sevdiğim benim sana sunduğum
bir kolyedir kırk yıl
uzunluğunda aşklar üzünçler
umutlar çılgınlıklar her yuvarında
süsüm soyadım kaderim
taşıdım dirençle boynumda
su taşı bir kuytuyu ışıtır
çalgısını ilkgençliğimin
yedi iklimle barışık
kaykılır da iskemleye
yakam açık ağzımın ucunda cigara
söyle yandan bakardım makineye
ah
..........
..........
Kayıt Tarihi : 9.8.2002 01:30:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Şairin Ruhu şad mekanı cennet olsun.
sevdiğim benim sana sunduğum
bir kolyedir kırk yıl
uzunluğunda aşklar üzünçler
umutlar çılgınlıklar her yuvarında
süsüm soyadım kaderim
taşıdım dirençle boynumda
su taşı bir kuytuyu ışıtır
çalgısını ilkgençliğimin
yedi iklimle barışık
kaykılır da iskemleye
yakam açık ağzımın ucunda cigara
söyle yandan bakardım makineye
ah ne güç kamaştı şu boğum
barışla yonttum biledim
ne kehribar ne akik
benim kendi sisim kendi güneşim
uzayan yanan yansılanan
ellerim gözlerim yüreğim
yalnızlığımdır şu gri tomur
eşdeğerlidir en çok sevdiğimle
öyle güzel ovdum ki kendi külümle
arıttım gecemin denizinden
tüm uyağım ölçüm kavgam
daha ağır çeker göründüğünden
homer kilinden şu yamru
pişmiş platon fırınında
goethe şatolarında konaklamış
yunmuş yunus ırmaklarında
gölgelerinde dinlenmiş karacaoğlanın
şimdi nazım tadında
şu kist kaç kent kaç yangın
kaç ayrılık kaç deprem
zaman denen rakının
geçerken imbiğinden
çaldı çekti beni hep
öpmeye eğilirken
bilye boncuk inci topak
cam çakıl mine yumak
inci ipte sıra sıra
bakır gümüş çöp çekirdek
ya al sende kalsın sevdiğim
ya sazlıklarda yitecek
Dinçer Sümer
HAYATIMI BOYNUNA TAK
Sevgilim, belki ben sana elmaslarla bezenmiş bir akarsu alamadım, o güzel boynuna sana layık bir kolye takamadım ama senin için evliliğimiz boyunca çok fedakârlıklar yaptım. Çok şeyler verdim sana. Bunların her biri bir inci tanesi gibi beraberliğimizin sembolü olarak dizilidir. Onu sana ben armağan ettim. O inci kolye o kadar anlamlıdır ki! Kırk yıllık beraberliğimiz dizilidir ipine.
Kırk yılda neler olmadı ki! Neler yaşamadık ki! Seninle birlikte nelere göğüs germedik ki! Acı tatlı her şeyi paylaştık. Aşkımızı, üzüntülerimiz, umutlarımızı, çılgınlıklarımızı… Say ki bunların her biri birer inci tanesidir. O kadar kıymetlidir. Her şeyden önce sana soyadımı verdim. Sen benim O/NUR/umsun! Adım da senin süsündür. Soyadım, kaderimdir aynı zamanda ve ben onu gururla ve dirençle taşıdım, taşımaktayım.
Elbiselerin kol ve etek uçları, yakaları sutaşı ile süslenir. Onları güzelleştirir, değerlendirir, süslerler. Gençlik de beni süslemişti bir zamanlar. İlk gençliğimi düşünüyorum da… Bambaşka bir telden çalardım o zamanlar. Yedi iklim dört mevsim benimdi. Dünya insanlarıyla tanışır, her önüme gelenle yarenlik ederdim. Hele işyerimde… Kaykılırdım sandalyeme, yaka bağır açık, dudağımın ucunda sigara… Briyantinli saçlar falan… Caka satardım öyle… Yan yan bakardım daktiloya bile. Bir hava bir hava bende…
Ah, neler çektim ben bu zamana gelinceye kadar! Bu piyasada isim yapmak kolay değildir. Şimdi göz kamaştırıcı bir yerdeyim belki ama gel de bir de bana sor nasıl oldu bu birikim! Herkesle iyi geçinmek için elimden geleni yaptım. Kendime ben şekil verdim bir heykeltıraş gibi. Şimdi keskinse kılıcım, onu ben biledim. Ne kehribar ne akiktim. Bildiğin taş, mermer, ne dersen de… Kendime ben kattım artıları. Hatam da bana ait, başarım da… Her ne edindiysem, ne kadar parladıysam ve nasıl göz alıcı hale geldiysem, hepsi kendi elimin emeği, gözümün nuru… Başta yüreğimin! O insancıl yanım!
Gözlerimdeki tomur tomur yaşların nedeni yalnızlığımdır. Yalnızlığımı da severim ben. Hem de en çok sevdiğim kadar. Acı da olsa hoşuma gider buruk tadı. Sen ağladığıma bakma. Kendimi yaktım ben, külüm kaldı. O külle, gecelerin karanlık denizlerinden çıkardığım duyguları o kadar güzel temizledim ve öylesine ovup parlattım ki! O duygularla yazdığım için göz kamaştırıyor kendi şiirim. Bütün uyaklarım, ölçüm, kavgam, göründüğünden çok daha büyük! Kolay değil toplumda sivrilmek. Öyle kolayca bir yerlere gelinmiyor. Didine didine, dişinle tırnağınla… Kazıya kazıya…
Homeros’un toprağındanım ben. İzmirliyim. Yamru yumru yaratılmış Platon, şatolarda konaklamış Goethe, ırmaklarımızda yıkanan Yunus, ağaçlarımızın gölgelerinde dinlenen Karacaoğlan ve Nazım tadındayım.
Şu kist var ya şu kist… Yıllarca o kentten o kente dolaşmalarım, başımdan geçen ayrılıklar, ruhumda yaşadığım depremlerle, rakının imbikten geçerek oluştuğu gibi zamanın imbiğinden geçerken oluştu bende. Öyle durduk yerden değil. Ben zamana meydan okudum, o bana… Zaman, öpmek için eğildiğimde çaldı beni hayattan.
İpe neler dizdik neler, beraber! Bilyeler oynadım küçükken. İnciyi de boncuğu da gördüm. Avucumda yuvarladım çamur parçalarını. Bunlar hep topak topaktır.
Topak bir renkli camdır misket. Beş taş oynadığımız çakıl taşları da öyledir. Mineler, inciler… Bunlar yuvarlaktır. Yumak da öyle… Sıra sıra dizilerler iplere, bilezik olurlar, kolye olurlar. Birçok takı yapılır çeşitli malzemelerden. Bakırdan, gümüşten… Şimdilerde çöpten çekirdekten neler yapıyorlar. Altından gümüşten, inciden mercandan, neyden yapılırlarsa yapılsınlar, gözümde çer çöp niteliğindeler. Bunların hepsi önemini yitirdi bende. Hayat bitti!
Neyim varsa al, senin olsun! Adım, aşkım, sevincim, kederim, başarım… Karnelerim, diplomalarım, takdirnamelerim, plaketlerim… Evim barkım, evladım, param pulum, neyim varsa… Bütün mal varlığımı al!
Hayatımı kolye olarak boynuna tak! Beni bana bırak Sevgilim! Beni bana…
Beni toprağa bırak.
Onur BİLGE
TÜM YORUMLAR (3)