Mona Roza’nın toprağına giderken,
bir umut düştü gönlüme.
Sanki duran otobüslerin birinde,
belki çay içenlerin içerisinde,
belki de mescitte.
Sanki bir yerlerdesin,
Dünya ne tuhaf bir yer, sanki koca bir handır.
Satılır hep insanlar, bedeliyse yalandır.
Canımı feda ederim bir gülüşüne.
Ne olur! Bunu benden esirgeme.
Ey Aşk! Bir güldürüyor, bin ağlatıyorsun.
O bir gülüşle, bin yangın söndürüyorsun.
Ey Gönlüm!
Sen Cennet’in ışıltısında kayboldun.
Ya bir de Cennet’i görsen.
Hatta bunun da ötesinde,
Cennet’i yaratanı,
tüm güzelliklerin membaını,
Ey güneş! Seni de seviyorum ama
onun ışıltısı bir başka…
Ey rüzgâr!
Ağaçlara hangi sırrı fısıldıyorsun ki,
tüm yapraklarını fena edercesine
kendilerinden geçiyorlar.
Bu nasıl bir iştiyak!
Bu nasıl bir aşk!
Aşk, sildim demekle öyle hemen silinmiyor.
Kalbine gömsen burdayım diye bağırıyor.
Gel de dayan…
Aşk, her gönül sahibinin rızkı olsaydı,
bu dünyada kötülük namına bir şey kalır mıydı?
Aşkın sultanı, “şayet şeytan âşık olsaydı,
Cebrail kesilir, şeytanlığı ölürdü” buyurmadı mı?
Öyleyse gel, ey gönlüm!
Acımı yaza yaza ben
harfleri ağlattım.
Susayım dedim,
bu sefer gönlümü kanattım.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!