Mehdi Dijur: Hayatı, Biyografisi, Eserle ...

11

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

MEHDİ DİJUR HAYATI

Mehdi Dijur Ey her mekanda olan, hiçbir mekanda olmayan ki sensin
Ey her zamanda olan, hiçbir zamanda olmayan ki sensin

Senden bir tek bunu bilirim ki ilk günden beri
Tanımadı seni hiç kimse tanımlanamayan ki sensin

Mehdi Dijur

Gülün işvelerinin hikayesini bülbüle sor
ki bu muameleden karga ve baykuş ne bilir (M.D.)
Bu kubbenin altında bir ses yankılandı ve birkaç sabah üzüntüleri ve mutlulukları ile, yoklukları ve varlıkları ile, iyi olmadıkları ve iyilikleri ile geçirip sonunda varlığın mücevheratını ebedi yolculuğuna geri vererek canı büyük kerime teslim etti. Her ne söylenmesi gerekiyorsa söyledi ve her ne bırakılması gerekiyorsa bıraktı. Ben de bu eksik bilgi ve dar zamanımla onun şahsiyeti ve sanatsal kimliğinin boyutu için ne yazabilirim, ancak gelişi ve gidişi için bunu diyebilirim ki;
Merhum Mehdi DİJUR -Hüseyin oğlu- ki necip varlığının yıldızı Şubat 1924 yılında parlamaya başladı ve aziz tenin incisi 26 Ocak 1991 yılında ecelin taşıyla kırıldı. Öyle ki asi hayali gibi hayatı boyunca sakinlik ve huzuru olmayan, uçma hasretiyle tutuşan kafesin köşesine çekilmiş olan ruhundaki o hoş-uçan kuş uçmaya başladı...

Evet, o da geçti bu candan
Kim yok ki geçmesin bu handan

Ne yazık ki biz sevdiklerimize duyduğumuz duygularımızı ancak ayrılırken göstermeye artık bir âdet haline getirmişiz ve bu duyguları açıklamaya onların yaşadığı zamanda hoş görmüyoruz. Ama ben o anılması azize -herhangi bir şaibe, riya ve renkten uzak- yaşadığı zamanda söylemiştim ki: “Dilin âşıkların peygamberidir.”
Hamedanlı Dijur, söyledikleri düşündükleriyle bir olan ender şairlerden biriydi.
Sadece sanatta ve söylemde güçlü değil, davranış ve eyleminin güzelliği de herkesin dilindeydi. Sözleri düşüncesinden kaynaklanırdı. Kadife sözlü, duru gülüşlü, çarçabuk eylemli ve güzelliği seven biriydi . Çok konuşmaya sırt çevirirdi. Sanatta güçlü olmasına rağmen alçak gönüllü biriydi. On defa duyar bir defa konuşurdu. Sözü değerlendirme ve eleştiride haklıca bir titizliği vardı. Defalarca eserlerini yayımlama ricasını takdim ettim, ancak bu sözden başka bir şey duymadım ki: “En iyi eleştirmen tarihtir. Kalınması gereken eğer yayınlanmasa da kalacaktır, kalınmaması gerekenler de bin bir hile, tezvir, riya ve para ile yayımlansa dahi fenalaşmaya mahkûmdur!”
Kendisine esir düşürecek kadar başkalarını mutlu isterdi, bu da onun nedenli kerim ve cömert bir yüreğe sahip olduğunun göstergesiydi. Öyle ki bir gazelinde şöyle buyurur:

Beni avlamaktan avcının gönlü mutludur ve benim gönlüm de Ömründe eğer bir gönül ondan mutlu olmuşsa mutludur!

Edebiyat sanatının manevi, sözel ve yazınsal incelik ve tekniklerin tümüne tam anlamıyla vakıf ve hâkimdi, bu da sözlerinin aralığından hüveyda ve aşikârdır.
Firdevsi, Mevlana, Sadi, Nizami, Saib ve Hafız-i Şirazi âlicenaplarının yapıtlarıyla tüm hayatı boyunca hemdemdi ...
Şiirde özel bir şive seçmişti ki hem Hint sebk’inin temsillerini içerir, hem de Irak şivesinin fehametine sahipti. Hint tarzının rengini almayan bazı gazelleri Saib'in (Tebrizi) iyi gazelleriyle karşılaştırılabilir. Gerçi eserlerini çoğunun nükheti (rayihası) Hint şivesine benzer fakat sıkıcı Hint tarzının ifratından da arıdır. Hâlbuki sözcükleri, tümleçleri ve şiirinin vezinlerinin dört erkânı Irak yöntemine yöneliktir.
Dijur, şiirde ilericiydi. Ona göre yeni ve eski şiirin hakkında konuşmak yersizdir. Ona göre edebi eserlerinin en büyük özelliği onların kalıplı olmaları değil belki amaçlı ve içerikli olmalarıdır. Her ne kadar Dijur’un edebi eserleri içinde ara ara çağcıl ve modern şiirin örnekleri gözükse de onu klasik bir şair olarak değerlendirmeliyiz.
Tüm ömrü boyunca akıcı yüreğinin sonucu yüze yakın gazel, kaside, rubai ve diğer enfes eserlerdir.
Dijur'u gazel yazan biri olarak bilmeliyiz ki gazelde dörtdörtlük bir eli vardı. Şayet yazmadaki o yerinde ve haklı titizliği olmasaydı, cesurca diyebiliriz ki ömrünün sonuna kadar binlerce gazel ve kasideyle dolu bir divana sahip olabilecekti. Ona gereksiz ve beyhude söylemeye set ve mani olan, ara sıra söyleten ise onun şairane sorumluluğuydu.
İnsanlığa genel olarak ve kalem ehline de özel olarak saygılı bir sorumluluk duyardı, onun içindi ki tüm hayatı boyunca asla değerli sanatını parayla değiştirmeyi kabul etmedi ve katiyen şiirinin özgün ve asil hırkasına ikiyüzlülük atkısı takmadı!
O hayatın tüm tatsızlıklarını nitekim irfanın tatlı tadını tatmış bir âşıktı. O aşkın ve irfanın temalarını âşıkane şekerlerle ehl-i gönlün ağzına aktarıp tattırdı.
Riyadan ve eziyet etmekten nefretiyse Hafız’la (Şirazi) onun arasındaki iki belirgin ortak noktasıdır, ki bu ikide de onunla aynı gönüldedir. Gerçi onun tarihin bir istisnası olduğunu demek istemem ancak bunu belirtir ve vurgularım ki Dijur tekâmülün yolunu bulmuş ve bundan yola çıkarak kötüyü iyiden teşhis etmişti. Değil mi ki sanatın gerçek amacı insanın güzellikleri çirkinliklerden, iyilikleri kötülüklerden temyiz ve teşhis edebilme özelliğinin edinmesidir, ki hakikaten de Mehdi Dijur bu kutsal amaca nail gelmişti!
O anısı azizin edebi şahsiyetinin ebadı hakkında bu kadarla yetiniyorum, onun şiirsel ve kişilik özelliklerini tanımayı ve değerlendirmeyi size bırakıyorum ki sanatçıların yapıtlarının kenar ve köşesinden onların kimliği ve kişilikleri görünebilir, bilirim!

Öyleyse burada sözün sonunu, başlangıcında da olduğu gibi o ulu üstattan bir şiirle noktalıyorum;

Hoş vakit o ki çiçeğin yâri şebnem gibidir
Diyelim ki bu hemdemliğin (canciğeliğin) ömrü bir dem gibidir
Nitelikli yaşamak nicelikli yaşamaktan iyidir
Ki çiçeğin ömrü az, sunduğu güzellik âlem gibidir
Dertsiz kimselerle bizim işimiz yoktur
Ki onları cennette görmek cehennem gibidir.

Işıklı ruhu şad olsun

Mohammad (Sasan) Rejebi
(İranlı sanat ve şiir eleştirmeni)
Çeviri Farsçadan: Behruz Dijurian
.............................................................

"MEHDİ DİJUR Kızının Kalemiyle"

Mehdi Dijur (Hüseyin oğlu doğum yılı 1924… şair, gazel, kaside ve mesnevi sahibi...)

Şair Dijur’u herkes tanır, veya daha iyi söylersem Dijur’u şiirle herkes bilir ancak benim bildiğim Dijur şair değildi –ya da şairlik büyük işi değildi-. Umuma hitap edilen bu gazel onun duru cevherinin usaresi ve özüydü. Öyleyse şimdi ben o duru ve diri cevherden söz etmek isterim!
Demem o ki Dijur şair ya da aşık değil, ki aşkın ta kendisiydi…Aşk denince demek istediğim efsanevi aşk değil, o aşk ki Dijur’u zihnin o kadar karmaşası ve iç’in o denli çetrefilleri içinde zamansızca ara sıra yerinden kaldırıp kaleminden kağıda bir şeyler damıtmasına sebebiyet verendi.…Nitekim aynı anda onu kışkırtan gene o aşktı ki en aziz varlığı olan kalemi yere bırakmasına ve uzanan bir eli sıkmak için hızlanmasına neden olurdu. O aşk ki bu zarif ve hassas kalbi güzelliklerini bırakıp çimentonun, demirin, pik ve paranın peşine koşmaya mecbur ederdi, öyle ki bir çocuğa bir saçak olmaya, bir ananın kalbine tebessüm konmaya veya bir erkeğin omzuna bir onurun açılmasına neden olasın diye!
Sen şair değildin, baştan aşağı şiirdin.
Dijur; sen duygunun ta kendisiydin.

Nitekim asla kimse kendisinden sormadı ki sen şiirlerine o kadar aşkla bağlıyken –hatta onları birer çocuğun gibi görürken- niye onları yayımlanmaya hiç fırsatın olmadı? Neden o kadar hayalini kurduğun üniversite eğitimini tamamlamaya vaktin olmadı? Niçin kendi şiirlerini, yüzünü ve sesini kalıcı kılabilmek için zaman ayırmadın? Şiirinden daha önemli neyin vardı ki senin? Ama senin daha tali uğraşların vardı, senin endişelerin vardı, sen gitmeliydin ve şiir yazma vaktin yoktu senin!
Bir çocuk vardı kucağına alınması gereken, ki birazcık dahi olsa annesizlik üzüntüsünü unutsun diye! Ama bu çocuğun annesizlik gamının yanında elbisesi de yoktu, hamamda masaj da, kese de isterdi, sırta alınıp atçılık da oynamak isterdi. Sen onun için aslan da olurdun, at da.. kişnerdin de! … Şiir topluluğundaki başkanı olmanın kilosu kaç para? !

Aşkın şölenin ışığıyım bana afitap diyebilirsin
Yakınlık meclisinin pırıltısıyım bana şarap diyebilirsin

Ve böyleydi ki seni banka müdürleri, hastaneler ve doktorlar tanırdı.
Bütün demir tüccarları, pazarlarda çalışan esnaflar tanırdı. –Kim bilir birçoğu senin şiirinden haberdar değildi dahi-, onlarla ne işin vardı? Niye onlara şiir okumuyordun?
Senin duygusallığa vaktin yoktu. Benim seni tanıdığım gibi şiir yazmazdın sen. Ancak ne zaman ki telefonun üzerindeki numaraların kafiyesinden kurtulmuş olsan; bu bankayı aramak veya o emlakçıyla konuşmak, bu dostla, o tanıdıkla yeni bir gelin ve dâmâda bir kredi almak, hasta olan birine ilaç ayarlamak, işte tam o an! Sen şiirini kasana el uzatan bir el olduğunda ya da başkasının hakkına ayak basıldığı anda söylerdin… Belki bir başkası senden daha ihtiyacı vardı veya filanca tüccarın, senin çocuklarından daha da müstahaktı. Ve bütün bunlara rağmen asla hayat şevki senin gözlerinde kıvılcımsız kalmazdı.

Her yanım aşk, her yanım coşku, her yanım sevgi
Bana çocukluk neşesi, şevk-i şebap (gençlik) diyebilirsin

Bu çocukluk ve neşe ne zaman biterdi. Dostların evine giderken onları da götürebiliriz. Bakın badem ağcı gonca açmış! Adeta bu iki güvercin bir birine gönül vermiş! Bizimle gelin o akasyaların altına sohbet edelim! Kesekten fırında (yeşilliklere gidildiğinde kürkle topraktan alınmış kesekleri bir piramit şeklinde dizip içine saman, kuru dallar ve odun yerleştirilerek yakılır. O çıkan hararetli ateşte kesekler sıcak fırın gibi olur. Ateş ve alev dindiğinde piramitin içine istendiği kadar patates yerleştirilip sonra piramit, patatesler içine gömülecek şekilde kürekle ve taşla yıkılır. Bir-iki saat sonra tepecik şekline almış toprağı kenara atarak doğal bir şekilde pişmiş olan kumpir patatesler çıkartılır. Sonra ekmek, domates, salatalık ve soğanla afiyetle yenir.) patatesi sever misiniz? Koşun kesek toplayın! Çelik çomak, yedi taş, ne de güzel oynardın. Suyun üstünde taş sektirmek! Kimin taşı daha çok seker? Yedi defadan daha az olmuşsa yanmışsın, demek! Uzun eşek için çocukların dizilişine ne demeli? … Bu senin şiirlerindeki redifti işte! Her adımınla ve her nefesinle şiir söylerdin sen. Hayır, her adımın ve her nefesin bir beyitti senin!

Çocuklar toplanın dut yıkadım!.. İri beyaz dutlar üste çıksın diye sepeti yukarıya aşağıya sallarken her duraksamanda, biz çocukların meraklı ve heyecanlı bakışlarındaki iniş-çıkışa, med ve cezirlerine dalardın ve her çocuğun bekleyen gözünde takip ettiğin o şevkse, işte o her beytin için bir kafiyeydi!

Nitekim hiçbir zaman, koşar adım ve yorgunca, lastikten taşa, taştan demire, vida ve cıvata, çimentodan, senet ve konşimentonun, tırın ve alıcının peşine düşerken, elin en yakınındaki çocuğu kucaklayıp sırtına almayı, onu evin etrafında zıplaya zıplaya gezdirmeyi, kendini ve onu sarhoşça kahkahalarda boğdurmayı asla unutmadı.
Sen şiir söylerdin ama şiirin dünyasında yaşamazdın. Sen o âlâ arştan iner ve yeryüzünde sıradan insanlarla yürürdün. Aşkı, mahbubun mahmur nergisinde değil belki halı dokuyan kızın kuru ve bitkin gözlerinde keşfederdin. Onu çekip çıkarır, aşkın yorgun ve yalnız kolları ve kucağı için ninni söylerdin. Bu senin şiirindi.
O şiirinin uzun, bülent boylu yay kaşlısı bekleyebilirdi. Bülent boylunun biri hastanenin yatağı üzerinde yardım beklemekteydi, iki dost arasında kederli bir durum meydana gelmişti, evin birini hüzün tozu sarmış, figan ve feryat iki aşığın terane ve tebessümünün yerine geçmişti! Sen olmazsan kim bunların arasını bulup sefa, birliktelik ve barışı üzerlerine serpecekti?!
O her vakit aşık olan Leyla ve Mecnun’lar şiirlere aitti sadece. Senin dünyanda Leyla ve Mecnun bir birinin yakasını çekiştiriyor çocuklarının günlük harçlıklarını talep ediyorlar. Öbürü hayattan bıkıp yaşamına son vermek istemiş! Peki onun gönlüne kim umudu aşılayacaktı yeniden? Kim hayatın güzelliğini hatırlaması için ona ayna tutacaktı tekrar?! Bunlar senin şiirinin terci-bentleriydi!

Kini yakar, sevgiyi açar barışı öğretirim
Kargaşa ateşinin içinde bana ap (su) diyebilirsin

Seni çok az adam tamca tanıdı; ancak o acı ve sevgi ile aşina olan, o ki şimdi bir ülkenin onurudur ve evrensel bilimde söz sahibi. Ama hala alçak gönüllülükle o hamam hatıralarından bahseder… İri yarı tellağa onu iyice yıkaması için iltimas geçmen…

Dostların sefası ayrılık acısını unutturur bana
Sevgi-perest olmanın mutluluğuyla bana kamyap (muradına ermiş) diyebilirsin

Seni az insan tanıdı; ancak o köylü ki sen üniversite hocalarının yanında öylesine onu övdün, öylesine toprağın gönlünden çıkardığı gül ve baldaki becerisinden bahsettin ki hocalar çiftçinin önüne baş eğdiler… Sen ona başı dik tutabilmeyi hatırlattın. Bu senin şiir tilavetindi!

Ağyar ve mahrem tanımaz yüreğim sefa dağıtırken
Meşrebimin geniş olmasından bana sehap (bulut) diyebilirsin

Bir gece dahi olmadı ki uyanmayım ve görmeyim seni; köhne divanın üzerine oturup bir elinde kalem öbüründeyse bir şiir divanı köşesinde bir tavsiye yazarken, bir makaleyi düzeltirken ya da yıldızlarla muhabbet etmezken!
Ve eğer ki bir uyku basarken öylesine oturarak ya da yarı açık bir kitabı kafanın üzerine tutarak adeta bir ananın yegâne yavrusunun başını kucağına koyar gibi uyurdun sen!.. Beş dakikadan fazla değil, sonra yeniden yenilik ve yarenlik, nasıl da görkemli ve hayret verici bir şiir şöleni sunardın saatlere!

Derin bakabilenler meclisinde bağlılık mayam var benim
Sözü bilme deryasında bana hubap (köpük) diyebilirsin

Her şeye rağmen, gün olmadı ki sen hızlı, heyecanlı ve sarhoş aşık kendi günlüğün yorgunluktaki dikenlerden kendini dışarıya atmayasın! Çocuklar kalkın Abbasabad'a (Alvend dağına giderken Hamedan’ın en güzel ve yeşillik semtlerinden) kaymak ve bal yemeye gidiyoruz. Meydan-ı Mishan’a (Koçların Meydanı, Alvend dağının eteklerinde bir alan) gidelim naneli yayık ayranı içmeye… Göçebelere çay ve şeker götürmeyi unutmayın sakın!
Çocuklar Meryem Beşiği buradandır. Kim Nebi Havuzundan peş peşe yedi taş çıkarabilir? …Taksim-i Ap (Su dağıtımı; Ganjname, ya da Hazine Mektubu olarak bilinen, Elvend dağının kayalarına çivili yazıyla yazılan eski tarihi eserlere giderken Alvend dağındaki karın erimesinden ve sularından kaynaklanan nehrinin bir noktası. Nitekim gelen su oradan, etraftaki arazi ve bağlara dağıtılmaktadır.) eğilip dünyayı tersten görün bir de! Her zaman bu taraftan bakmamak gerek! Kış mı oldu? Bu tipide Birinci Sığınak acayip keyiflidir. Kaynar su demli çay, o koca semaver ve fincanın sıcaklığı sersem, kızıl, şişmiş eller arasında!..

Ve sen nasıl da güzel söylerdin şayet bir misafirlikte, mahfil ve mecliste olsaydın; Dijur nerede olsa soğukluk ve sıkıntı oradakilere sirayet etmeyip gölge etmemeliydi. Şiiri, sözü, hikaye ve hadisi -eski ve yeni- öylesine şevkle ve heyecanla paylaşırdın ki her dinleyici elinde olmadan aşka gelirdi, sabırsızla başka bir kelam ve konu beklerdi o bi'payan ve sonu gelmez eşi az bulunan derin bilgin ve emsalsiz bakış okyanusundan!

Sühan (söz) gül, encümen gül, bu ruhu uçuran gülzarda
İçimin lütfu ve şiirin kayrasıyla bana gülap diyebilirsin

Ve ne de beyhude bir kalem koşuşturmasıdır bu, neden ki hiç kimse senin meram ve makamından diyemez ancak sen! Öyle ki bu şiirinden daha iyi tanıtılamazdı hiç kimse seni!
Seni bilenler bilir ki bu şiirde sen kendini övmek değil, sadece tevazu ile kendini tanıttın, ne zaman ki buyurdun:

Aşkın şölenin ışığıyım bana afitap diyebilirsin
Yakınlık meclisinin pırıltısıyım bana şarap diyebilirsin
Her yanım aşk, her yanım coşku, her yanım sevgi
Bana çocukluk neşesi, şevk-i şebap diyebilirsin
Kini yakar, sevgiyi açar barışı öğretirim
Kargaşa ateşinin içinde bana ap diyebilirsin
Dostların sefası ayrılık acısını unutturur bana
Sevgi-perest olmanın mutluluğuyla bana kamyap (muradına ermiş) diyebilirsin
Ağyar ve mahrem tanımaz yüreğim sefa dağıtırken
Meşrebimin geniş olmasından bana sehap (bulut) diyebilirsin
Derin bakabilenler meclisinde bağlılık mayam vardır benim
Sözü bilme deryasında bana hubap (köpük) diyebilirsin
Sühan gül encümen gül, bu ruhu uçuran gülzarda
İçimin lütfu ve şiirin kayrasıyla bana gülap diyebilirsin
Sevgiyi bilen dostların sevgisi bana yeter Dijur
Ki gönül aydınlığından bana afitap diyebilirsin.

Ve böyleydi aşkın Dijur’u, aşığın Dijur’u, şuurun ve şiirin Dijur’u!
Dijur; kendi zamanın en şairane şiiriydi… .. .

Kızın Nesrin
26.Şubat. 2012
Hamedan Payam Gazetesinde Yayımlanmıştır.
Türkçesi: Behruz Dijurian

NESRİN DİJUR: 1970 İran-Hamedan doğumlu. Lisansını Tahran Üniversitesinde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünde bitirdi. Yüksek lisansını Fars Dili ve Edebiyatında devam etti. Geçen sene Tahran Üniversitesinin Fars Dili ve Edebiyatı doktora bölümünün sınavını kazandı. Şuan emekli olan Nasrin Dijur, Hamedan Ziraat Bakanlığındaki kütüphane, uzman kütüphaneci olarak çalışmıştır Evli ve kainat güzeli iyilik anlamında (Reşt Ünv. Hukuk Bölümünde eğitim gören Niki adında bir kıza sahip.

Eserleri


Şerh-i Şeb-i Dijur (Divan-i şiir / Farsça)
(Karanlık Gecenin Hikayesi)
Dijur (Farsça) (ayrıca şairin şiirdeki mahlası) = Karanlık