Bir türküdür yaşamak ve yaşamak en ıssız köşelere gizli yalnızlığın boğumlarında… Pencere kenarlarına gizli, saksılara yerleşik çiçek kokularıyla… Sel olup çağlayayım, kuş olup kanatlanayım istedikçe; yalnızlığın gergefine işlemeyi istemektir duygularını ve bir türküdür aşk, söylenmeye başladığında nağmeleri kulağı okşayan, yüreği yakan…
..
Dile gelmez bir sıcaklığı taşıyor dokunuşların, sözlerin kifayetsiz kaldığı geçmiş zaman dilimlerine bulaşık bir hüzne… Günler boyanıyor senliğin verdiği coşkuyla, bir kuş uçuyor kafesini parçalayıp; bilinmez ve asla hiç yaşanmaz denilen hisleriyle kanatlarını çırparak… Adının henüz konulmuş olmadığı, şaşkınlık nöbetleri geçiren bir hastaya şifa oluyor soluğun… Gecikmişlik yâda yaşanmışlık hükmünü yitiriyor. Her kışın sonunun bahar olduğu gerçekliğiyle yüzleşiyor insan. Yaşanması güç görünen ve bir o kadar silinmez sanılan geçmiş gözünde eriyip gidiyor. Güneş bir başka doğuyor bu aralar…
..
Gözlerime çöken akşamüstü yalnızlığı, içimde bir hoşluk peşine gelen bir boşluk, kim unutmuş bu gözleri resmin içinden bakıp duruyor. O bakıyor, zaman kendi içine akıyor. Uzak bir köşeden bir kuş kanatlanıyor, bir yürek kendi içine suskunlaşıyor. Kimse kimseyi görmeden hayatın kucağına koşuyor. Kaç sensizlik bize çıkarken, kaç gecenin sorgusuna girmemiz gerekiyor. Kaç sabahına uyanış sensizliği yok ederken, sahi kaç yalnızlık bizi bir ediyor…
..
Seni sensizliğinde sevmek daha güzel, senin yanında yediğim darbelerden sonra... Dedi ve gitti... Ardın sıra bir çift göz izledi gidişini, bir kuş sonsuzluğa kanat çırptı. Bir gelincik küstü boyun büktü. Bir şarkı tekrar tekrar dinlendi kasetçalarda. Bir şişe tüm dertleri alıp götürdü. Kimseler yoktu. Hazin bir ayrılış hikâyesi filmlere konu oldu. İzleyenler izledi sadece ve sadece birisi yürüyüp gitti... Kimseler bilmedi kim olduğunu, sessizdi zaman ve mevsimler onsuzluğu yaşıyordu. Ah perdeler bir hayatı gölgeler...
..
Düğümü çözülmüş yalnızlığımızın, yalnız değiliz bunca kalabalıklar içerisinde gönül gözüyle bakarken birbirimize. Kabuğunu çatlatıp gözlerini dünyaya yeni açan bir kuş şaşkınlığı üzerimde, dalından yeni koparılıp köşeye bırakılan bir çiçek canlılığı, durdukça solmaya yüz tutan… Sessiz bir gece sensizliğin özlemini anımsatıp dururken, sessizdir gece kendi içine dönük, içinde yoksunluğun daha içine yoksunluğum... Şimdi uykusuz kalışıma mı yanayım, sensiz oluşuma mı, uykuya dalıp gittiğimde sensizliği getiremediğime mi? Sana sevgi dolu, aşk dolu yazılar yazmak istiyorum demiştim. Sen bana gerçeğini yaşatıyorsun demiştin. Seninleyken yazmadıklarım dökülüyor şimdilerde yüreğimden. Sensizliğin nasıl bir özlemi doğurduğu, sensizliğin aslında kimsesizliğim olduğunu... Seni yazmak mı güzeldi yoksa yaşamak mı? Her ikisinin içine saplanıp kalışlarım, bir yanım çıkmak isterken diğer yanımın teslimiyetiyle...
..
Cana can katan sen olduktan sonra, varsın göz görmesin.
Bir kuş uçuruyorum göğüs kafesimin parmaklıklarını aralayıp, ellerine konsun diye...
..
Zamanı sana kurduğum günden beri, saatlerin bir anlamı kalmadı gözlerimde… Bir kuş sesiyle uyanabilmeyi dilerken yeni bir güne ve kanat çırpmayı gözlerinin içinden geçerek… Geçmişten süre gelen sözler yumağı… Oysa ellerim ellerine değse, gözlerim yanardı. Gözlerim gözlerine dalsa, bir yıldız kayardı. Şimdi saatler ne zaman sensizliği vursa, bir bulut gelip konaklıyor gözlerime… Unutmayı istedikçe boğazımıza düğümlenen sessizlik ve akıp giden zaman ve biz içine sığmıyoruz… Ben uzak durmaya çalıştıkça, içime çöreklenen bu sancı neyin nesidir…
..