Damdan düşeni buyur ettiği hane
Menekşe kokulu pencere pervazları
Tutunan örümceğin ağıdır umut
Bir gün evet bir gün böyle bir nakışla
Tutturacaksın dünyanın kıvamını
El emeğini sereceksin iki duvar arası
Oy benim sol yanım
Her gece seyirip uykumu bölen
Kapalı gözüme mısra olup düşen
Kavrulduğum haline gönüllü yanım
Avuç içi dünyaya sığamayıp
Yerim dar diye gelin olası tutan
Aaa abla gelmiş, hoş geldin abla
N’olur beni seç abla beni beğen ben gezdireyim sana yuvamızı
Bak bu geniş kapı sadece siz geldiğinizde açılır abla
Biz yandaki daha küçük kapıyı kullanıyoruz
İlk gelenler hep bu büyük kapıdan girerler abla
Beni ilk getirdiklerinde bu kapıdan girmiştim bende
Tut ki özlemişim seni
Tut ki hasretine düşmüş gözüm
Yollarını gözlemişim hep
Gelmez misin?
Tut ki geceleri yığmışım
Ankara Garı’nın önünde başladı
Aklımı oynatma hikâyem
Raylara daldı gözlerim
İlk konulan bu muydu, yoksa şu mu?
Mıh gibi aklıma raptettiğim perçinler
Aşüfte pazarıydı dudakları
Yanağı al dili bal
Savrulurken çingene pembe etekliği
Kokusu akla ziyan kalbime sokulan
Kaldırımlar çekilin aramızdan
Yollarına serin beni siyah saçlarımdan
Yıldızı firari gök kubbenin altına otur
Kurduğun sofranda nar olsun sana yar
Bir buse ol gamzede bir yudum şarap
Düşen her hilal suda sevdan olsun kâr
Madem mızrap atar göğsünün telinde
Peş peşe takılmış katarlar gibi anılar
Birinin yüzünde ayrılığın hüzünlü yaprağı
Diğerinin gözlerinden düşen yılları
Kazanmak kaybetmenin en zorlu düşmanı
Sazendeler susmuş bilinenler unutulmuş
Dar geçitlerin çıkmazlarındaki pusular
Bulhaz'ların Hası... O kuru odunlar arsında bir yaş... Yandı ha yandı. Ne alevleri gördüler, ne sıcaklığını hissettiler yüreklerinde. Bir o yandı, bir de onu gören. Zaman yandı kül oldu, mekan uçtu yel oldu. Bir o yandı bir de onu görebilen.