Eyüp Sultan Dergahı’nın kalbindeyim
Unuttuğum yitiğim kalbimdir dost
Ne yana döndüysem sendin kabe’m
Hangi tarafa baksam, yolumdur dost
Şaşırsam da tutuyor görmediğim elleriyle
Soysuz bir üçkâğıtçı madrabaz mıyım ben
yalan mı söylediklerim yalancı mıyım yoksa
ben hiç şiir yazmadım ki, deli miyim?
kalemi tut diyenin hizmetçisiyim
etrafıma bakınırken doluşuyor mısralar
Duyarım hep birilerinden
İstinye’den kalkarmış bir vapur
Ne istinye’nin neresi olduğunu
Ne de kalkan vapurun nereye gideceğini
Hiç bilmem…
Alçaklık bile taht kursa zamana
Ve susturulsa bilen diller bir bir
Vakit ille de doğmak vaktidir
Toprak yummalıdır koynunu ecele
El yordamsız büyümelidir rahmet
Dosdoğrusuyla yaşamalıdır yine de insan
Utanacağım ne varsa
Fütursuzca sarf ederken yüzüme
kendi yüzümden utanıyorum
gücüm kayboluyor sana bakamıyorum
Hayret… Nadir bir hal üzere
Avuçlarından öptüğüm
Sımsıcak gülüşün
Dolacak sabahlarımıza
Yaşanacak tüm zahmetlerden
Daha çoğunu ve beterlerini
Madem gün batımıydın benim için
Ve solmak sana değil bana yazgıydı
Hayatın susuz kalan her çöl gecesinde
Parmak ucumdan iliklerime
Bir akrep zehri karışmalıydı
Tam mısranın ucunu tutmuşum
Niyetim bir sevinç yazmak
İsmimden başkası yok
Aklımda da hayatımda da
Nereden bulayım canım efendim
Neş’eli bir şiir kim yazmış ki
Yitiğini arayan çocuksun
Kırlangıç kuytusunda
Bölüp bölüştüren
Gözündeki yaşın hesabını
Zifiri bir geceden
Dökülen kaşın yapar
Bırak çekip gitsin ebabiller
Gitme gözünü sevdiğim
Düşürme ardı sıra gönlünü
Gittiğin yolların başında
Daha gitmeden bir düş gördüm
Sen gidersen bil ki ben olduğum yerde
Bulhaz'ların Hası... O kuru odunlar arsında bir yaş... Yandı ha yandı. Ne alevleri gördüler, ne sıcaklığını hissettiler yüreklerinde. Bir o yandı, bir de onu gören. Zaman yandı kül oldu, mekan uçtu yel oldu. Bir o yandı bir de onu görebilen.