Hafif bir ses... yeşermiş bir koku
Ritmini kaybetti ayak izleri
Yarınlara göz koyan gizli bir korku
Dünler; alıp gitti çoktan bizleri
Bağladık... bağlandık. O gene koptu
Akort ttumuyor işte paslı telleri
Yaydan fırlayan kırık bir oktu
..
TÜRK KOMANDO, KOMANDO
Dağda, bayırda, düzde,
Türk komando Komando!
Orman, çayırda, izde
Türk Komando Komando!
..
(Hikâye)
Gökyüzü olduğundan daha mavi, güneş her zamankinden sıcaktı. Buraya geleli tahminen bir ay olmuştu. Haftada bir yiyecek getiren köylümüzden başka, çevremde sadece hayvanları görür, yalnızlığımı onlarla paylaşırdım. Bu hayata uzun yıllardır alışmış, çobanlığı meslek edinmiştim. Korku, asla aklıma gelmez, gece gündür dağları dolaşıp dururdum. Kaderim bana bu yaşamı bahşetmiş, Tanrı’ya, verdiği sağlık için şükrederek kırk beşli yaşlara gelmiştim. Burası Karadeniz dağlarının güneye bakan yüksek yaylalarından biriydi. Doruk hemen yakınımda, üzerinde hala kar vardı. Çevremde ki engebeli düzlükler üzerinde, çeşit çeşit bitkiler çiçeklerini açmış, çukur yerlerde kalarak erimeyen karların beyazlığı, eğimli yerlerde toplanan kar sularının çağlayarak akışı, görülmeye değer bir güzellikti.
Haziran ayına girmeden, çevre köylerin öküz ve tosunları, demem o ki, büyük baş hayvanlarının erkekleri buraya getirilir, ağustos ayının ortalarına kadar, yani harman zamanına kadar, otu bol ve çeşitli olan bu yaylada kalır, çok da iyi beslenirlerdi. Buranın bir adı da öküz yatağıydı. Gündüz bulunduğum yerden uzaklaşan hayvanlar, akşama doğru yattıkları yere gelir topluca yatarlardı.
Kendim ise, taştan yapılı üzeri ağaç dalları ve toprakla örtülü korunakta kalıyordum. İki tane köpeğim vardı. Bunlar oldukça iri, genç ve kuvvetli hayvanlardı. Ne olur ne olmaz diye yanımda Osmanlı’dan kalma beşli bir mavzer ile, iyisinden bir de kama taşırdım.
Saat on sırları olmalıydı, hafif hafif bir yel eserken, ilerideki küçük bir tepenin arkasında, rüzgârda oynaşan tüyler, oturduğum yerden dikkatimi çekti. Ayağa kalkarak usul usul yaklaşmaya başladım. Bu tüyler bizim hayvanların tüyüne benzemiyor gibiydi, hem farklı hem de daha uzundu. Kendi kendime, her halde dedim bir kurt buralara gelmiş, karnını doyuracak bir hayvan arıyor. Aklımda bu düşünceler varken, elime okkalı bir taş aldım, iyice yaklaşarak kurt sandığım hayvana atmak üzere taşı hızla fırlatırken, hayvanın kurt olmadığını anlamıştım, ama iş işten geçmiş, taş elimden çıkmıştı. Karşımda dev cüsseli kocaman bir boz ayı vardı. Hışımla bana dönerek ve kükreyerek atıldı. Bir an donup kalsam da aklıma gelen tek şeyi yaptım ve hızla kaçmaya başladım. Arkamdan gelen homurtu seslerinden ayının peşimde olduğunu anlıyor korku dolu vaziyette kulübeme varmaya çalışıyordum, fakat başaramayacaktım. Bir anda aklıma köpeklerime seslenmek geldi;
..
Bir rüzgar ki,
Umutsuzca eser,
Gönüldeki duygular korku verir.
Geçmişden bir el uzanıverir
Gönüldekileri alır,
Bir bedene sokuverir.
Hayaller adeta diriliverir.
..
Daha küçüktüm acı denince biber gelirdi aklıma,
Aklım tanımlayamazdı başka acıları.
Düşlerimde oyuncaklar dolaşır,
Gelecek ile pılanlarım yoktu,
Yarına oynayacağım oyunu düşünürdüm,
Bilyemi taştan yontar,
Arabamı çamurdan yapardım,
..
Kararmaya başlamadan daha gün,
Cadde sokak bomboş olur Lice’de…
Gökyüzüdür pencereden gördüğün,
Garip gönlün bir hoş olur Lice’de…
Köpek havlar üç beş eşek dolaşır,
Kara haber yüreklere ulaşır,
..
Ve işte bir gün daha
Sen yoksun, gölgen çekmecemde gizli;
özlemin gözyaşlarında buğlanıyor kendi kendine
Sabahın yine o aynı aydınlığı,
yine o düşünce, yine o korku, yine o umut...
Düşünüyorum yine - birşey yapamıyorum - her zamanki gibi
Çünkü, çünkülerime hesap vermem gerek...
..
Yalnızlık ile boğuştuğum delicesine vuruştuğum senin gözlerinde daha kara bir gecede geldi kaybetme korkusu kapıma…
Umutsuzluk karamsarlık umursamazlık ve gamsızlığı yolladı bu korku arabuluculuk yapmak için. Üstüme saldı hepsini üstüme saldı sonra kendisi zevk sefaya daldı. Benden de alacağını aldı. Tüm senin ile ilgili hayallerimi çaldı. Çaresizdim. Bir o kadar da umutsuz korku kapımdan içeri girmişti bir kere bunun adına kaybetme korkusu diyorlardı. Ölümden korkmadığım halde gözümle gördüğüm hiçbir şeyden korkmadığım halde korkuyordum bundan. Çünkü seni kaybetme korkusu göz ile görülmüyor sadece yürek ile hissediliyordu.
Artık karamsar bir o kadar da durgun ve son sürat acılara vurdun sigara üstüne sigara eklediğim bir sigara yakmak için ağzımdakinin bitmesini beklediğim sonra tekrar közü köz ile eklediğim sigaralarım şahitti.
Bu korkuya. Doktorlar paronayak semptomlar diye başlamıştı yeşil devrim belgesi niteliğindeki ellerinde reçete koçanlarına ve sürekli sakinleştirici yazıyorlardı bana… Tüm sakinleştiricileri içiyordum bazılarını da ikişer üçer içiyordum. Çünkü ne kadar çabuk bitirirsem kahrolasıca ilaç kutusunu o kadar hızlı kurtulabileceğime inanıyordum seni kaybetme korkusundan…
Fakat bir sorun vardı. Ne zaman ne kadar nasıl içersem içeyim. Bir türlü geçmiyordu korkularım. Bu yüzden senden ayrılmam gerektiğini düşünüyordum ama kaybetmeye korktuğum halde nasıl ayrılabilirdim ki senden.
..
Hikâyemiz, Osmanlı Devletinin son yıllarında, Doğu Anadolu Bölgesinin Rus işgali sırasında yaşanan acı olaylardan sadece birisidir. Bu olay gerçek olup bizatihi Babamın öz halasının yaşadığı ve kendisi tarafından bizlere naklettiği, yaşanmış gerçek bir olaydır. Büyük halam oldukça uzun, lakin çile dolu bir hayat yaşadı. Kendisini tanıma imkânım oldu.
Kaçış
Hikâye
Rus askerleri kalabalık gruplar halinde köyümüze doğru hızla gelmekteydiler. Taş siperlerin arkasında direnmeye çalışan az miktardaki kendi askerimize, köyümüzün erkekleri mermilerini taşımak sureti ile yardım ediyordu. Henüz karlar tam olarak erimemiş, soğuklar devam ediyordu. Askerimize yardım eden birçok insanın ayağında çarık bile yoktu. Ama kimsenin bunları düşünecek zamanı da yoktu. Rus askerlerinin köyümüze girmelerini engellemekten başka bir şey düşünemiyorlardı. Karşılıklı silah atışları uzun süre devam etti. Üstün düşman kuvvetine dayanamayan Türk askerleri, Bayburt istikametine doğru geri çekilmeye başladı.
Köyümüz, Erzurum ili, Pazaryolu ilçesine bağlı(o zamanlar İspir ilçesine bağlıydı) , hayli yüksekte ve sarp dağların arasına kurulmuş, fakir bir köydü. Arazi dağlık olup, gelirinin hemen tamamı hayvancılığa bağlı, ancak yetersizdi. Ruslar geldiği zaman, hemen her evde yeteri kadar hayvan ve yiyecek bulunuyordu ve Rusların da isteği yiyecekleri elde etmekti.
..
Korku yurtsuz koydu onu
Korku vurdu alçalttı onu
Celladın hışmından kaçan
Söyle başka n’olur sonu
Param parça ayakların
Halinden müşteki misin?
..
Bir baba beş yaşındaki kızını hayvanat bahçesine götürmüş… O güzelim bahçede hiç fili görmemek olur mu? Tabi en büyükleri olarak en çok o dikkatini çekmiş küçük kızın… Bakıyor ki o koskoca filin ayağında incecik bir ip, fil dolaşırken o incecik ip gerilince fil geri dönüyor… Kız buna şaşırıyor… Babasına hayretle soruyor. ‘’Baba, o koca fil bu ipi koparamaz mı? ’’ Baba cevap veriyor. Kızım o yavru iken ayaklarında kalın ip vardı. Onu koparmak için çok uğraştı. Yıllarca koparamadı. Umudu kırıldı. Artık onu koparamayacağına öyle inanmış ki, kendini hiç zorlamıyor. Biraz zorlasa koparır.
Biz insanların çoğu işte o fil gibiyiz…
Vakti zamanında tek başımıza yapamayacağımız işler için, imece usulünü bulmuşuz. Zamanla o da yetmemiş demişler ki ‘’ daha büyük bir organizasyon yapalım… Yaşadığımız bölgeyi öyle koruyalım, yolları, köprüleri, vs… öyle yapalım… Güzel düşünce, bu örgütlenmenin adını ‘devlet’ koymuşlar. Devlet işi sıkı tutmuş, üyeleri de büyük ve zor işlerini üzerlerinden aldığı için, devlete karşı görevlerini yerine getirmişler. Görevini yerine getirmeyene karşı hep birlikte cezayı uygulamışlar. Çünkü birinin görevini yapmaması, diğerinin yükünü artırıyordu.
Böylece devlet günden güne, yıldan yıla güçlenmiş, yapılan işlerle devlete olan güven artmış… Devlet güçlü olunca devletin başındakiler de güçleniyor. Onlar da insanların gözünde büyüyor. Devletin imkanları ellerine geçince, onlar da zamanla devletin sahibiymiş gibi davranmaya başlıyorlar… Haklı olarak kullanılan cezalandırma sistemleri artık, baştakilerin keyfine göre kullanılmaya başlıyor… Böylece zamanla, halka hizmet için kurulan bu örgüt ‘devlet’ halkı hizmetkarları, köleleri olarak kullanmaya başlıyor… O güçlü devlete karşı tek tek insanlar ne yapabilir?
İlk başta gerçek para ile dönen devlet çarkı, sağlam temeller üstündeydi…
Bu gün ise yüzde on, gerçek para varsa yüzde doksanı kağıt ve dijital… Yani yüzde doksanı hayali bir sermaye… Yani bu sistem pamuk ipliğine bağlı bir sistem… Ama o ipliği zorlayacak birlik ve güç yok! Bütün üreticiliğini, bütün yapıcılığı kaybetmiş bir sitem… Balon gibi şişirilmiş… Balon gibi de patlatabiliriz…
Devletin başındakiler bir avuç, halk ise milyonlarca… Devletin başındakini isteseler bir günde değiştirebilecek güçteler… Ama o örgütlenme bilincini alamamışlar. Devletten başka bir örgütün öylesine güçlenebileceğine inanmıyorlar… Çünkü umutları kırılmış…
..
Korku diye birşey varmış; öğrendim...
Acı öğrendim...
En kötüleriymiş korkuların,
kendini öldürebilme ya da ne olacağım ben korkusu..
Yarını hep yarını düşünmekmiş korku..
Bilmediğin ve kimselerin bilmediği ve hatta bilemeyeceğini
bildiğinden mi seçtin bunları yoksa?
..
Korkular sarmış,tüm yüreğimizi,
O karanlığın,büyülü atmosferi,
Sessizliğin,yaydığı o müthiş ürperti,
Bir kartalın gözüyle,keskin bir bakış,
Vede,kendi benliğimizde yarattığımız,
O korku kahramanları,
Hepsi birer oyuncu bu evrende,
..
Gözlerin umut yarına bakış, sesin ürkek ve titrek
Yüreğin sevgiye aç geleceğin sabır.
Adam gibi olsun sevsin,canını koysun,canım feda.
Sen hüzün,sen sevinç tutkun ateş.
Sana bu can göğsünde düş yada rüya.kan akar gözlerin.
sensin o gülüm sen.
Odan ben kapın aşkın. bir halı,bir kanepe,bir ışık penceren.
..
Devri vahametin çöktü sıkleti,
Bir adım öteyi görmüyok Ali.
Sundular her sabah bir zam çikleti,
Bu da nedir diye sormuyok Ali.
Ecinniler karışıyor her işe,
Halkın aklı ermez oldu gidişe,
..
Kafama bir şey takılı
Bir bakış mı,bir öfke,bir çiçek
Bir göz,bir burun,bir boyun
Bir koku,bir korku mu?
Rahatım çalınmış, huzurum kaçmış
Ne olduğumu da bilemiyorum
Senelerdir kafama bir şeyler takılı
..
Ömür dedigimiz nedir ki?
Yürümeye basladigimiz an
Adimlarimizi istedigimiz gibi atip yürüyebildigimiz günler,
düse kalka - sorgusuz sualsiz yürüdügümüz günler
Büyüdükce geride kalir …adim atmak zorlasir
Etrafimizi saran bakislar, acaba simdi ne yapacak diyen sifatlar
..
Gerçek üstü bir güzelliğe bakarken içinin titremesi gibi bir şey seni ilk görüşüm...
Bir çocuğun yaramazlık yaparken içindeki korku gibi sana ilk dokunuşum...
Her sabah ezanında isminle başlıyor dualarım...
Sana başka göz, başka el değmesin n'olur?
Ben sadece senle çocuğum;
İbadet değil belki, bir çocuğun duası sana olan aşkım...
..
Sensiz zaman dilimlerinde
Gözbebeklerime bir korku düşer
Bu korku her yanıma yayılır
Ve beni nahoş aşkların
İçine sürükler
Kalbim bir buğday tanesi gibi
Emektar ve bereketli.
..