Ülkemizde ve dünyada eğitim bir ülkenin ilerlemesi,kalkınması,ayakta durması için olmazsa olmazların başında gelir. Toplumları geçmişiyle yarınlarına daha emin adımlarla taşımak için eğitimin çok önemli misyonu vardır.Bu misyonun devamlılığı için eğitim her zaman taze kana ihtiyaç duyar.Bunu da kendisinin geçmişten bu yana yetiştirdiği bireylerle gerçekleştirmeye çalışır. Bireyler farkında olsun ya da olmasın formal ya da informal bir şekilde eğitime katkıda bulunurlar. Eğitim yaşı formal anlamda belki 36 aya kadar düştü ve 3 yaşından sonra belki yaşam boyu eğitim programlarımızıda dahil ederken hayatımızın büyük bir kısmı eğitimle geçmekte. Ülkemizde İlkokul,ortaokul,lise,lisans,yüksek lisans,doktora eğitimi tamamlandıktan sonra bu aşamaların herhangi birinin ardından iş hayatı başlamaktadır. Eğerki öğrenci bu aşamalarda büyük başarı gösterirse belkide yurtdışına gitmekte ve dünya sıralamasında üstlerde olan üniversitelerce "beyin göçüne" dahil olmaktadır,burda yatay bir beyin göçü yaşanmıştır. Yatayda yaşanan bu beyin göçü geri dönebilir,gittiği yerde daha donanımlı olup yuvasına dönebilir,kendisini olabildiğince üst seviyelere taşıyabilir ya da bir aşamada sistemden kopup başka bir hayat yaşayabilir. Zaten bu seviyeye geldiyse kopması düşük bir ihtimal gibi...
Gelelim dikey beyin göçüne. O kadar eğitim alıp teog,lys,kpss,ales,yds girip bölümü,mezun olduğu üniversite ne olursa olsun. Bu sınavlarda başarı elde edemeyen birey,hayatının başlamasını hep ertelemiştir.Zaten başlayacak gibi durmuyordur. Matematikteki dikey eksende gibi aşağı yukarı hareket eder,davamlılık,kararlılık göstemez.Hep pişmanlık yaratır geçmiş tercihleri;keşke daha düşük bir puanlı bölüm yazsaydım da atansaydım diye çünkü yüksek puanla öğrenci alan bölümlerden mezun olan çoğu aday şuan işsiz ve iş beklemekte.eeee ister istemez insan beyni hemen kıyaslama yapabiliyor,benden daha düşük puanla yerleşti ama hemen iş sahibi oldu bense kpss 10 kez girdim olmuyor,alım az puanlar yüksek. Bu şekildeki gibi mezunlara verilen ilk tavsiyelerden biri "özelde çalışsana", oluyor. Özelde özel kölelik yaptırılmak isteniyor ve aday bunu son çare olarak görüyor.Dİkey beyin göçü bireyi hep en derinlere,eksilere,depresyona,tükenmişliğe ve hatta örnekleri çok ihtihara kadar götürebiliyor. Madem 20 yıllar boyunca eğitim almış bireye çıkışta diplomasıyla birlikte iş vermeyecektiniz, neden 20 yıl meşgul ettiniz. Tabikide kendi tercihi bu ama bir zahmet eğitiminin karşılığını da bir nebzede olsa veriniz.
Osmanlı Devletinde Tarhuncu Ahmet Paşa öncelikle devletin geriye doğru on yıllık harcamalarıyla ilgili bir araştırma yapmıştır. Bu araştırma sonunda devletin yıllık gelirleri ile giderinin ne kadar olduğunu yaklaşık olarak hesaplamıştır. Böylece devlet gelirleri ile giderleri arasında denge kurarak denk bütçe yapmayı planlamıştır. İlk kez modern anlamda bütçe hazırlamış, gelirlerin 24 milyon, giderlerin 25,5 milyon altın olduğunu tespit etmiştir.Bütçe açığının saray masraflarının çokluğundan ve lüzumsuz hediye ve bahşişlerden kaynaklandığını görünce, bunları azaltmaya çalışmıştır. Bu çalışma hep hoşuma gitmiştir Tarhuncu Ahmet Paşa ne güzel yapmış,belkide herkes ayağını yorganına göre uzatmış, Devlet bir nebzede olsa toparlanmıştır.Şimdinin teknolojisi,bilgisayar çağı,ilerlemiş eğitim seviyesi ve yüksek kültürü düşünüldüğünde acaba diyor insan çok mu zor denk bütçe gibi bir çalışma yapılarak eksiğimiz fazlamız nedir?, şu bölümlerden,şu işlerden önümüzdeki 10 yıl alımlar az olmalı,gençlerin bu mesleklere yönlenmesi ihtiyaçlar doğrultusunda kısıtlanmalı. Ama nerde? Artık elini sallasan herkes üniversite mezunu,bu anlamda eğitimin denkliğide hesaplanamz mı? Mesela bir A mesleğinden 5000 kişiye ihitiyaç varken 30.000 kişiyi mezun etmenin mantığı nedir. Her mezun iş bulmak zorunda değil diyor bazıları ki bunu diyenlerin zeka seviyesi tartışılır.25 yaşından sonra çaresiz, boş boş gezen diplomalı işsizler,ailelerine karşıda mahcup olmakta,hayatının en önemli yaşları 20li yaşlar çok sıkıntılı geçmektedir. Artık hayat 30-35 yaşında başlamaktadır.Dikey beyin göçüyle 20 yıl aldıkları eğitim yavaş yavaş dibe vurmakta ve bu gençlere eğitim veren öğretmenlerinin,doçentleri,profesörlerinde verdiği eğitim boşa çıkmış olmakta.
Günümüzde sosyal,ekonomik ve siyasal gelişmelerden dolayı bireyin gerek kendi kişiliği gerekse diğer insanlarla kurduğu ilişki çeşitli bir biçime dönüşmüştür. Artık bir uğraştan daha kolay etkilenebiliyor ya da daha kolay sıkılabiliyoruz,bir ortam çok hoşumuza gidiyor bir kaç saat içinde bu ortama yabancılaşabiliyoruz,yeni insanlarla tanışıyor onlara hayran oluyoruz ya da garip bulup uzaklaşıyoruz fakat zaman sonra bu insanla ilişki tersine dönebiliyor. Bunca bocalama,ikilem,karmaşa,kalabalık veya yalnızlık içindeyken çoğumuz sığınak olarak ait olduğu,inandığı dini ve dini uğraşları,ibadetleri bir kurtaıcı gibi görüyor. Ayağa kalk,silkelen,kendine gel bu dünya boş,zaman hızla akıp geçiyor dese de iç sesi,onu çok az dinliyor günümüz "sosyal insanı". Sosyal insan,sosyalleşme derken ilk bakışta küçük görünen fakat çok önemli olan model alma sürecine dahil oluyor. Belki dinini daha iyi yaşamak için etrafındaki dinine düşkün insanlara bakıyor fakat bir yanda 5 vakit namazını kılan,orucunu tutan,zekatını veren örnek modelleri görürken bir de bu kişilerin karakterlerini,davranışlarını,huylarını görünce aradaki uçurum biliçaltında kötü ve iyiyi yanyana koymaya izin vermiyor. Ya hep ya hiç arayan insanlar,gençler; dinini iyi yaşayan fakat kişilik anlamında fazlasıyla bozuk,dedikoducu,fitne,yalancı,riyakar muhteremleri görünce bu ahir zamanda dinden de soğuyor,dinden de uzaklaşıyor. Temiz bir niyetle ibadetlerini azda olsa yerine getirmeye çalışsa bu zamanda mükafatını fazlasıyla alacak ancak saldırı altındaki nefsi bu duruma yeniliyor. Sadece günlük mutluluklar,tecrübeler edinmek için kendini yoruyor insanoğlu. Bu yüzden eğer ki etrafımızdakilere örnek olacaksak herhangi bir anlamda ikiyüzlülükten uzak durmalıyız. İyi bir rol model olacaksak bunu yalanla yanlışla bozmamalıyız.
Merhaba dedim;
Surat yaptı.
Hoşgeldin canım dedim;
Yan yan baktı...
Konuştum,gülümsedim yine olmadı!
Bari birde
çok uzaklarda değil,yakınlarda bir kasaba varmış.halkın çoğunluğu çiftçilikle uğraşıyor,yaz ayları hep bağ bahçede geçermiş...
günlerden bir gün,kasabada bir dedikodu ortaya çıkmış,belkide gerçek...KASABADA BİR MELEK VAR! !
halkı telaş sarmış,herkes meleğin kim olduğunu,nasıl olduğunu merak ediyor hatta kendilerinden şüpheleniyorlarmış,'ben olamam çünkü melek temiz olur,günahsız olur,güzel olur...' diyerek kendilerini elemişler.meleği bulmak için çok uğraşmışlar fakat ona ulaşamamışlar ve kasabada sayım yapmaya karar vermişler.belirlenen günde sayım yapılmış ve melek bulunamamış...
...sayımdan on gün sonra kasabadaki bir anne temiz,günahsız,güzel bir çocuk dünyaya getirmiş...
Ellerinde keser yarası,
Gözlerinde yılların yorgunluğu
Hayatın tüm yüküne rağmen,
Hiç bitmeyen gülen, yeşil gözlerinde.
Bir şubat sabahı,
Boğazında küçük kalp ağrısı,
Biliyor musun,
Ekime hiç şiir yazılmamış
Eylülmüş kapıyı aralayan,
Kasıma şarkılar,
Ardından bembeyaz karlar,
Ama Ekim'de hep sararmış ayrılıklar...
Zamanı tutamıyorum anne,
Günler yük dolu katarlar misali,
Karşımdaydı az önce,
Şimdi dağları aştı,
Gidiyor yeni duraklara,
Kimini indiriyor sevinçle,
Ömür üç günlük,
Vakit geçiyor
Orada yada burada
Mavi denizde, yeşil kırlarda,
Yalnız dağlarda,tozlu bir bozkırda
Ya da köhne beton yığınında.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!