Hayatını tam olarak tanımlayamayacak kadar büyük bir bilinmezin ortasındadır şair.
Düşük yapmış bir düşten geriye kalanların özlemidir,aşk.
ve ana rahmine geri dönmek isteyen ülkem,
her geçen gün bir kibeleyi daha öldürür.
kuytuda yutarken kendi çocuklarını.
uçurtması çocuğun
takıldı bulutlara.
ipini elinden bırakmadı,
baktı...
yağmuru, bulutların
a - son on dakika
b - tamam birazdan bitiririm.
a- neden yorgunsun? aşktan mı, yürümekten mi?
b- aşkın peşinden koşmaktan...
a- bu daha da feci..
b- evet öyle.inan damarlarım bile isyanda.
Seviyorum seni ey melek yüzlü kız
Ey bakışları gökküşağı gözleri yangın
Dağları aşarım senin için ey uzak yıldız
Ferhat gibi mecnun gibi deliyim
Aşığım sana güneş yüzlüm,
Hüzünlüyken ve bir şeyler anlatırken ağlamak huyum değildir. İlk oluyor belki de ikinci, hatırlamıyorum. Yağmurun da etkili olduğunu söylersem yalan olmaz. Hani sigaranın dumanı da kaçtı desem, gülersin ikircikli. Bilsen, sen ağlarken, seni güldürmekten ne kadar keyif aldığımı. Gözlerinden yaşlar boşanırken birden iç çekip gülümsemeye sonra da gülmeye başladığın o anlarda görürdüm, sulu gözlerinin içinden olağanca masumiyetiyle ışıldayan çocukluğunu, belki korkmuşluğunu. Gayri ihtiyari bir koruma içgüdüsüyle sarılmak isterdim sana. Saçlarına dokunmak.
Orada o an bilirdim, ruhunun fırtınalarında çırpınan teknenin sakin uysal bir limana sığınmak istediğini oysa ikimiz de bile bile çıkardık fırtınalı yolculuklara. Seksen günde devri alem’den yadigar bir serüven şarkısı mırıldarken haritaları yoklardık. Sen yol haritasını şaşırmış sarhoş bir kaptandın hep. Arada bir uzak bir ülkenin limanında karşılaşırdık seninle. Saçım sakalım uzamıştır, gözlerim ışıldamaktadır hala ve bilirsin durup dinlenmeksizin konuşmaya başlarım ta ki senin kara gölgelerin uzamaya başlayıp güneşimi de üşütene kadar. Uzun bir suskunluk olurdu az önce olduğu veya biraz sonra olacağı gibi. Kestiremiyorum suskunluklarımızı artık, her yeni anı değiştiriyor zamanı.
Evet, gizlerdim senden, kapıldığım girdapları, büyük dehşetengiz fırtınaların korkularını, çığlıklarımla delirdiğim kutup karanlıklarını. Belki de en büyük hatamdı bu benim. Sen yaralarını anlatırken benim derin korunaklı “gözüken” sessizliklerim olurdu. Senin hikayende bir sen acımıştın, sen korkmuştun sen yalnız kalıp ağlamıştın. Oysa bende kıyametler kopardı her seferinde. Gever’de uykuları korkularla dolu çocukların seslerini işitirdim hep. Afganistan’da bir ayağı mayında parçalanan annenin acısı yerleşirdi kimi zaman yüzüme. Cilo’da cudi’de yaralı, yalnız bir kartal olurdum. Ve bazen Zap’ta öfkeli bir kurdun dişlerini hissederdim, kafatasımı zorlardı öfkem.
gezegenin en şatafatlı yerinde
binbir gece masallarının hikayeleştiği sularda
mendil açıp eksik bir romanın kırıntılarını bekleyenlerdeniz.
bir dağ çocuğuna fazla gelmezdi denizin enginliği
ki gömlek cebinde taşırken denizkabuklarını,
patikalarından tırmanıp, ulaşınca zirvelerine sümbülün.
Sesini duymak
Kendime yabancılaştığım bu evrende,
Parçalanmış aynaların öncesi.
Yüzleri meleklere dönük.
Sözler, sis ve çamur
Bulanıklaşıyor ufukları masumiyetin.
ne kımıldayan dal
ne ürperen rüya,
bir kabus olmuş
çocuk yorganımızın altında
oyun sandığımız
yalancı dünya.
o da kendisini nimet sayarmış,
yadırgarmış anasının anlattığı
masalı.
Bezgin bir milenyum yılında
anladım kaybedeceğim her şeyin
yıllardır çözemediğim tılsımlı lisanını…
susmayı öğretti ilkin silahların gölgesinde
boğazını yırtarcasına bağırmak istediğin anlarda.
sonra sonra, usturayla dilimlenirken yüzün
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!