dağlara alacalar
sevdalara kül düşmekteydi
ıssız kahramanlıklara muhtaçtı yetimler
gönüllerinde en derin şarkıların çaldığını
duymadılar
zulmeti terkisinde eriten süvari
asaleti tirkeşinde götüren okçu
adresi yitirmişti
yasaklı ateşler yanıyordu evlerde
alevleri yorganlarda donuyordu
yalnızlığında acıyı büyüterek kalabalıklaşan
anneden bihaberdi
kendi kalabalığında hep yalnız
yaşamaya mahkum olanların
ayaz iliklerine değmişti
göç etmeye korkan güvercinleri
yuvadan uçuran merhametti
umutlarına yaslanan mahkumların yürekleri
gözlerine vuran merhametti
durdukça duran
kandil gecelerini aydınlatan
karlarla sevgi sevgi uzayan katarlardı
turnaların kanatlarında
yedi iklime ulaşan
muştuların tadıydı bazen
bazen da namluya sürülmüş kurşunların
en kızıl yerinden vurduğu zulümlerin adıydı
yaslı çarşılarda
yaşlı kadınlar
lambasız odalarda
genç kızlar ağlaşıyordu
dolunay gecelerini infaz etmedeydi yoksulluk
günlerin çarmıhından
kan damlıyordu gariplerin başına
kutlu kaftanlar giyinmişler gibi
bağbozumu avuçlarda gül kokuları gibi
hem aşk olurdu
hem hüzün
aşkı olanın hüznü olurdu belki
belki hüznü olanın aşkı
ağır ve sessiz akan ırmaklarca çoğalıyordu
tam gençliklerinden vurulmuş ömürler
kavuşmaya yakışan gönüller
ayrılık cümleleri kuruyordu hep
iyiliğin ıssız eteklerinden
uçup gitmişti
son turna da hayli zaman
acımak bir dertti çoğu zaman
derdi acıya yığar
mahlukun acıması dertten doğar da
halık merhametiyle sevince boğar
yağmur yağmur sevindirirdi kulunu
gözyaşı dökende
merhamet sicim sicim
kışın mağaralarında barındığı dağlara da
güneşin sessiz vadilerde kavurduğu çağlara da
toprağın yarıldığı kuraklıklara
yolları yollara bağlayan aklıklara da
ozanların sözcüklerinden içli manalar yüklenir
kanadı kırık kuşun yarasını sardıkça büyüklenirdi
dudakları açlıkla kızarmış bebelerin de
toprağı deşerken saban da
garibi büyütürken yaban da
bazen o yaşayamadan ölenlerin
ölmek için doğanların uykusuz kirpiklerine
sığınmak isterdi
bazen da zaman saatini geriye almak isteyenlerin
bahar şarkısına girmek isterdi
kara gecede
kara çul üzerinde yürüyen karıncanın
ayak sesi
hızır ile yola çıkan musa'nın
üç kez sınanışından daha gizli
evrenin göğsünden sağılan bir güzelliğin oyasıydı
kurumuş dudaklara ulu kelimelerle söylenen
şarkıların en hasıydı
suya düşmüş bir gül kadar mahzun
ilk akşamda acısı saplanan geceler kadar uzun
kurutulmuş narin kelebekler gibi
kanatlarında açılan gizli günahlarla desenlenmiş
koyu renkler ve karmaşık desenlerin ötesinde
görülen yalın bir şehir kurmaktı
üşümeye mahkum olan o saat
yanarken damarda kan
merhametsiz insanları lanetle anardı
zaman
redfer
Kayıt Tarihi : 28.1.2025 01:31:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!