve gerekse manevi değerlerimizle bir yerleri yaşatmak, bir yerleri hatırlatıp istenilen şuura ulaşmak. İçten gelen samimi ve iyi duygularımı hakka uygun bir şekilde düzenleyip elde ettiğim verileri şiirleştirme yoluna gitmek.

ŞİİRLERİM, GÜNLÜKLERİM GİBİ
1974’lerden beri şiir yazmaktayım. İlk zamanlar müsvedde kâğıtlara yazıp da düzenlemeden kaldırdığım şiirlerim artık düzenlenemez hâle gelmişlerdi. Çok sayıda şiir yazan bir kişi olduğumdan müsveddelerimi biriktirmek ve düzenleyemeden atmak zorunda kalıyordum. Bu yüzden de birkaç sebep gereğiyle birinci dönem şiirlerimin sayısı 1974–1984 yılları arasında sadece 1 adet kalmıştır.
Değerler Eğitimi henüz anılmazken bile biz değerlerimizle ilgili yüzlerce şiir yazmıştık. Gerek yaşantımızla gerekse şiirlerimizle ahlaksızlığa, namussuzluğa veya kötü örnek oluşturacak kavramlara sebep de oluşturmadık. Kötü kimselerle samimi de olsak onları hiçbir şekilde anmadık ve desteklemedik. Bazı örnekler oldu ki değerlerimize zarar gelmesin diye o örneklerle ilgili şiirler de yazmadık. Ismarlama şekilde yazdığımız şiirler de oldu ki onları da unutma ile yetindik.

ŞİİRLERİMİN KONUSU VE ŞİİR YAZMA SEBEBİM
Şiirlerimin konusu dini düşünce ve kanaatlerimden, şahsıma vermiş olduğum tavsiyelerden ve bu tavsiyeler doğrultusunda kendi kendini terbiye etme metodunu uygulama yolu olsa gerek. Kendi nefsimi terbiyeyi esas alırken etrafımdaki olayları gözlemliyor toplum için ibret kapıyordum. Tespit ettiğim ibretler şiir başlıklarını oluşturuyor ve hafızama kaydediliyordu. Kayıt aldığım başlıktan şahsım için ibret varsa bunları dizeler halinde şiirleştirme yoluna gitmekle hem aydınlanıyor hem de aydınlatıyordum. Bu düşüncelerimi şiirleştirme metodu ile paylaşma yoluna gitmem hem şiirlerimin zamanla okunup anlaşılabileceğini umarak teselli buluyor hem de sevgi saygı içerisindeki duygularımı, milli manevi değerlerimizle karılma sonrasında şahsıma ve insanlığa hakkı tavsiye etmiş oluyordum. Hakkı tavsiye etmekle de insanlığın Rabbimizi dinlemesine ve hakkı yaşama yoluyla birbirimize ve tabiattaki can sahiplerine daha merhametli olmasına zemin hazırlıyordum. Biz bu hususlar için şiir yazıyorduk.
İlhamımı da insanlar arası ilişkilerden, toplumsal gerçeklerden ve elde ettiğim davranış verilerinden özellikle bilime duyduğum meraktan ve bu hususta yaşadığım tecrübelerimden aldım.
Bazen şiirlerimde tevazudan olsa şahsımı aşağılamaya varan sözlere de rastlanıyordu. Şiirlerim tamamıyla okunduğunda ve anlaşıldığında o dizelerin nefsime söylenmiş sözler olduğu tespit edilecektir.
Geçmişteki şiirlerimin içinde isyan gibi kavramlar da vardı. Şahsım bu şiirleri 1989 yılının son günlerinde tamamen ayıkladı ve attı. Ardından da milli ve manevi değer taşıyan şiirlere yöneldi. Fikir verme şeklinde didaktik şiirlere yönelerek şiir anlayışını değiştirdi. Hiçbir zaman edep ahlâk dışı kavramların savunucusu olmadı. İslam dışı hayat yaşamadığı için davranışlarımız daima İslami olmuştur.

ŞİİR SAYILARIMI SINIFLANDIRDIĞIMDA
1. DÖNEM ŞİİRLERİM
1974 – 1989, 16 YILDA 57 ŞİİR
Şiir yazmaya 1971 yılında başladım. O zamanlar şiirlerimi kutu kartonlarına kurşun kalemle yazmaktaydım. Dolabım ve kâğıtlarım olmadığından onları saklayamıyordum. Dolap çekmecelerinin alt bölümlerinde müsveddeler içinde muhafaza edilemiyordu. 1974 tarihli Hayvanat Bahçesi, adlı şiir ilk çocukluk şiirim 1984’e kadar 10 yıllık bir zamanda tek şiir olarak kalmıştır. Bu dönemde yazmış olduğum şiirlerim Mucur’da Ankara otobüsünü beklediğimiz sıralarda dua defterlerim, posta pullarım, tarihi paralarım, harçlıklarım Ülker teyzem tarafından tandıra atılmış ve yakılmıştı.
1974 - 1989’a yakın zamanlarda yazdığım şiirlerimi ise çoğunluğunu karamsar içerik taşıdığından bile bile kendi elimle imha etmiştim. Bunun bir sebebi ise liseyi bitirdiğimde ilk üç yıl üniversiteyi kazanamadığımdan bir meyhanede çırak olarak çalışmaktı. Sabah 10.00’dan gece 12.30’a kadar da bol bol aralıksız arabesk müzik dinliyorduk. Bu müziklerin içinde alkol içmeye yönlendiren öğeler vardı. Arabesk tarzında çok sayıda ölçülü karamsar aşk şiirlerim de vardı. İşte bu şiirlerimiz eksilince 16 yıla ait toplam 57 adet şiirim kalmıştı. Bu dönem şiirlerime 1. Dönem Şiirlerim (Eski Dönem Şiirlerim), adını verdim.
Bu dönemin son yıllarında yani 1988 – 1989 yılları içerisinde kitap benzeri müsvedde çalışmalara başlayacaktım. Öğrenci yurtlarında yakın arkadaşlarım tarafından meşhur olursun, ünlü olursun, laflarıyla dolduruşa getirilip herkes derslerine çalışıp okul bitirirken biz 32 – 48 sayfalık, özel baskılı kitap çalışmalarına başlayacaktım. Hiçbiri de kitap sayılmayacaktı.
Eski dönem şiirlerimden elimizde kalanlar Selâm Çiçek Kökleri, Köpek ve Koyun, Ant İçenler, Bana da Güldü Kader, Sıradaki Hoşçakal, Gülmek Nasip Olmadı, Gelmez Eski Günler, Mehmet Tevfik’in Ceketi, Çizgi vs. Bu dönem şiirlerimde dinî şiire hiç rastlanmamaktadır.
Bu şiirleri anmaktaki amacım 1988’lerde çıkarmış olduğum mavi kaplı SELÂM ÇİÇEK KÖKLERİ adlı ilk müsvedde kitap çalışmamın hatırası amacıyladır. Bu kitap çalışmalarımızın ilki fakültemde çok sevilmişti. İçerisinde 43 şiir bulunan 1088 adetlik mavi kaplı kitabım 2.000 liradan, şu anki paraya göre 4 lira gibi ücretle hocalarım ve öğrenci arkadaşlarım tarafından satın alınmıştı. Belki öğrencilik yıllarındaki sefilliğime üzüldükleri için kitabımı satın almış olabilirdi. Diğer kısmını da aileme göndermiştim.
İlk kitap çalışmamdan olumlu eleştiriler almama rağmen şiir tarzımın değişmesine çevrem üzülecekti. Olumsuz eleştiriler almama rağmen ISNB’siz ve kontrolsüz kitap çalışmalarım bir süre daha sürecekti. Eski şiirlerim, anılarım ya da çevremde geçen olayların etkisiyle ruhumdan gelen ilham ve senaryoların karışımı ve sanal aşk olaylarından meydana geliyordu. Daha sonraları ise konuları günlük olaylar ve toplumsal gerçeklerden, bilim ve teknolojiden etkilenen şiirler yazacaktım. Aşk gibi konuları işlerken âşık olamadığımdan olsa Rab aşkını işleyecektim. Bu dönemlerde Rab aşkını ortaya koymamama rağmen aşk şiirlerim incelendiğinde bunun bir insan aşkı olmadığını bildirenler olacaktı. “Ali Tüfekçi” isimli okul arkadaşım Mehmet Tevfik’in şiirlerindeki “aşk” insana ait olamaz, demişti.

2. DÖNEM ŞİİRLERİM
DİNİ ŞİİRLER
1990 – 2010, 21 YILDA 6859 ŞİİR
Bu dönem içerisinde Mehmet Akif’in ve Necip Fazıl’ın şiirlerinden yararlandım. Fakat şiir tarzım tamamen farklıdır. Biz, didaktik şiirler yazmaktayız. Şiirlerim 7 +7 =14 hecelik çift dizelerden oluşmaktadır. Yine de satır atlamamama, boşluk bırakmama rağmen gelecekteki tek kitap projemin kalınlığı metreleri çoktan geçmiş olacaktı.
31 Aralık 1989’da “Yalnızım” adlı “Eski Dönem Şiirlerimin” son şiirinin ardından Nurullah adlı yurt arkadaşımla tanışmıştım. Şahsına dönüp de tek hamlede “Nurullah’a” adlı ilk dini şiirimi gülümseyerek 31 Aralık gecesi 1989’da yazmıştım. Şiiri hatırlatayım.

NURULLAH’A
Dostum NURULLÂH!
Dilimden düşmez ALLÂH (c. c.)!
Etkiledin beni VALLÂH!
Lâ ilâhe İLLÂLLÂH!
MUHAMMED (s. a. v.) RESÛLULLÂH!

(İlk Dini Şiirim: 1989)

Şiir anlayışım da o günden sonra değişeceğini hiç bilemezdim. Ölçü, kafiye işi derken içten gelen samimi şiirlerimiz yok olacak, ruhtan gelen şiirlerimin yerine didaktik şiirler geçecekti. Zamanla da bu şiirlerin bir kısmı ayıklanacak israf gelişecekti.

ÜNÜVERSİTEYE KÖTÜ BAŞLANGIÇ
1989’da fakülteyi bitirmem gerekiyorken maddi manevi sıkıntılar yüzünden üniversite bitmiyor yurt süremizse doluyordu. EDİRNE KAPI ÖĞRENCİ YURDU hakkım da tükenince sıkıntılı yıllar geçirecektik. Ertesi yıl ortalarında %1 kontenjandan yurt tekrar çıkıncaya kadar sokaklarda yersiz, yurtsuz, parasız kalacaktık. Herkes 5 yıl da fakülte bitirirken biz yurtta 6. yılımızı da dolduracaktık. 6 yıl da çarçabuk geçecek, okul 10 yıla kadar uzayacaktı. Tatilde eve dönmek de istemediğimiz için sokaklarda terminallerde, otogarlarda yatıp vakit geçirecektik, ara sıra evler de tutacaktık ama içinde kalmanın yaşamanın zorluğu altında ezilecektik.
Beyoğlu’nda Simitçi Sokak’ta tek odalı tahta ahşap 3. katta bir oda tutacaktık. Bitpazarından yatak, kilim, tüp, kap kacak, süpürge, boş teneke, battaniye vs. satın alıp kısa zaman için lüzumsuz masraflar yapacaktık. Yeme içmemiz için evden gönderilen paraya kaliteli mallar alamazdık. Derdimizi de açamazdık şunlar bunlar lazım diye. Ardından da satın aldıklarımızla verdiğimiz depoziti alamayarak evi terk edecektik. Tuttuğumuz ev ahşaptı sallanıyordu. Tahta duvarlarından soğuk giriyor yere koyduğumuz ekmek beş dakikada farelerce yenilip bitiriliyordu. Yerde yattığım zaman da fareler yalın ayaklarıyla zıp zıp diyerekten yüzüme basıp geçiyorlardı. Tuvalet ortak kullanılıyordu, yıkanamıyorduk da. Hem yıkanırsak da döktüğümüz sular ta alt katlara kadar dökülüyordu. Bu dört katlı ahşap evin merdiven basamaklarından dönerek çıkılıyordu. Merdiven boşlukları da sürekli zifiri karanlık haldeydi. Evin sigorta taşı bile meçhul kişiler tarafından çıkarılıp alınıyordu. Ya ev yanmasın diye ya da başka bilmediğimiz sebeplerden. Hem binanın merdiven basamakları kırıktı hem de kendi katıma çıkarken kapı önlerine geldiğimizde süpürge, kürek, ayakkabı gibi gereçlere basıp düşebiliyorduk. Ev aslında terk edilmiş 3–4 katlı bir viraneydi. Biz ise evi akşam vakti karanlık bir ortamda tutmak zorunda kalmıştık. Öğrenci olsam bile ev ve yurt sorunum yüzünden derslerime katılamıyordum. Kış gelmek üzereydi.
Emlakçı 50.000 de depozito alıp evi 30.000 liraya kiralamıştı. 3 aylık da peşin almıştı. Usul öyleydi. Kalmayacağımı mı hesap etmişti de kiralar ve depozit elimizde kalsın diye. Ev sahibi bile duruma üzülmüştü, 7.500 demiştim 30.000’e vermiş diye. Verdiğimiz depozitleri kira parasını da alamadan ilk haftada evden çıkmıştık. Biz istesek de ne depoziti ne de kalan kirayı veremeyiz diyorlardı. Yeme içme için gönderilen paralarımız eksilmişti.
Yine ev aramaya başladık. Daha iyi vaziyette başka bir eve geçtik. Beyoğlu’nda Simitçi Sokağı’ndaki bu ev ise bodrum kattaydı, penceresi çöplerle doldurulmuş yani gömülmüştü. Yukarıdan atılan her ne pis şey varsa odamın penceresinin arkasında birikmişti. Saçlar sakallar uzamış hâlde bitlenmiştik. Ev yine oturulamaz hâlde olunca çok fazla kalamayacaktık, paramız olmasa da sonradan o evden de depozitleri ve verdiğimiz peşin aylıkları alamadan çıkacaktık.
O zamanlarda üniversite sınavlarımda bol miktarda sınava girmedi ya da sıfır almamın bir sebebi okulumdan bir saatlik mesafelerde ev aramamız, yurt süremizin dolmuş olmasından dolayı yurtlardan çıkarılmış olmamızdı. Tanıdıklarım olmayınca yol gösterenimiz de olmayacaktı. Başvurduğumuz özel yurtlarsa bizi yine de almayacaklardı. Devlet Yurdu hakkımız dolmuş özel yurtlarsa hem dolu idi hem de bizden değilsin kim yollamış bu adamı denilerek kovulacaktık. Üniversite öğrencisi de olsak gözlerine giremeyecektik. Ne tanıdığımız ne de kefil olacak birisi vardı. İstanbul gibi bir yerde sadece boş boş dolaşıyorduk.
Üç beş yerden burs alan arkadaşlarımız varken biz hiçbir yerden burs da almıyorduk. Belki babamız astsubay diye. Belki de bürokrasiyi bilediğimizdendi. Oysa 2 kardeşim tıp okuyordu biz de veterinerlik. Uzamış bakımsız sakallarımız, uzun dağınık pis saçlarımız yüzünden meczup zannediliyorduk. Apaçık yüzümüze meczup diyenler, polis diyenler sen mitsin diyenler vardı. Biz suç işlememiştik, derbederliğimiz sokaklarda kalmış olmamızdandı. Bu anılarımı ne eve ne de çevreme anlatabilirdim. Sadece şiirleştirebiliyorduk. Üniversite yıllarındaki bu anılarımızı şiirlerimize yansıttıysak da çok sonradan o şiirlerimizi tek şiir bırakmadan imha edecektik. Yani o dönemin o konularına ait tek bir şiirim bile kalmayacaktı… Sonraki zamanlarda Bitlis’e götürdüğümüz çok sayıda imha ettiğimiz şiir zarflarının içinde de bu şiirlerimizden vardı. Şu anki 1.000.000 dize şiirlerimin içerisinde o dönemin şiirleri yoktu.

DERS NOTLARIMIZ SIFIRDI, SINAVA GİRMEDİ GELİYORDU
Okula devamsızlıklarım vardı sınava girmedi alıyorduk. Hâl ve hareketlerimiz yüz güldürücü değildi buna da pek alınmıyorduk. Alınması gerekenler varsa üç beş yerden burs alıp da karınları tok hâlde itibarlı bir şekilde yemek davetlerini kaçırmayanlar, akşamları zenginlerin evlerine yemek yemeye giderlerken bizleri davet etmeyenlerdi. Ardından da gizli bir şekilde etütlerde sabahlayarak sınavlarını geçenlerdi. 100 geldi deyip de hava basanlardı.
Okulu aksatmadan para kazanmam lazımdı. Okul olduğu için iş, hem sürekli olmamalıydı hem de bu işlere ara sıra gitmekle kâr geliştirmeli idik. Film ajanslarına üye olmuştuk, hâliyle de film bürolarına hem borçlanmıştık hem de elde ne varsa imzalarımız alındı diye borç ödüyorduk. Film setlerinde tanıştığımız kimselerden bazıları hiç ödeme bir şey olmaz, seni kimseye şikâyet edemezler, derseler de biz, mafya bizi bulur diye korkumuzdan borçlarımızı ödüyorduk. Sadece “…aştepe Filme” 35.000 lira borçlanmıştık. Bu ajanstan birisi vicdana geldiğinden olsa “Evlat bizde film falan yok, sen en iyisi hiç boşa uğrayıp da zaman harcama. Biz senin paranı haksız yere aldık ve yedik, bari yol parasını harcama, okuluna dön demişti. Buraları da sürekli vaziyette arayıp gelme!” demişti. Arap Celal de bize platosunda filmde rol beklerken nasihatler vermişti. Biz kimseyi ciddiye almıyorduk. Demek ki kötü yola düşenler de böyle düşebiliyordu. Film işlerini bırakmış olsam hem bitpazarlarından ayakkabı, takım elbise almamıza gerek kalmayacak hem de derslerimizi geçecektik. Bazı ajanslar da sabah erkenden geleceksin, film çıkabilir, diyordu. İşin en acı tarafı da buydu. İş, hem güncel tutuluyor hem de sabah erkenden gel, film çekimi var denilerek kahvecilere çay parası vermemiz sağlanıyordu. Beddua etmiyorduk çünkü daha büyük zarara uğrayanlar oluyordu. Kızların durumları daha kötüydü. Polise gidemediklerinden kötü yollara düşenlere rastlıyorduk. Biz sadece paramızı kaptırmış, ümitli şekilde oyalanmaktaydık. “Rasim Bey yarın bana göre bir film işi var mı?” Diyordum. Film işi çıktığında da hem ilk üç filmimizin parası onların oluyordu hem de para alamıyorduk. Borçlarınızı ödeyin, filmde oynatalım gibi laflar da söyleniyordu. Para aldığımız filmler oldu ama hiçbirisi para ödediğimiz ajanslardan değildi. Zamanla tanıştığımız ya da denk geldiğimiz kişilerden dolayıydı. 38 film var, diyebiliriz. Kimisinde belliyiz, kimisinde pek belli değiliz. Bazıları Ateşten Günler, Belene Adası, Kurt Dereli Mehmet Pehlivan, Kantodan Tangoya, Bizi Güldürenler, Şaban Pabucu Yarım, Ada… Âşık Oldum (1. Saat 27. Dakikanın 30. Dakika 30. Saniyesine kadar), Vurmayın(12. Dakikanın 27. Saniyesinden 52. Saniyeye kadar). Emanet, Sevgiler Düşlerde Kaldı(40. Dakikanın 40.saniyesinden 41. Dakikanın 19. Saniyesine kadar kapıda jandarma rolü), Perili Köşk(Öğrenci rolü), Kaçak, Sokak Çocuğu, Karartma Geceleri(11. Dakika 55. Saniyesinde)... Üç beş de taverna filmi, iki fotoromanla reklam filmlerine de çıkmıştık. Çok sonrasında 2 adet de Konya ilinde hatır sebebiyle film işimiz oldu. Birincisi kısa film yarışması sebebiyle, diğeri de belgesel niteliğinde.

DERBEDER HAYAT DEVAM EDECEK DİĞER YURTTAN DA KOVULACAKTIK
Okul vakti içinde terminallerde sabahladığımız günler olacaktı. Emanet bölümünde yatıp kalmama da izin vereceklerdi. Artık ev arasak da cebimizdeki para yeterli değildi. Kötü düşünceli insanların tuzağına düşmek üzereydik.
Mevlanakapı’da tutmuş olduğumuz bir ev nedeniyle başımız belaya girmek üzereyken polisler tarafından kurtarılmıştık. 100.000 lira gibi de paramız iade edilmişti. Polis arkadaşlar tavsiye ettikleri bir otelde ücretsiz kalmam için yardımcı oldular, yol gösterdiler. Ücret verme, dediler, istersen biz sana iş de bulabiliriz, dediler. Öğrenci yurtlarında kalmam lazım, deyince vesile oldular. Otel sahibi ise ancak gece 12 gibi yer gösterebilirim odana geçersin deyince ben yine de paralarını ödedim ve istediğim vakitte odama çıktım. Çok yerdeki yurtlarda boş kontenjanlar mevcutken şahsımıza yer yok denilirken devrede polisler olunca yurdun birisinde boş yerler bulundu. Üstelik de yurdun yarısı boştu.
Polislerin yol göstermesiyle ve şahsımın ısrarlı para ödeme kaydıyla İskender Paşa’daki Siirt Öğrenci Yurdu’na yerleştim. Aileden para istemiştim, yıllık ücret ve depoziti peşin almışlardı. Yıl ortasında çıkarsan ücret iade edilmez, diyorlardı. Peşin ücret ödediğimizden akşam yemekleri de yurttandı. Çay, akşamları çıkıyordu. Siirtli öğrenci arkadaşlarımızın ucuza kaldıkları özel bir yurttu.
Evden üç ayda bir para gelmekteydi. Akşam vakitlerinde alt kata iniyorduk, televizyon vardı ama çok sayıda sigara içiliyordu. 10 kişilik odalarımız da o şekildeydi, sigara içenlerimiz çoktu. Yurt hem çok soğuktu hem de yurdun içerisi temiz değildi. Kaloriferler yanmıyordu. Aralık ayındaydık çok üşüyorduk. Üst kattaki etüt dondurucu şekilde soğuktu. Derslerime bu yurtta çalışacak ve geçmeye başlayacaktım. Anatomiyi, histolojiyi 4. kere almış, diğer dersleri ise 3. kere almış hâldeyken derslerimi geçiyordum. Dedim ne film işi ne de şiir işi tüm dersler geçilecek.
Yurtta bol bol slogan atan arkadaşlarımız vardı, şahsıma laf vuruluyordu, bizden de nasihatler ve ters tepkiler gelince şahsımın yurttan çıkmasını, rahat edemeyeceklerini, bizden çekindiklerini, korktuklarını belirtiyorlardı. Bunlar üç beş kişiydi ve öğrencilerdendi. Bizi istihbarattan zannediyorlardı. Bir insan bu kadar sefil ve perişan olamaz, sen mutlaka polissin, diyorlardı. Polis değilim, dedikçe de bize hiç güvenemeyeceklerini defalarca belirtiyorlardı. Doğrusu da apar topar polislerce dışarıdan getirilmiş birisiydik. Neşeli vaziyette sürekli konuşuyor olmamız, herkesle geçinmemiz sıkıntı oluşturuyordu. Bu hareketlerimiz tehlikeli zannediliyordu. Şahsıma güvenmeleri için her olumlu tavrı gösteriyordum. Her şeyden memnundum. Sığıntı gibi de olsak tüm olumsuzluklara rağmen yurttan çıkmaya da hiç niyetimiz yoktu. Yıllık yemek ve yatak ücretlerini peşin ödemiştik çıkarsak aileme ne diyebilirdim.
Vaziyetimiz herkes gibi değildi. Yurt hakkımızı tamamlamıştık, şahsımızı pek alamayacaklardı. Boykot edilsek dahi bu buz gibi soğuk yurtta bir süre kalmam gerekebilirdi… Çevre, dersen zaten şahsım için şimdilik imkân olmayacak bir şeydi. Esprili yüz şeklimiz her şekilde iyi niyetli olmamız, ters tepki oluşturuyor mescide dahi girse sorunlar çıkarıyordu. Yine de içten gelme şekilde herkese saygılıydım, tüm kurallara uyuyordum. Çay işinde, yemeklerde ayrım yapılıyordu, fareler yemek tencerelerinin içinde geziniyordu. Fakülte hiç bitmeyecek gibiydi.
Yurtta çok kimsenin bulunmadığı bir sırada Yakup adlı arkadaş ansızın bu yurdu hemen terk edeceksin, diyerek üzerime yürüdü ve apaçık linç edilmiştik, dövülmüştük. Ortada ne müdür vardı, ne de bize yardım edecek birisi ne de bizi seven Ahmet arkadaşım.
Dövmüşlerdi. Bahaneleri de hiç girmediğim bir alandaki leğen içerisindeki yıkanmış çamaşırların tarafımdan temiz betona dökülmesiydi. Dökmediğimiz ve oraya girmediğimiz biliniyordu. Hem biz, hiç yıkanmış durulanmış çamaşırları yere döker miydik? Hiçbir zaman böyle yanlışlığı düşünen kimse değildik. Aksine bize çamaşır yıka, deseler bile tüm çamaşırları yıkar ve asardık bile. Ardından odamıza gelip yurdu hemen terk etmemi belirtirlerken adını hiç bilmediğim bir arkadaş bizi kurtardı. Arkadaş ameliyatlı, dedi ve kalabalığı durdurup bizi dövmelerini engelledi. Samimi arkadaşım da her nedense o gün yurtta yoktu. Onu bir yerde bizden uzaklaştırma yolu ile oyalamış olabilirlerdi. O çocuk hep bizimle birlikte iken o gün yakınımda yoktu. Yurttan çıktığımda o da benimle yurttan çıkacak ve şahsımın yanında üç yıl kadar kalacaktı. Şahsıma bir saat kadar süre tanındı. Yurdu terk etmek gerekiyordu. Eşyalarımı parçalayacaklarını söylediler. Eşyalarımı yurda koyabilirken etütten bir yerlere gizleyebilir iken bunları düşünemedim, kimseye emanet dahi edemedik. Kitaplarım çok değerliydi. İçlerindeki Anatomi atlasımız çok yüksek paraya alınmıştı. Yakılsa ne yapabilirdik. Bir yıllık yemek ve oda parasını peşin ödesek de çıkmaya karar verdim. Tam yakınımızda polis karakolu da olsa kimseye bir şey demeden toparlamakla yetindik. Taksiye binmeyeceğimden tekerli bavulumuzun olmamasıyla Topkapı’ya kadar ilerledim. Kış mevsiminin Aralık ayında, sınav haftasında İstanbul’dan Kayseri’ye bilet aldım ve denildiği gibi yola koyuldum.
Üç ağır valizle, okul dönemi içinde, evsiz, barksız, dostsuz, parasız vaziyetle İstanbul’u terk etmek üzere Kayseri otobüsüne binmiş, ailemizin yanına dönüyorduk. Kayseri’ye varıp terminale indiğimde servis var mı, demeyi de akıl edemedim. Hiç kimse de servis var, servisle Talas durağına gel, demedi. Kış günü, Aralık ayında sınav haftasında, ince giysiler ve karlar içinde sabahın beşinde yayan yürüyerek Talas durağına yakın yerlere valizlerimle bir saatte geldim. Eve geldiğimde sıkıntılarımı hiçbir şekilde anlatmadım. Evvelden dediğimiz gibi de bu hususta elimizde tek bir şiirimiz de mevcut değildir.

KAYSERİ’DE EVDEYDİM
Kayseri’de annem ve babam halimimizi ve durumumuzu yüzümüzün anlamışlardı. Bize ses de etmemişlerdi. Şahsıma garanti verircesine İstanbul’a tekrar dön, bir şey olmayacak, dediler. Nereye nasıl dö-nebilirdim diye düşünürken de sen hiç korkma, istersen burada bir hafta kadar kal, sonra İstanbul’a ve yurduna tekrar dön, dediler. Biz, arkandan sana dua edeceğiz, hiçbir sorun gerçekleşmeyecek, dediler. İşin içinde hiçbir şey yok diye şahsımızı ikna ettiler.
Kardeşim Yılmaz’a imrendim; kaloriferli evde annemin, babamın yanında kapıcılı asansörlü lüks bir dairede, dört odalı bir evde, özel odasının içerisinde, masası, yatağı, ince açık mavi eşofmanlarıyla çay demleyip babamla sohbet etmekteydi. Erciyes Tıp Fakültesi uzak da sayılmazdı. Otobüsle beş dakika, yürüyerek on beş dakika sürmekteydi. Babam ise şahsıma demişti. Oğlum seni sokakta bu şekilde görsem valla hiç tanıyamazdım. Kardeşime imrendiğimizi hiç belli etmedim. O da farklı dertler taşıyordu. Hiç mutlu değildi. Demek ki insan için vaziyet her ne olursa olsun huzursuzluk hâkim olan bir şeydi. Fakültesinin dibinde tıp okusa dahi Talas’tan Erciyes Tıp arası beş dakika da olsa işin değerini bilemiyor gibiydi. Anneme babama ağır laflar söylüyor bile bile zulüm ediyordu. Hiç bir şeyi de beğenmiyordu. Demek ki insan olma fıtratı iki uçlu bir hâldeydi. Ya yukarılara çıkılacak ya da aşağılara inilecekti. 35 yıl kadar sonra bugün 21 Ekim 2025’te ulaşabileceğim o kaloriferli güzel ev rüyalarımın da eviydi. Ulaşacağım o güzel sokak, o güzel şehir Mars gezegeni kadar uzakta ulaşılmaz yerlerdendi. Şimdilik 1990’dan 2025’e kadar 35 yıl süre hiç istemesek de soğuk ortamlarda kalacak, tehditler içerisinde itilip kakılarak çevreden gelen sıkıntılarımızla yaşayacaktık. Yine de Rabbimize şükredecektik.
O, kaloriferli evde biz bulunsak o çok sevdiğimiz annemiz, babamız yanımızda olsa derslerden 50–60 almaz mıydık? Alamasak da 45 alıp geçmemiz zor olmayabilirdi diye düşünsem de yine de şahsım buna dâhil insan türü ve şahsım bencil idi. Nankörlük yapabilirdi. Hem çayımızı demleyen olsa, kahvaltılarımızı hazırlayanımız olsa belki şair de olamazdık. Gerçi henüz şair sayılmazdık, tanınma ihtimalimiz de yoktu ama hâl vaziyet öyle görünüyordu. Seviyemiz hak ettiğimiz bu idi diyeceğim ama Rabbe ağır olmasın diye söyleyemiyorum.
Tüm bunları da düşünsek duygulu birisi idik... Çocukluğumuzdan beri 1982 yıllarına kadar annemizin dizinin dibinden ayrılmamış iken kendimizi İstanbul’da buluyor, sıkıntılar yaşıyorduk. Üstelik cebimizde tek kuruş olmadan ömrümüzde hiç kimseden borç almamış bir kişi olarak canımız çekse bile istediğimizi tadamadan tek başına yaşamakla. Çevre bizi farklı melediğimizden olsa daima hep itecekti hiç içine almayacaktı. Belki de bencillik edip daha kötü durumlara da düşebilirdik. Biz, insandık.
Ailemizin verdiği teselliler sebebiyle Siirt Öğrenci Yurdu’na dönmeye karar verdim. Kalacak yer de olmayınca okuldan geri kalmamak için Yakup T. adlı arkadaştan hiç korkmadan İstanbul’a gitmeye karar verdim.
Anladığım kadarıyla ailemiz yurt müdürüne telefon etmiş olmalı ki Bedri Bey, anneme garanti vermiş. “Yurttan çıkmış sayılmaz, çocuğun yurt hakkı var, parasını ödemiş olduğundan Haziran’a kadar kala-bilir, hem ona hiç kimse zarar veremeyecek vs. vs. Biz, varız, çocuğu gönder, her şey kontrol altında kimse laf dahi edemeyecek,” gibi sözler ederek şahsımın gelmesini istemişler. Annemin verdiği net garantili sözler üzerine valizlerimi derhal aldım ve Kayseri’den İstanbul’a, Siirt Öğrenci Yurdu’na gitmek üzere yola çıktım. Kimseye bir şey yapmamıştık, kendimizden emindik. Talas otobüsüyle Kayseri il merkezine geldim.
El çantamı unuttuğumun farkına vardım. Ağır valizlerle tekrar Talas otobüsüne bindim, Talas’ta indim, televizyonun üzerindeki el çantasını alıp Talas otobüsüyle il merkezine indim. Oradan terminale, terminalden de İstanbul İskender Paşa’ya yurda girdim. Odama geçip yerleştim.

TEKRAR SİİRT ÖĞRENCİ YURDU’NDAYDIM
Yurttaki yerim boşaltılamazdı, yıllık para ödemiştik. Devlet yurdu hakkım da tükenince mecburen dayak yiyip de kovulduğumuz yerdeydik. Müdür Bedri Bey bizi odasına çağırdı. Yakup seni dövmeyecek, sana kimse dokunmayacak, dedi. Annemin konuştuğunu söyledi. Onların aileleri ile görüştük, hem Yakup’u yurttan alacaklar, dedi. Şahsıma üzülenler olmuştu, özür dileyenler vardı. Kızgın kişilerse ses edemiyorlardı. Dediler, senin yurtta kalmanı istemeyen Yakup T. senin suçsuz olduğunu biliyor. Sana karşı hiçbir şey yapmayacak bundan emin ol dediler. Aşağıya indiğim sıralarda televizyonlu salon ortamına varır varmaz Yakup T. soluyarak nefes nefese yanıma hızla geldi, gözleri dönmüş vaziyette yarı yere bakarak ağzından tükürükler çıkartarak derhal çık ve yurdu terk et! Dedi. Üzerime yürüdü. Bu sefer arkadaşlar tekrar araya girdi. Garanti vermelerine rağmen kargaşa patlak vermişti. İçlerinden birisi aramıza duvar olup şahsıma sen şimdilik yandaki kahveye git, birazdan gelirsin, dedi. Çıktık, 20 dakikalığına kahveye gittik, ayakkabıları ve cüzdanı da almamıştık, kış günüydü, önümüze çay geldi, para almadılar. Sonra döndük, Yakup T. Yine ikna edilmişti hiç bir şey yapmayacaktı. Yakup T. Hukuk Fakültesi okuyor da olsa tıbben rahatsızdı. Şahsı için ağzımızdan ne bir laf çıkmıştı, ne de evveli ve sonrasında şahsı için herhangi bir yanlış yapılmıştı. Diyelim ki dediği gibi yıkanmış çamaşırlarını leğeni ile birlikte banyo zeminine dökmüş olalım. Ya verdiği zarar? İstediği kadar dövebildi, etrafını kışkırttı, kitaplarımı parçaladı, şahsı müdür olmamasına rağmen bizi yurttan kovdu, akşam karanlığında İstanbul’dan Kayseri’ye gitmeme sebep oldu, Aralık ayı sınavlarımın S.G. sınava girmedi 0 alınmasına sebep oldu. Bu yüzden de bir yılımız yandı. Derslerimizden kaldık. Sen hukukçu olacaksın şahsım seni dava da etmedi. Bitişikte polis karakolu varken, şikâyet edebilirken etmedi. Şahsına ve etrafına karşı hiçbir suç işlememesine rağmen şikâyetçi de değil. Öldürmüş bile olsan şikâyetçi olmayacaktı.
O gece yurtta kaldım. Yakup da yurttaydı, kısa zaman içinde ailesinin onu alıp memleketine götüreceğini söylediler. Yurtta şahsıma karşı yeni sıkıntılar patlak verebilirdi. Çıldırmış birisinin saldırganlığı fitnesi hepsine mal edilemezdi. Sınav haftasıydı tüm derslerden zaten kalmıştık ikinci dönemin derslerinden de kalmaya devam edecektik.
Kalma hakkım olsa da acilen yeni yurt aramam lazımdı, okula gitmiyordum. Şahsıma yeni bir yer arayayım, dedim. Yurt içerisindeki vaziyet iyi değildi. Sanki yabancı bir köpek gibiydik. Tek başına bir hâlde yayan yürüyerekten sora sora yurt arayacaktık. Ancak bu sefer işimiz rast gidecekti. Yurdun birisi bizi alacağını söyledi, yakın arkadaşım Ahmet’i de alacaklardı. Ahmet Lise 1 öğrencisi de olsa alacağız ve para istemeyeceğiz dediler. Burası Koca Mustafa Paşa’da Antalya Öğrenci Yurdu’na rastladım.

ANTALYA ÖĞRENCİ YURDU’NDA
Yurdu bulduğum anda Kayseri’ye anneme telefonla haber verdim. Yurtta boşluk varmış dedim, yurt bizi alacak dedim. Annem yurt müdürünü aramış olmalı ki bizi yani şahsımı dakikalarca dinlemişler, acımışlar ve yurtlarına almışlardı. Aynı anda da bize düzmece iş verdiler. Telefon odasına yerleş, dediler. Sabah erken vakitleri kapıları aç, geceleri de kapıları kapat dediler. Akşam beşten saat ona kadar da telefonlara bak, dediler. Anons edeceksin dediler. Aylık almayacağız, dediler. Bize günde 1 öğün bedava yemek kuru fasulye pilav, yarım ekmek bedelince yemek hakkı tanındı. Bütün bunları anneme mektupla anlattığımdan olsa onlar da yurt müdürüne hakkımda mektup yazmışlar ki tüm bunları çok sonra anlamıştım.
Annem yurt müdürü Emekli Albay Yaşar KÜMBÜLLÜ Bey’e bol pullu teşekkür mektubu ile vaziyetimi anlatmıştı. O zamanlar mektuplaşma modaydı. Kaşı gözü oynayan 76 yaşındaki iyi niyetli ve sevimli müdürümüz o zamanlar seni annenin hatırı için yurdumuza aldık, yoksa hiç alır mıydık diyerekten de annemin mektubunu bize göstermişti. Zaten annemizin komutu ile yönlendirilmiş, yurda uğramıştık.
Siirt Öğrenci Yurdu’ndan ayrılırken aynı anda eski yurt arkadaşlarımdan birisini de şahsımla gelmek istediği için bu yurda getirebilecek ve ücretsiz kalmasını sağlayacaktım. Bu çocuk da sana yardımcı olsun, sana arkadaşlık yapsın, demişlerdi. Ancak biz arkadaşımız Ahmet’e bunları söylemedik, sadece yurtta rahatlıkla kalabilirsin, para ödeme dedik. Ahmet bunlardan habersiz yanımızda kalmıştı. Bu bir istisnai bir durumdu. Yurt üniversite öğrencilerine ve bu öğrencilerden yalnızca Antalyalı öğrenciler kalabilirken hem ben hem de Lise 1 öğrencisi Diyarbakırlı arkadaşım Ahmet de bu yurtta rahatlıkla kalacaktı. Bu yurtta 3 yıl kadar kalacak ve kalan dersleri 8, 9 ve 10. yıllarımızda bitirip mezun olacaktık.
Dertler tükenmişti. Öğrencilerle birlikteydik. Kısa zaman içinde daha da düzenlenip yenilenecek idik. Arkadaşım üst katlarda kalırken şahsım telefon odasında kalıyordu. Hem bekçilik yapıyordum hem de diğer görevleri yerine getiriyordum. Ders de çalışabiliyordum. Gündüzleri sabah yediden akşam beşe kadar görevli değildim. Akşam beşten sabah yediye kadar görevim vardı. Gece uyuyabiliyordum. Müdürlerden verilen görev gereği öğrencilerin yanlışlarına da karışmak zorundaydık. Sigara içenleri uyarıyor ve engelliyorduk. Odalara baskın dü-zenleyerek yasak malzemeleri topluyorduk. Müdürden verilen evrakları ilgili yerlere ayakçı olduğumuz için ulaştırıyorduk. İlgili yerler dediysek de vaziyeti görenler tarafından yanlış anlaşılabiliyorduk. Bu yüzden de şahsımdan çekiniyorlar içlerine almıyorlardı. Biz, MİT değiliz, dedikçe de yere batıyor, itibar kaybediyorduk. Belki de MİT’tik. Biz bunu bilemiyorduk. Yurt Müdürüm Emekli Albay Yaşar Kümbüllü’ye duacıyım. Fakülteyi 10 yılda bitirdim.

BİTEN ÜNİVERSİTE VE İŞ ARAMALARIMIZ
Rabbe binlerce kez şükürler olsun 1994 yılında Veteriner Fakültesini sonuncu olarak 10 yılda tamamlamıştık. Bu bir sürpriz gibiydi. Kayseri’deydim. Kadrolu olmayınca el altından da olsa veterinerlik yapmaya başladık. Veterinerlik konusunda iyi değildim. Ne tecrübe ne de bilgi işimiz… Market işleri vardı, diploma çıkışını as ve hiç gelme, hiç uğrama, bize de hiç karışma paranı vereceğiz, diyorlardı. Kurallar böyleydi, gel denilse gidecektik elimizde kitaplar bir şeyler yapacaktık. İçimize sinmese de üç beş yere diploma asalım dedik. Ay sonlarında üç beş kalıp sabun, biraz da alışverişle eve dönebilirdik. Ücret verenlerse odanın belirttiği miktarın çok altında veriyordu. Üç beş markete girersen asgari ücreti bulur, diyorlardı. Uğradığım yerlere temizlik yapmalarını, etlerle ilgili saklama koşullarını anlatıyordum. Hayvanın kesim belgelerini sorguluyordum, bir şeyler düzeltmeye çalışıyordum ama işler yürümüyordu. Dinlemiyorlardı. Biz iki saat duruyorduk 22 saat onlar bildiği gibi yapıyorlardı. Dolapların iç yüzeylerinde astıkları dalakları kıymaya karıştıranlar vardı. Diyorlardı, doktorum sen varken karıştırmayacağım ama sen gittikten sonra karıştırmaya devam edeceğim, istersen git ve söyle bize hiçbir şey olmaz diyenler de vardı. Bir iki yeri uyardık ve düzeltmeye kalkıştık çık dediler ve işimize son verdiler, bir daha da hiç uğrama, dediler. Bir yeri yanlışını söyledim bu sefer de biz suçlu sayıldık. Mal sahibi olmadığımız için üç beş kere mahkemeye çıkarıldık. Beş kuruş almadığımız hâlde kıymada bakteri üremiş, denildi, yürü karakola! Diploma bizim olduğu için sorumlu sayıldık… Mezbaha işleri de vardı ki bu iş bizi sarmayacaktı. henüz mesleğe başlamadan meslekten 3 ay men edilmiştik. Şahsımı meslekten bizzat kendim hem de ebedi men ettim. Bunu savcılığa apaçık sözlü bildirdim. Biz, bu işi yapamayacağız, dedik. Piyasa adamı değiliz, dedik. Diplomamı bile almamaya karar verdim. Duygusaldık, ince ruhlu idik ne işimiz vardı mezbahada? Yanlış meslek yüzünden 10 yılımız sıkıntılar içinde geçmişti, bunlara hiç değer miydi? Boşta idik. Boşta kalmıştık.
Dilekçe verdik, askere gitmek istiyoruz, dedik. SAMSUN’A ASKERLİK YAPMAYA GİDECEKTİK. Cebimizde sadece 40 dolar parayla Samsun’a askerlik yapmaya gittik. Günümüzün 271 lirası. Sanırım daha da azdı. Sokaktan üç beş cam şişe bulup satmakla kazandığımız 40 dolar para. Yarısı yola gidecekti. Ailem ve çevrem para vermemişti. Uğurlayan da olmamıştı. 40 doları olanı kim uğurlar ki! Kimseye de borçlu değildik, bu hiçbir zaman da değişmedi. Bizden alınan para-lar da hiçbir zaman gelmedi. Dua edenimiz de olmamıştı... Babam zaten beyin kanaması geçirmiş birisiydi, şuurunu kaybetmişti, diğerleri de bizi pek umursamamıştı. Sabah kahvaltısında bile babamla birlikteydim. Moralim iyi değildi. Rahmetli babam bizi teselli etti durdu. Babam çok saf ve temiz bir insandı. Herkes tarafından boykot edilen şahsıma boykot hesaplayamıyordu. Birkaç kişiye demiştim, “100 dolar borç verin!” Demişlerdi: “Sen hiçbir işi beceremeyen birisin, 100 dolara yazık olur.” Bu yüzden de sadece 40 dolarla askere gittim. Askerde arkadaşlarımız bez keseler dolusu büyük jeton bile getirmişlerdi. Herkesin valizleri bavulları var iken bizim ne valizimiz ne de eşyamız vardı. Üzerimde eski ceket ve pantolonla askere gittik. Var olan üç beş gerecimi ceple-rime koyduğumdan çanta almama gerek kalmamıştı. Ceplerimdekiler ise üç beş çeşit ders notlarından oluşuyordu. O üç beş gerecim de ilk günden çalınmıştı. Askere geldiğimde saf olduğum ya da garibanlığım hemen anlaşılmıştı. Meczup zannedilmiştim. Bize zor işler vermeyeceklerdi. Bize çok iyi davrandılar, dayak da yemedik, herkese karşı çok saygılıydık, yaşımızın yüksekliğine de saygı gösterdiler. Kısa devreydi. Sıkıntı çekmedik.

İŞ ARAMALARIMIZ
Askerden geldiğimde ailemizle birlikte İzmir’de önce Bornova’ya sonra da Şirinyer’e taşındık. Tekrar iş aramalarına başlamıştım. Her ne iş olursa olsun razıydık. Diplomamızı almasak da benzeri işler karşımıza çıkacaktı. Tavuk aşılama işine girmiştim. Bir limitet şirketiydi. İzmir’in köylerine sırtımda ilaç şişeleri tavuk aşısına gidiyorduk. Aşıladığım civciv tavuk parasının dörtte birini alıyorduk. Yarısı firmanın dörtte biri de işe gönderenin oluyordu. Dörtte bir ücret yetiyordu. Tam üç ay çalışınca sigorta sorunu çıkmasın diye 3 aydan fazla çalışılmıyor, denildi ve işten çıkarıldım. İyi ki de çıkarıldım çünkü akciğerlerim kümeslerde tamamıyla tıkanmıştı. Artık daha ciddi işler arıyorduk. Neresi çıksa gidecektik. İlgili kurumlara başvursak da olmadı. Bu esnada inşaatlarda çalıştık bu da olmadı. Bir markette depoda iş buldum, çok mal geliyordu, her birini yukarıdaki kaydıraklı delikten aşağıya atıyorlar, bizlerse onları etrafa düzgünce koyuyorduk. Tam iş bitti sanırken yukarı gel, denildi. Yukarı çıkınca rafları düzelt, dediler. Sürekli çalışıyor görünmemiz gerekiyormuş, dirseğimi rafa dayayıp da az dinleneyim, derken kameradan izlemişler, Kemal Sunal’ın filmlerindeki gibi AĞZI PİPOLU ŞİŞMAN tipteki gibi kodaman bir adam yanıma yaklaştı, sanki çok para veriyormuş gibi kaytardığımı ileri sürüp ileri geri konuşmaya başladı. Biz de rahmetli Kemal Sunal gibi komik ve haklı cevaplar verince bu adam her hâlde serbest delidir, deyip işimize son verdi. Paramı eksiksizce çalıştığım gün sayısınca ödediler. 10 gün çalışmıştım. İyi paraydı. Kovulmasak iyiydi. Kâğıt toplayalım, dedik. Tekrar inşaatlarda çalıştık. Olmuyor hocam, dediler, haftalığımızın üçte birini eksik verdiler. İlçelerde iş aramaya başladık bu da olmadı. Ciddi işler de vardı, Gazete işine girdik, Pınar Holding’e girelim, dedik. Başvuruda bulunduk. Adamlar samimiymiş, bizi beğendiler seni alabiliriz ve eğitebiliriz dediler. Önce bir araştıralım, inceleyelim, dediler. İşe kabul edildik. Dediler, ehliyet al ve gel. O esnada biz de biraz araştıralım, dediler. Evvela yemekhaneye servis götürüp getirirsin, ardından da seni takibimiz sonrasında veteriner hekim olarak işe başlatırız, dediler. Bu yüzden de Bornova sürücü kursuna katıldım. Annemizden 900 lira kadar borç para aldık, kurs parasını peşin verdik. Yazılı sınavlarını geç-tik, direksiyon sınavında başarısız sayıldık. Ehliyet alamayınca Pınar Holding işi de bitti. Ardından Ege Seramik’te iş bulduk. 1 ay çalıştıktan sonra işten çıkmak zorunda kalmıştım çünkü devlet işi bulmuştuk.

DEVLET İŞİ ÇIKMIŞTI RAB, DEVLETİMİZDEN RAZI OLSUN
Rabbin takdiriyle hayırlı bir iş bulmuştuk. Annemden borç aldım ve Güneydoğu ilimizin Bitlis Güroymak ilçesine gönüllü gittim. O güzel mesleğe başladım. Verilen seminerleri tamamlıyor kurslarımızı ve derslerimizi yüksek puanlarla geçmekteydik. Parasızlık sorunu kalmamıştı. Vatanımıza, devletimize, milletimize, bayrağımıza daima faydalı insan olacak insanları sevecek ve sayacaktım. Yeminlerime sadık kalacak kimseyi hor görmeyecektik. İstediğimi yiyebilecek istediğimi satın alabilecektim. Maddi manevi sorunlar yaşamayacaktım. Nankörlük edilmeden Rabbe şükür borçlarımı ödeyecektim. Hayvanlarımızı bile kollayacak ve doyuracaktım. Fakirlere ve ezilmişlere her ne gerekirse iyilik esirgemeyecek, sözümüzde duracaktık. Bu düşüncelerim hiç de-ğişmeyecekti ve değişmedi. Şu an bile 2025 yılı olmasına rağmen çevremdeki öğrenciler ve otobüstekiler şahit sırtımda içi mama dolu 9 kg ağırlığında çanta ile okula gidip gelmekteyim.

ŞİİRLERİMİ YOK ETMEYE BAŞLAMIŞTIM
1996 yılında yerimizi, mesleğimizi bulmuşken sıkıntılı dönemin şiirlerini düzenleyeceğime yok etmem daha iyi olabilirdi. Şiir müsveddelerimi poşetleriyle birlikte hiç dokunmadan yok edecektim. Gerekirse yeni şiirler yazarak ve şiir hayatıma sıfırdan başlayacaktım. Bazı şiirlerimi ayıklayıp almam da gerekebilirdi, Şiirlerimiz zaten tasniflenemez şekillerdeydi. Şiir anlayışımda sıralama ve tasnif işi çok önemliydi. Hem poşetler ağırdı taşıma sorunu ile hem de düzenleme işine vaktim olmayacaktı... Kocaman üç beş mağaza poşetleri içinde karalama şiirler ve tarih. Sıkıntılı dönemlerimiz hiç kimseye yarar sağlamayacaktı hatırlatmamak daha iyi olabilirdi diye düşündüm. Tamamını sobada yaktım ve ısındım. Ancak bu düşüncem yanlıştı hata yaptığımı anlamıştım.

GARİBANLIK DÖNEMİNE AİT 10.000 ŞİİRİMİ NEDEN YAKMIŞTIM?
Dost bulamadığımızdan, hep itildiğimizden her ne varsa yazmış her ne görmüş isek bir kenara koymuşuz. Bazıları ölçü kalıplarıyla düzenlenmiş biçimlerdeydi. Sonradan imha etmemenin gerekliliğini düşündümse de hem işimiz engellenebilir diye hem de o dönemleri hatırlatmama kaydıyla imha etmeliydik. Oysa hiçbir şiirimiz suç teşkil edecek şekilde değildi. Evden ve aile çevremizden şiir yazma şiir yazmak suçtur senin bir işin var, diyenler vardı. Sıkıntılı hayata tövbekârdık. O dönemler sıkıntılı ve gergin dönemlerdendi. Evimde televizyonum yoktu ama ekranlarda fikir özgürlüğünden bahsediliyordu. Şiir okudu diye suçlatılanları duyuyorduk ve üzülüyorduk.

1996 YILINDA 1.188 ADET ŞİİR YAZMIŞTIK.
1996 yılına ait 1.188 adet şiirle kitap çıkaralım, dedik. Bitlis’ten aktarmalı bir şekilde diğer illere kişiler vasıtasıyla anlaşmalar yaptık. Düzenlenmiş vaziyette çalışmalarımızı gönderdik. Kitaplarım çıkmayacaktı, üste daha da para istiyorlardı, Para eklemeleri yaptık. Dediler biraz daha para ver, kâğıda şuna buna zam geldi. Dedim, kitaplar kalsın, basıma geçmeyin, iptal edin, aldıklarınızı helal ettim, sorun çıkmaz, dedim. Paramız boşa gitmiş, aldatılmıştık. Sorun değildi, durumumuz iyiydi…

ISBN’SİZ BANDROLSÜZ KİTAP MÜSVETTELERİM
1997 ve 1998 yıllarında 100’er adet şiir daha yazacaktım. İzmir ziyaretim esnasında turuncu renkli, kitap özelliğinde özel matbaada 370 adet Selâm Çiçek Kökleri 6 adlı bir kitap çıkardım. ISBN’leri olsaydı bu turuncu çalışmayı ve mavi renkli ilk kitabımı kitap olarak sayabilirdim.
Şahsımız sayısal verilere çok değer vermekte, sayısal değerler, şiirlerimizdeki özel ölçüler hoşumuza gitmekte, ilerideki dönemlerde kitaplarıma dâhil edemeyeceğim sıradaki kitap çalışmalarımın bilimsel şiirlerden oluşmasını düşündüm ve bilimsel şiirler yazmaya başlamıştım.
HALE-BOPP KUYRUKLU YILDIZINDAN ETKİLEN-MİŞTİM
Bilime merakım çoktu. Gökyüzünde Hale-Bopp kuyruklu yıldızı geçmekteydi. Geceleri onu izliyordum. İzlerken de çeşitli hayaller kuruyordum. Televizyonum vardı. Bu kaldığım yıllar içerisinde İzmir Buca’daki ailemi ziyaret ettiğim bir esnada balkonda balık pişirirken kocaman bir UFO görmüş ve ailece izlemiştik. Ertesi gün uzaylı UFO’ları hakkında bazı gazete haberlerine rastlamış olmamdan dolayı özellikle uzaylılar ile ilgili şiirler yazmaya başlayacaktım.
Astronomi konusunda 9.500 şiirim vardı. O dönemlerde uzaylılar şahsımın ilham kaynaklarından birisiydi. Toplum uzaylı kavramı duymak istemese de “gök ehli” kavramları vardı. Durum hakikatti. Uzaylıların varlığıyla değil yaşantılarıyla, geldikleri yerlerle, amaçlarıyla, beden yapılarıyla ilgileniyorduk. Hem uzaylılara olan merakımız daha da evvellerine inmekteydi. 1984 yıllarında Edirne Kapı Öğrenci Yurdu’nda bize “Feza Mehmet” derlerdi. Uzaylı Şairi olarak YENİ DÖNEM’İN şiirlerine başlayacaktık. UFO VE UZAYLI ŞİİRLERİ kitabını çıkarmalıydık.

YOZGAT’TAYIM
2002 – 2007 yıllarında Yozgat’a yerleşmeyi düşündümse de olmadı. Yozgat’ın merkezinde 24 gün, Boğazlıyan’ın Çakmak Beldesi’nde 1.100 gün, Boğazlıyan’ın ilçe merkezinde 651 gün yaşayacaktık. Boğazlıyan’da anlaşılmadığımdan pek sevilmeyecektim. İç işlerine karışıyorduk. “Emmioğlu git,” denilerek keyfi şekilde el altından sürgün benzeri bir ceza alacak, Konya’nın Cihanbeyli ilçesinin Kandil Kasabası’na gönderilecektik… Ev yok diyeceklerinden ahırı eve çevirttirip yüksek fiyatla 2 yıl kalacaktık. Gittiğimiz yerde sağlık sorunları yaşayacaktık.

KONYA CİHANBEYLİ KANDİL KASABASI’NDA
2007 – 2008 Konya Cihanbeyli Kandil Kasabası’ndaydık. Bu iki yılda 133’er şiir yazacaktık.

KONYA MERAM YENİ ŞEHİR MAHALLESİ SİLVAN SOKAK’TA 17. YILIMIZ VE CİDDİ 38 KİTAP
2009 – 2025 yıllarını Konya’nın Meram ilçesinin Yeni Şehir (Arif Bilge) Mahallesinde Silvan Sokak 3/1 No’lu evde geçirecektim. Çarşısının, bakkalının olmadığı bir mahallede Durmuş Ali Bey’in evini tutmuştum. Ailesi, çocukları gerçekten de çok temiz insanlardı. Kedilerimizle kalmamıza ve etraftaki kedileri beslememize izin vermişlerdi. Bu hususta Rabbimiz onlardan razı olsun.
Yanımızda kocaman bir mezarlık, önümüzde de aşağı tarafı tren yolu nedeniyle kapalı bulunan bir cadde bulunmaktaydı. Mahalledeki kedileri sürekli doyurmam ve beslemem endişe oluşturacağından pek sevilmesek de 17 yıl kalacaktık. Rab rızası gereği yılda 1 tona yakın kedi maması alıyordum. Merhamet kavramından uzaklaşmayacaktık. Ev üç katlıydı ama oturduğum bölüm ikiye bölünmüş bir daireydi. İki odalı bu evin bir de mutfağı vardı ki kediler için oda yapmıştık... Kediler diğer odalara da girebiliyorlardı ancak sayıları evin içerisinde 35 civarındaydı. Az göstermeye çalışıyorduk. Sürekli vaziyette mamaları, günde iki öğün ciğerleri mutlaka veriliyordu. Fazladan da şahsımca yumurta, süt, yoğurt, balık da veriliyordu. Kısırlaştırılanlar olduğu gibi ilaç gibi ek masrafları da çok oluyordu. Elektrik sobamız kedilerin odasında yanmakta. Bizim odamız buz gibi soğuk. Onlar ısınsın yeter, biz sabredebiliriz. Sabah namazlarını camide kılıyordum.

SİLVAN SOKAK’TA CİDDİ KİTAP ÇALIŞMALARIMIZ
Ciddi kitap çalışmalarımız bu evde gerçekleşecekti. 38 kitap çıkaracaktık. Vatanımıza ve şerefli milletimize layık olmak için şiir yazma sürmekteydi. Atatürkçülük konularıyla, hayvan haklarıyla, belirli gün ve haftalarla, sağlık tıp konularıyla ilgili şiirlere devam edecektik… Sağlık ve Tıp konusundaki 4 kitabımız paralarını peşin versek de çık-mayacaktı. Dolandırılacaktık.

3. DÖNEM ŞİİRLERİM
2011 – 2015, 5 YILDA 13.984 ŞİİR,
BELİRLİ GÜN VE HAFTA ŞİİRLERİM
Bu dönemin en önemli olayı 10 Mayıs 2011’de Antoloji Com ’la tanışmış olmamdır. 2011’de 1.900 şiir, 2012’de, 6.859 şiir, 2013’te de 1.311 adet şiir 2014’te de 2.014 adet, 2015’te 1.900 adet şiir yazdım. Şiirlerimi haftadan haftaya siteye yüklemekteydim. Bu şiirlerimi düzenlerken bel fıtığı hastalığım, gözlerimde tansiyon ve astım hastalığım bir de yalnız yaşamış olmamdan kaynaklanan meseleler yüzünden biraz zorlanıyorduk. Şahsımız için şiir yükleme işi pek kolay olmuyordu. Ev-de bilgisayar masamın ve uygun bir yerimin olmaması nedeniyle de dizüstü bilgisayarımı sandalyenin üzerine monte ettim. Yazıcımız da sandalyenin üzerinde bulunuyor. Sandalye bilgisayar masam oldu. Farem halının üzerinde, sağ dirseğim halıda yani yerde, klavyem kucağımda yani sol elimin avuç içinde üç parmakla şiirlerimi yazmaktayım. Sol elimin sadece başparmağı ile sağ elimin baş ve işaret parmaklarını kullanmaktayım. Klavyemse sol elimin başparmağı hariç diğer dört parmağımın içinde tut maktayım. Tüm şiirlerimi bu şekilde yüklemeye başladım. Bu durumlar da imkânlarımın kısıtlı olmasından kaynaklanıyordu. Ayrıca etrafımda da bol miktarda sokak kedisiyle yer yatağına uzanmış şiir yazıyor, yükleme işlemleri yapıyordum. Sistemim pek değişmedi. Şiirlerimi 7+7’lik çift dizelik hâle dönüş türdüm. Maksadım şiirlerimin az yer kaplamasını sağlamaktı. Bu yüzden de kıtalık şiirlerim bu dönemde yoktur.

İLKEL ŞARTLARDA YAZDIĞIM ŞİİRLERİM OKUNUYOR MUYDU?
Şiirlerimi ilkel şartlarda bol emek vermekle yazdım. Zaten karşılık da bekleyemezdik. Hani ortam müsait olsa, çayım, yemeğim durum değişecekti. Evim, ailem ve odam olsa bu sefer de şiir yazılamazdı. Bilgisayarımın kapasitesinin düşük oluşu, uygun ve temiz bir masamın olmayışı da ayrı bir dertti. Tahta parçalarından oluşturduğum ve sürekli sallanan bilgisayar masamın ve sandalyemin belime, bedenime, dirseklerime, duruşuma ters gelmesi, de ayrı bir sorundu. Klavyede sol elimin başparmağı sağ eliminse baş işaret ve orta parmağını bazen de yüzük parmağımızı kullanmakla işim zorlaşıyordu. Sol elimin dört parmağı ile klavyenin sol üst köşesini tutmak zorundaydım. Aynı anda aynı masanın üzerinde kahvaltı yapıyor olmam da işin cabası. Diğer seçenekleri denemiş olsam da kullanacağım usul buydu... Ya şiir yazma işine engel teşkil edecek rahatsızlıklarımız? Bel ve boyun fıtıkları, gözlerimdeki tansiyon ve KOAH. Evin içerisinin kedilerce kalabalık olması, kediler girsin çıksın diye sürekli cereyan yapıyor olması da ayrı bir dertti. Ancak kediler terk edilemeyecek güzelliklerdendi. Yine de bunlara rağ-men 1.000.000 dize kafiyeli, ölçülü şiirim mevcuttu. Bu denli ilkel şartlarda yazdığım şiirlerim okunuyor muydu?

ŞİİR YAZMA VE İLHAM BULMA VAKİTLERİMİZ
Diyorlar, sen bu kadar şiiri nasıl zaman bulup da yazabiliyorsun? Biz de diyoruz ki 24 saatlik bir günü acil işlerimiz istisna ve dışarıdaki işlerimizi de gördükten sonra belli vakitlere bölüyoruz ve zamandan kâr ediyoruz.

1. YORGUN VAKİTLERİMİZ
17.00 – 21.30 Saat 17.00, 18.00 gibi eve dönmüş olduğumdan şahsımı karşılayan, tok kedilerime ek ikramlarda bulunuyorum. Evvelki yıllarda her birine bir parça tavuk ciğeri atarken sonraki yıllarda üçgen peynir verme işine döndük. Zaten sabahtan hazırlanmış bulunan yemekleri, mamaları ve suları bulunduğundan kapı ve pencerelerimizin açık olmasından karınları tok oluyor. Bizden sadece sevgi ve göz hakkı bekliyorlar. Ardından çayımı içiyorum, televizyon kanalımı açıyor sonra da uzanıp yatıyorum. Televizyon açık iken 21.30’a kadar uykumuzu almış oluyoruz.

2. DİNÇ VAKİTLERİMİZ
21.30 – 24.00 Kapanmış ise televizyonu tekrar açıyoruz. Tekrar kaliteli çay demliyor ve kahvaltı yapıyoruz. Siyah çikolatalardan yiyoruz. Bu sefer ev kedilerime üçgen peynirlerinden veriyorum. Yabancı film izliyorum. Sabahki vakitte oluşturmuş olduğum şablonlarımdan ve başlıklarımdan yeni şiirlerimin temel ana temalarını oluşturuyorum. Şiir başlıklarım sıralanıyor. 24.00 gibi yatıyoruz. Uykumuz azdır ama de-rindir.

3. ŞİİRLERİMİ TAMAMLAMA VAKİTLERİMİZ
04.30 – 07.00 Saat 04.30’te uyanıyoruz. TV’yi kapanmamışsa tekrar açıyoruz, kahvaltı hazırlıyoruz, kediler toplanıyor, dışarıdaki kediler de geliyor. İlaveten ek göz haklarını veriyoruz. Kimi zaman 2 pa-ket makarnayı az suda haşlayıp 3 kutu balık konservesini katıp iyice karıştırıyoruz. İçindeki acı biberleri de çıkarıp mutfağın beyaz fayanslı betonuna döküyoruz. Sütleri, peynirleri, kaynamış yumurtaları eksilmiyor. Yaz günüyse bunları günde 3 kez dolaptan çıkarıp veriyoruz. Yiyecekler ertesi güne kadar sokaktan gelenler de dâhil tamamıyla tükeniyor. Kur’an’ı Kerim dinliyor, namazımızı kılıyoruz, çoğunlukla camiye de uğruyoruz. Sabah namazı kıldığımızı cami imamı Osman Bey hariç kimse bilmiyor. Akşamki oluşturduğumuz şiirlerin düzenlenmesiyle meşgul oluyorum. Bilgisayarım, yazıcım, klavyem kahvaltılıklarım masamın üzerinde. Balkon kapım açıktır. Saat 07.00 gibi düzenlenip etrafı biraz toparlayıp ışıkları, ocağı kapatıp, çöpleri alıp evden ayrılıyoruz.

4. İBRET TOPLAMA VAKİTLERİMİZ
07.00 – 17.00 Çalıştığımız iş dışında toplum içerisindeyiz. Takma ad söyleyenler olabiliyor. Okuldaki takma adımızın KRAL olduğunu ise çok sonradan öğrendim. Para isteyenler, borç isteyenler, bize yemek yedir, diyenler oluyor. Biz, onlarla iç içe kaynaşmış durumdayız. Bu esnada bize sen polissin, sen MİT’sin diyenler de oluyor. Tek sorun en yorgun ve en kötü vakitlerimi halkın içerisinde konuşarak geçirmemiz. Zarar vermesek de zarar görebiliyoruz. Hocayız, öğretmeniz, veterineriz diyemiyoruz. Dersek de zaten inanmıyorlar. Bu esnada aklımıza belli şiir konuları geliyor. “14’lük Kız Oturur 52’lik Yorgun Adam Ayakta”, “3 Liraya Gömlek” şiiri gibi. Tüm bunlar 1 gün içinde şiir yazma ve ilham bulma vakitlerimizden biridir.

MERHAMETLİ BİRİSİYDİK
Merhamet duygumuz yüzünden hayvanlarımızın aç ve susuz bırakılmalarına içim elvermiyordu. Elimizden geldiğince onlara destek çıkıp ilgilenmekteydik. Gerek üşümesinler diye barındırma amaçlı gerekse su ve mama ihtiyaçları için eve girip çıkmalarına izin vermekteydik. Onları hem beslemekle hem de korumakla meşguldük.
Çocukken mahalleye ekipler gelirlerdi, gözlerimiz önünde köpekleri tüfeklerle vurup onları acılar içerisinde öldürürlerdi. Bu yanlış zihniyet hiçbir zaman değişmeyecekti miydi? Rabbi bilmek gerekirdi. Rabbi sevenler de hiçbir cana kıyamazdı, canlara kıyamayanlarda insanlık için gerekliydi. Elimizden geldiğince sokak kedilerine destek çıktım. Kaldığım evleri kedilere ayırmıştık, rahatsız edilmiyorlar, incitilmiyorlardı. İstediklerinde dışarı çıkıp gelebiliyor, istediklerinde doğurabiliyorlar, ecelleri geldiyse hastalanıp ölebiliyorlardı. Kimisi mutfak penceremizde, kimisi yatak odamızda, kimi de ön balkonda yaşıyordu. Banyomuz, yatak odamız dahi onlara açılmıştı. Boş odamız yoktu. Ruhumuz bile onlar ileydi.

HAYVANLARI SEVMELİ VE KORUMALIYDIK
Kaldığım ev bölünmüş daireden oluşmaktaydı. Evvelinde tek daire iken köşeden köşeye ikiye bölünmüş bir alandı. Yan dairenin balkonu bizde kalmış, odaları balkonuma bakıyorken ancak balkonuma sadece çamaşır asabiliyorum. Çıkıp oturamıyordum. Yüksek sesle dahi konuşamıyordum. Oturduğum odam ise tek duvarla ayrılmış. Yan dairenin odaları ile aramızda sadece bir duvar vardı. Onlar da bu odayı kullanamıyorlardı. Bu yüzden de televizyonu kısık sesle izlemekteydik. 4 metreye 5 metre gibi bir alan. Tüm işlerim bu odada idi. Odanın darlığından soba dahi kuramıyorduk. Yerde yer yatağımız ayağımı uzatsam oda kapısına denk geliyor. Oturma odamda bir buçuk metreye iki metre de halım var. İki metreye üç metre kadar da masam var. Masamın altında kedilerin yatması için raflar üzerinde de bir tarafında bilgisaya-rım, yazıcım diğer alanında ise kahvaltı ve yemek işlerim için kullanım yerleri var. Kedilerim saygıdan dolayı masamın üzerine çıkmamaktalar. Masanın en alt tarafı da dışarıdan gelen kedilerin geçiş alanı. Oradan mutfağa kadar gidebilmekteler. Odamızın içerisindeki kedilerin sayısı 10 sayısını aşmakta. Pencereyi çıkardığımızdan ev havalanmakta idi. Tüm bunları toplum ters karşılasa da Rab rızası için katlanmaktaydık. Tam karşımda plazma televizyonum sırtımı yasladığım duvarda ikiye üç metre bayrağımız var. Bir tane de sandalyem var. Misafirlerim gelse oturamazlar. Tam önümde tahtalardan klavye koyduğumuz hareketli raf var. Mutfağımız da yer var ama hayvanların doyması için yerlerde yiyecek alanları mevcut. Süt, mama, balıklı makarna gibi yiyeceklerin yerdeki kapları ve kedilerin yatması için alanlar mevcut. Bir kısmı evcil olmayan kedi, biz mutfağa girdiğimizde şahsımı görüp kaçmaktalar. Mutfak penceresinde kapanmayan bir alan var. Hiçbir zaman kapatılamaz hâlde. Pencere aralarımda da kediler için alanlar var. Yeni doğurmuş kedilerimiz olursa sorunlar yaşanmakta. Kediler birbirlerine karşı vahşileşmekte. Mutfağın köşesinde büyük boy leğen ve içinde bol miktarda elenmiş toprak bulunmakta. Aralığımda da yine leğen ve toprak bulunmakta… Banyom ve tuvaletim de kediler tarafından kullanılmakta. 17 yıldır da bu evde kalmaktayız. Kediler evde barınsın karınları doysun diye biz bu evden çıkamıyorduk. Ev ev değil, adeta barınaktı. İnsanlarımız kedilerden uzaklaştıkça iş bizim gibilere kalıyordu. İş merhamet meselesiydi. Karşılığını Rabbimizden almaktaydık.

BİZ, KEDİLER SAYESİNDE EV SAHİBİ OLACAKTIK
17 yıldır kaldığım mahalleme kentsel dönüşüm gelmişti. Çoğunluk taşınmakta iken biz kediler sebebiyle henüz evden çıkamamıştık uygun yerler arıyorduk. Şahsımın, kedileri beslemesi sebebiyle mahalleden çıkmasını isteyenler bile evlerini terk etmişlerdi. Ev sahibim ise çıkmam gerektiğini söyledi. Tutacağım ev hem kırsal yerde hem de zemin kat olmalıydı. Şahsıma güvenen kedilerin aç ve susuz vaziyette bırakılıp terk edilmeleri Rabbe inanan bir insan için pek de kolay değildi. Eski kurbağalı derelerimiz olsa belki. Sonunda kedi getirmeme şartıyla bir ev bulduk. Emlakçının parasını, ev depozitlerini, teminatlarımızı gösterip zemin katı tutmuştuk. 2 gün evvelinden evi temizlemiş kam-yon ayarlamıştık. Eski ev sahibime ise boşalttığım evi tam olarak terk edemeyeceğimi yıkıma kadar yıkılacak eve günlük kira ödeme kaydıyla birkaç gün daha kalma sözü vermiştik. Eve girip çıkan kedilerimiz için yatağım, tüpüm televizyonum ve üç beş kap kacağımı eski evde bırakıp yeni eve taşındımsa da eski evdeki bağlantım kedilere yer buluncaya kadar sürecekti. Yeni evin elektriğini, suyunu açtırmakla hata yapmıştık. Yeni ev sahibim kamyondan indirdiğim eşyalarımı eve yerleştirirken evime izinsiz girmiş eşyalarıma bakıp sen bu mahalleye hem uygun biri değilsin hem de kedileri terk edemeyeceğini biliyorum diyerek, eve yerleşmeden anlaşmayı bozacaktı. Buzdolabın çok pis dedi. Dedim, üçüncü el ama çalışıyor. Derhal eşyalarını alıyorsun ve bu mahalleden çıkıyorsun dedi. Oğlum avukattır onu çağırmadan çıkıp gidiyorsun dedi. Şahsıyla tartışmadım. Oğlunu çağırsa kendisi haksız çıkacakken dedim eski mahallem yıkıldı. Kaldığım ev de yıkılmak üzere hem eşyalarımı indirmişim bir kısmını da taşımışım, kedileri de getirmemişim ev arayıncaya kadar birkaç gün kalayım dedim. Hayır dedi. Sözleşmeyi bozuyorum dedi. Şahsına olumsuz tek laf söylemeden kamyoncumu tekrar aradım. İndirdiğimiz eşyaları tekrar yüklüyoruz, ayrıldığım evin bahçesine indiriyoruz, dedim. O anda da hem emlakçımı hem de yayınevi sahibim Ayhan Bey’i aradım. Emlakçım işi düzeltemedi, Ayhan Bey ise tekrar yüklenmiş eşyaları hiç indirmeyin dedi akrabamın bir evi var dedi. 2 katlı villa benzeri bir evdi. Biz eşyaları oraya indirelim, dedi, ev çok güzeldi ama içimize sinmemişti. Tekrar döndük eski mahalledeki tam olarak terk edemediğim yıkım bekleyen eve. Eski mahalle komşularım şaşırmış hâldeydi. Yeni tuttuğum evden çıkarıldık, dedim. Ertesi günler tekrar ev ararken yolum kovulduğumuz o sokağa düştü. Sokağın hem en başında hem de en iyi yerinde kiralık ev yazısı vardı. Kediler de var dedim. Biliyoruz sorun değil deyip evi 17.000’den verdiler. Bu ev hem çok güzeldi hem de sokağımızda kedi besleyenlerimiz vardı. Arkada ve önde bahçemiz bile vardı. Kedilerimizi eski evden iki üç getirmeye başladık. Arabam olmayınca iki üç getiriyorduk. Burası Konya’nın da en merkezi yeriydi. 1 Ay sonra ev sahibim aradı, ev el değiştirmişti, satılacaktı. Yeni alıcılar eve bakmaya gelecekler dediler. Kedilerimiz için evi satın alabilirdik. Kaça satıyorsunuz dedim. Veresiye de olsa evi bize verin ki hiç çıkmayalım dedim. Ev sahibim ev senindir dedi evi verdi. 200 bin lira annemizden 337.500 lira ablamızdan gelene bir miktar da elimizdekileri eklemekle evi satın almıştık. 800.000 lira da borçlanmıştık. 16 ayda 50 50 ödersin dediler. Yüksek borç içerisinde de olsak 21 Ekim 2025’de ev sahibi idik. Ev kombiliydi üşümeyeceklerdi.

KOZAĞAÇ ESOB ÖZEL EĞİTİM UYGULAMA MERKE-Zİ’NDE
Otizmli çocuklar için özel eğitim öğretmenliği yapmaktayız. Öğrenci ve sınıf dağıtımı esnasında tüm arkadaşlarımın yanında, en ağır sınıfı verebilirsiniz, demiştim Tek başına dahi yürütebiliriz, amaç ve davranışlar konusunda her türlü etkinlikleri uygulamaya hazırız, demiştik. Amirlerimden Durmuş Ali Bey ise “Otizm 1/A Sınıfı,” demişti. Sözümüzde de durmuştuk. Rabbe şükür hiçbir soruna da sebebiyet vermedik. Ardından da bize “Mademki her konuda şiir yazarsın otizmli çocuklar için de bir kitap çıkarmanızı isteriz,” demişlerdi. Biz de topluma faydalı olacaksa farkındalık verme amacıyla kitap hazırlayabiliriz demiştik. İddiamızın arkasında kaldık. Ortalama 512’şer sayfalık tamamı aralıksız şiirle dolu doyurucu şekilde 20 cilt kadar kitap çıkardık.
Otizm için, otizmli çocuklarımız için ciddi kitap çalışmalarımız sürecekti. Karşılık dersen yazdıklarımızla duraktaki otizmli bir çocuğa ya da annesine toplumsal yönden sevgi saygı gelişirse bu bile bize yete-cekti.

1 MİLYON DİZE CİDDİ ŞİİR ile GUİNNESS HAYALİ-MİZ VARDI
1 milyon dize ve 7 +7’lik ölçülü kafiyeli şiirlerimle ve her şiirimin yıl tarihi buna dâhil 19’un katı kadar kelime ihtiva etmesiyle “Guinness Dünya Rekorları” kitabına girme hayalimiz vardı. Her bir şiirim birbirinden farklı eğitici öğretici şekildeydi. Denge verme işi ile özel ölçü sistemleri kullandık. 1.000.000 dize kadar şiirim elimde bulunmakta. “Guinness Dünya Rekorları” kitabına 2 şekilde girebilirdik hem tek cilt kitap kalınlığı ile hem de özel ölçülü şiirlerimin dize miktarı ile... Ciltçi ile konuşmuştuk. Kitap dağılmasın diye kitabımın ciltleri hem dikilecek hem de birleştirilecekti. Şu anda alfabetik sıraya göre her bir cildi de 2.000–4.000 sayfadan oluşan tam ölçemesem de ortalama 50.000 sayfayı çoktan geçmiş olan bir ana kitabım bulunmakta. Bu tek cilt kitabımın kalınlığı ve şiirlerimin dize miktarı ile Guinness’e katılacaktık. Guinness’in yüklü miktarda para istediğini duymuştum. Ana şiir kitabımdaki dizelerim 14 hecelik (2 dize) uzunlukta... Yani dizeler açılırsa ki-tap daha da kalın olabilir. 571 dize uzunluktaki Hazreti Muhammed (s. a. v.) şiirimiz iki kat uzayarak daha fazla yer kaplayacaktı. 1919 dizelik 19 Mayıs 1919 adlı şiirimiz de 96 sayfadan 192 sayfaya uzayacaktı. Yani ölçülü ve kafiyeli dizelerim yer kaplamasınlar diye 7’lik dizeler yan yana getirilip 14’lük ölçü geliştirilmiştir. Bir kıta şiirim 4 satır tutması gerekirken 14’er hecelik şekille 2 satır tutmaktadır. Doğrusu da budur. Biz hile yapıp da aşağıdaki örnekteki gibi çift dizeleri alt alta indirirsek kitap daha kalın olabiliyor. Biz şiirlerimize yer kazandırması amacıyla mutlak surette bulunması gereken şiir tarihi (1990) da şiire konulmayınca şiirdeki başlık dâhil toplam kelime sayımız da 19 sayısından 1 eksik sayıya düşmüştür. Şiir biraz büyüdükçe 19’un katları da artmaktadır. Bu denge hiçbir zaman bozulmamaktadır. Yani tüm şiirle-rimdeki kelime sayısı 38, 57, 76, 95, 114… 3800 gibi 19’un katı kadar kelime miktarınca devam edecektir. Binde birlik imla hatalılar, eksik yüklenmişler istisna tüm şiirlerimde bu özellik bulunmaktadır. 50.000 kadar şiirimin tamamı bu şekildedir.

OTİZMLİ ÇOCUK ŞİİRLERİM
Tıptaki hastalıklarla ilgili çok sayıda yayımlanmamış şiirlerim olduğundan otizm konusunda şiir yazmam zor olmadı. Bu yüzden de otizmli çocuk şiirlerime otizmli çocuklarla ilgili eğitim öğretim dene-yimlerden oluşan tecrübelerimi, yaşadıklarımı da kattım. Otizmli şiirlerime ilgi gösterildiğinde ve samimiyetime inanıldığında sıradaki kitaplarımın da devamı gelecektir. Otizmli çocuk konusunda 19.000’i aşkın şiirim bulunmaktadır. Bu otizmli çocuk şiirleri kitaplarım birbirinin devamı niteliğindedir. Şiirlerimdeki olaylar gerçek olduğu için aynı konunun devamı sırası geldikçe diğer kitaplarımın içine sarkabiliyor. Örnek vermek gerekirse Adel adlı öğrencim 1. sınıftan 8. sınıfa kadar 8 yıl evre geçirebiliyor. Sekiz yıl içerisindeki evreleri sırasıyla yaşlar ilerleyerek, tecrübeler gelişerek bahsedilebiliyor. Yani birinci kitapta Legoları sevmeyen çocuk ayakları altında çiğnerken ikinci kitabımda Legolarla farklı şekilde ilgileniyor, Lego istiyor. Üçüncü kitabımda ise düzenli bir şekilde Adel çok değişiyor ve ilerlemeler sağlıyor; bahçedeki parke taşlarıyla duvar örebiliyor. Belki daha ileriki kitaplarımda Adel lise okuyan Adel olacak. Bu yüzden de Adel’in ya da diğer çocukların ilerleyişlerinden tüm kitaplarımda bahsedilmiş oluyor. Her bir kitabım bir bütünün parçalarıdır. Otizm konusunda kıymetli deliller ihtiva etmektedir. Uydurulmuş hikâyeler yoktur. Her birisi delil ve tespitlerimden oluşmaktadır. Kitaplarımdaki çocuklar ve olaylar yan yana getirilirlerse çelişki olmadığı görülecektir. Otizmli Çocuk Şiirlerimle her bir otizmli çocuğun gelişiminde iyiye ilerleyişini tespit etmekle faydalı dönütler aldığımı çevremizden duymaktayım. Bazı velilerin bizle dertleştiklerini söyleyebilirim. Bu yüzden de kendime güvenerek sizlere rehber olma-ya, otizmin ne olduğunun bilinmediği günümüzde rastladığım her türlü delille sizleri aydınlatmaya çalıştım. Tek başına yaşadığım ve şiirlerimi tek başına hazırlamış olduğumdan zaman zaman pot kırmış da olabiliriz. Bu samimiyetimi göstermektedir. Çocukları hep övebilirdim, en iyi yönlerini yazabilirdim. Bu daha mı iyi olabilirdi? Gerçekçi davrandık, doğal olduk. Biz, günlük konuşmalarında bile çok sayıda pot kıran in-sanız. Dolayısıyla bazı kavramları kullanırken kavramların arasındaki bazı kelimelerden incitmiş olabiliriz. Şunu da bilin ki amacım kimseyi incitmek değildir. Bu hususta şahsımı yine de bağışlamanızı isterim.

ŞİİRLERİM ADIM VE SOYADIM EKSİKSİZ YAZILDIĞI SÜRECE KİTAPLARDA BULUNABİLİR, SİTELERE ALINABİLİR, ŞARKILARDA KULLANILABİLİR, BESTELENEBİLİR, HERHANGİ BİR İZNE GEREK YOKTUR.
Gözden kaçmış şiirlerimden dolayı oyucularımdan özür diliyorum Bu şiirlerimin içinde aşağılama ya da suçlama benzeri bir duruma rastlanmaktadır. Oysa biz hiç kimseyi aşağılamaz hiç kimseyi de suçlamayız. Biz sadece umursamaz insanlığımızı ve bilim araştırmalarının yavaş ilerlemesini aşağılamışızdır. Ya da kargaşa çıkaran ayrıştırıcı fi-kirleri, Hakk’ı görmezden gelen düşünceleri aşağılamışızdır. Bu hususta gözden kaçmış şiirlerim varsa yanlış anlaşıldığındandır. Yine de OKUYUCULARIMDAN ÖZÜR DİLİYORUM... Şahsımı affetmelerini istiyorum.
NOT: 1988–1994 yıllarına ait üzerinde adımın geçtiği “Selâm Çiçek Kökleri” adındaki kitap niteliği taşımayan fotokopi şeklinde ya da izinsiz, ISNB’siz, denetim pulsuz, yayım evsiz, vergisiz özel matbaalarda az sayıda basılarak, hediye olarak verilmiş, piyasada hiç satılmamış, alımları ve dağıtımları yapılmamış 32–48 sayfalık müsvedde kitap çalışmaları hiçbir şekilde şairin şahsına ait sayılmazlar... Hiçbirisi de şahsımın kontrolünde ve denetiminde çıkarılmamışlardır.

NOT: Hiç bilmediğim sebepten şu anda 44.004 şiirim, 21.964 adedi bir yerde Mehmet Tevfik TEMİZTÜRK ve Mehmet Tevfik TEMİZTÜRK 2 diye ikiye ayrılmış idi. Birinci bölüm şiirlerimse kilitlenmiş idi. Bu yüzden ilk bölüm öz geçmişim güncellenemeden ilk bölümde kalmış oldu. Yani Antolojim 2 bölüm idi. Sebep şiir sayım ise Mehmet Tevfik TEMİZTÜRK 3 de gelişebilirdi. Kaç bölüm olursa olsun tüm şiirler şahsımındır her birisi de farklıdır.


Eserleri


1-BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR ŞİİRLERİ (192 Sayfa)
2-UFO ve UZAYLI ŞİİRLERİ (982 Sayfa)
3-On Beş Temmuz Şiirleri (112 Sayfa)
4-Belirli Gün ve Haftalar Şiirleri 2 (308 Sayfa)
5- Değerler Eğitimi ŞİİRLERİ (180 Sayfa)
6- VATANSEVER ŞİİRLER (208 Sayfa)
7- MÜSLÜMANLIKTA HAYVAN HAKLARI VE ŞİİRLERİ
(216 Sayfa)
8- Yüzyılın ŞİİRLERİ I (112 Sayfa)
9- Yüzyılın ŞİİRLERİ II (112 Sayfa)
10- Yüzyılın ŞİİRLERİ III (112 Sayfa)
11- Yüzyılın ŞİİRLERİ IV (112 Sayfa)
12- Yüzyılın ŞİİRLERİ V (112 Sayfa)
13-Otistik Çocuk Şiirleri (432 Sayfa)
14-VATANSEVER ŞİİRLER 2 (400 Sayfa)
15-Tıptan Gün Ve Hafta Şiirleri (416 Sayfa)

AHBAP KİTAP'TAN YAYIMLANAN KİTAPLARIMIZ
16 Fark Et (496 Sayfa)
17 Fark Et 2 (400 Sayfa)
18 Fark Et 3 (576 Sayfa)
19 Mavi Işık (576 Sayfa)
20 Mavi Işık 2 (576 Sayfa)
21 Mavi Işık 3 (576 Sayfa)
22 19 Mayıs 1919 ( 96 Sayfa)
23 O’NU ANLA (512 Sayfa)
24 O’NU ANLA 2 (512 Sayfa)
25 O’NU ANLA 3 (512 Sayfa)
26 Derin Çocuk (512 Sayfa)
27 Derin Çocuk 2 (512 Sayfa)
28 Derin Çocuk 3 (512 Sayfa)
29 29 Ekim Şiirleri (112 Sayfa)
30 10 Kasım Şiirleri (112 Sayfa)
31 18 Mart Şiirleri (112 Sayfa)
32 23 Nisan Şiirleri (112 Sayfa)
33 19 Mayıs Şiirleri (112 Sayfa)
34 30 Ağustos Şiirleri (112 Sayfa)
35 Farklı Çocuk (512 Sayfa)
36 Farklı Çocuk 2 (512 Sayfa) Baskıda
37 Farklı Çocuk 3 (512 Sayfa) Baskıda
38 ...... ...... (512 Sayfa) Baskıda