Göz alabildiğine uzanır, lâcivert bir hicran,
Yalnızlık, omzuma asılmış eski bir buhran.
Mazinin gölgesi, sessizce düşer yüzüne,
Her adımı bir sır, kederli düşüme
Semâ mahsun bir anne gibi,
Evvelce ağlamıs, artık susmuş gibi
Hızır Saati
Gece, üç zifiri karanlık,
Bir rüyanın kıyısında sallanıyor saat.
Zaman, küflü bir ekmek gibi ufalanıyor avuçta,
Ya da paslı bir musluktan damlayan su gibi,
İnsan Olmak
İnsan hayatı, büyük bir bahçe gibidir. Herkesin kendi köşesinde ektiği bir fidan vardır. O fidana su verip gölge sağlayacak olan, onun kendi sahibidir. Ama bazı insanlar kendi fidanına bakmayı bırakıp başkasının ağacına yönelir:
“Senin ağacın meyve verdi mi? Dalları düzgün mü? Çiçek açtın mı?” diye sorar.
Halbuki esas sorması gereken şudur:
“Susuz kaldın mı? Rüzgâr seni yordu mu? Sana destek olmamı ister misin?”
Islık
Derinden derine bir ıslık çal,
Hüznün melodisi olsun dudaklarında,
Mahalle aralarında yankılanan eski bir türkü gibi,
Yarım kalmış cümleler, unutulmuş notalar gibi,
Kadının Adı: Vatan
Kimi zaman dağ başında mermi taşıyan bir ana, kimi zaman erkeğinin arkasında dimdik duran bir eş, kimi zaman da tarlasında evladına ekmek yetiştiren bir emekçidir Türk kadını… O, bazen Nene Hatun olup Erzurum’un buz gibi ayazında düşmana karşı taşla sopayla savaşan, bazen Halide Edib olup meydanlarda haykıran, bazen de Kara Fatma olup cepheye silah kuşanandır.
Yıl 1919… Anadolu yanıyor, yüreklere düşman postalı basıyordu. Erkekler cephedeydi ama geride kalan ocakların dumanı dağılmamıştı. O ocakların içinde dimdik duran, gözünü budaktan esirgemeyen kadınlar vardı. Onlar, vatanı sadece bir toprak parçası değil, bir ana rahmi gibi kutsal bilenlerdi.
Karın Fısıltısı
Kış, kentin sırtına beyaz bir ceket giydirir;
Eski bir masaldan düşmüş gibi, her sokak köşesi bir kartpostal olur.
Üşüyen sokak lambaları, titrek bir şiir okur karanlığa;
Işıkları, rüzgârın ellerinde titreyen bir mum gibi dalgalanır.
KÜRT KARDEŞİM
Benim diğer yanım, varlığıyla içimi ısıtan, yokluğuyla karanlıklarımı derinleştiren kardeşimdir.
O, dağların doruklarında rüzgârla yarışırken, göğüslerinde tüm Anadolu’nun direncini taşır. Tıpkı Urfa’daki çiğdemin ilkbahar güneşiyle açması gibi, sen de içimde umutlarımı yeşertirsin.
O, sırtında Torosların yüksek yamaçlarını taşırken, gözlerinde bu toprakların geçmişini ve geleceğini barındırır.
Velhasıl Kardeşim, sen, toprağımın derinliklerinde filizlenen sevdanın en saf halisin.
memleketime ait bir kentteyim
evimden uzakta,
bir durakta beklerken düşüyorum içine geçmişin
çocukluğumun geçtiği yokuşa benzer buralar
Kelam baş göz üstüne, muhabbet gözler
Gözlerden ırak, küskün geceler
Huzursuz buhranlar, bela başın dargınlığına cereyan
Saygıdan eğik ,selamdan ırak, titrek dizlerin kahrı
Göz bebeğinin güldüren sevdasına,
Kondurur son buse,sarı yakan lebleri.
Rakı bardağını uzatırken,
ellerimde bir zelzele titrekliği
sanki dökülen ben oluyorum,
dudaklarımın arasından süzülen bir "of" gibi.
Titrek ellerim, bir ağıt taşır,
bütün geçmişim, o ince camda yankılanır,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!