Köylüler geline derler:
Ocak başı odun, saycak,
Sakın dokunma, kayacak,
Seni gelin diye almadı (Dudu teyzen),
Kızının yerine koycak.
Kaynana (Dudu teyzen), geline der ki;
Koyun kırktım, yün eğirdim,
Çark çevirdim, bez dokudum,
Bir gün bir oğlan doğurdum,
Doktor ettim sana verdim.
Yemezdim de yedirirdim,
Giymezdim de giydirirdim,
Her şeylerden sakınarak,
Şevketimi yetiştirdim.
Gelin aldım, gelin oldum,
Ne umardım, neler buldum,
Sen eve ayak basalı,
Bilmem doğdum, bilmem öldüm.
Oğlum oldu, gülüm oldu,
Evlendirdim, elin oldu,
Keşke bir taş doğuraydım,
Oğlum bana düşman oldu.
Bekar iken şeker oğlan,
Anasına yanar oğlan,
Evlenince yılan olup,
Zehirleyen, sokan oğlan.
Kaynananın oğluna sızlanması;
Zengin kızı dilli olur,
Gidişinden belli olur,
Anne değil, hizmetçiyim,
Utanırım duyan olur.
İşte halimiz böyledir.
Oğlum (!) asalet soydadır,
Bir lokmacık ekmek verip
Avradın beni oynatır.
Anan bunu anlayınca,
Sözüm kemdir,söyleyince,
Oğlum var diye güvenmem,
El gömleği giymeyince,
Ne çektim ise dilimden,
Artık iş gelmez elimden,
Ettiniz beni yerimden,
Sokağa attınız beni.
Ana nedir, bilemezsin,
Ne derdim var, soramazsın,
Bana böyle yaparsanız,
Bir gün yüzü göremezsin.
Keser döner, sapı döner,
Gün gelir hesaplar döner,
Atana ne yapıyorsan,
Yaptıkların sana döner.
Kurt kocar, olur maskara,
Gider öksüre aksıra,
Bu gün bende, yarın sende,
Parayla değil, sırayla.
Prof.Dr. Hasan Özçelik
(12.01.2018, Isparta)
Kayıt Tarihi : 12.1.2019 16:21:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
1950-60’lı yıllar ve vilayet Konya. ‘Dudu’ isimli kadın köyünden birine varır. Biri kız, diğeri oğlan nur topu gibi iki çocuğu olur. O günlerde ülkenin şartları gereği yoksul, fakat ümitleri, hayalleri olan bir ailedir. Tarım ve hayvancılıkla kıt kanaat geçinmektedirler. Kocası gurbete (Aydın’a) gider ve orada hamallık yapar. Kazandığı parayı gelip gidenle memleketine (eşi Dudu hanıma) gönderir. Ara sıra da kendisi gelir. Çocuklar köy hocasından dinini, diyanetini öğrenir. Annesine yardım ederler, namazlarını kılarlar, yemekten sonra Rabbe dua okunur. Çocuklara ne olacaksın büyünce diye soranlara; oğlan doktor, kız ise iyi bir anne olacağım der. Böyle hayat devam ededursun çocuklar okul çağına gelir ve kadının kocası gurbette dermansız bir bulaşıcı hastalıktan genç yaşta ölür. Uzun süre haber alınmaz, sonra memleketine kara haber ulaşır. Mezarı vatan toprağındadır, adresi meçhul. Kadıncağız naçar kalır. Çocuklarına hem anne hem de baba olur. Kocasının akrabaları ve komşularının da desteği ile çocuklarını büyütür, eğitir, okutur. Kızın adı Güllü, oğlanın adı Şevkettir. Güllü de Şevket de elinden geldiğince annelerine yardımcı olur. Güllü geceleri mum ışığında ördüğü yün kazak, çorap, kanevçe, dantel işlemelerini/örmelerini satarak aile bütçesine karınca kaderince katkıda bulunur. Gündüz ise yevmiyelere giderek elde ettiği geliri anasına verir, kıt kanaat geçinmenin yollarını ararlar. Dönemin şartları gereği Güllü ilkokuldan sonra okutulmaz. Güllü’nün hedefi küçük kardeşi olan Şevket’in okutulması ve büyük adam olması, aileye sahip çıkması, babasının yerine ailenin reisi olmasıdır Şevket ise okulda terbiyeli ve başarılı bir öğrencidir. Her dönem Takdirname alarak annesine getirir. ‘Anneciğim, seni mahcup etmedim değil mi’ diye sorar. Annesini üzgün görse annesinden önce ağlar, anne oğlu birbirlerine sarılırlar, birlikte gözyaşı dökerler. Ara sıra da babasına fatiha okur, Yasin hediye eder. Yerini bilmediği için kabir ziyareti yapamaz. Şevket çok zeki, dikkatli, sabırlı ve ailesine, dinine, diyanetine bağlı bir çocuktur. Köylülerden bazı varlıklı kişiler; ‘keşke dünya kadar malım olacağına Şevket gibi bir oğlum olsaydı’ der. Şevket köyün itibarlısı, geleceği, ümididir. Şevket büyür, İstanbul’da Üniversite’ye başlar ve Tıp Fakültesi’nde okumaktadır. Başarılı ve sorumlu bir öğrenci olarak tahsile başlayan Şevket, zamanla kendi kültürünü ve memleketini yadırgamaya başlar. Artık kısa saçlı değil, uzun saçlı ve saçları da tokalıdır. Yazları köye gelir. Ama köylüler artık Şevket’in bir başka kimliğe girdiğini görünce; ‘oğlan gitti kız geldi, kız oğlan olmuş, bu bizim Şevket değil mi gibi ifadeleri yüzüne karşı pervasızca söyleyiverirler. Bu durum Şevketi sinirlendirir. Şevket ise köylüleri yobazlık, örümcek kafalılık ve geri kalmışlıkla vasıflandırır. Kendi aile bireylerinin adını, yaşantısını bile alaya alır. Kısacası ‘yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmez’ oluverir. Okul biter, hekim olur. Devlet Şevket’i tayin eder, göreve başlar. Artık ailenin huzuruna, mutluluğuna diyecek yoktur. Dudu teyze Dr. Şevket beyin annesi, Güllü ise Şevket beyin ablası oluverir. Acılı günler geride kalmış, bir bacı, bir kardeş ve bir anne. Huzurlu, uygar, imrenilecek bir aile (!) … Hekimlik maaşı da ülkenin ekonomik durumuna göre fevkalade yüksektir. Lojmanda oturur, emrinde hemşireler, bekleyen ve yolunu gözleyen hastalar, yakınları ve dostları. Kasabanın dilinde Dr. Şevket bey ismi dolaşır, durur. Artık Şevket sınıf atlamıştır, saygın kişilerden olmuştur. Gün geçtikçe itibarı artmaktadır. Bu arada genç kızlar arasında bir konuşma başlar: Acaba Şevket bey evli/nişanlı mıdır? Parmağına bakarlar, sağ elinin orta parmağında gümüş yüzük var. Ama nişan yüzüğü yok. Kasabanın gelinlik yaştaki kızları hediyeler, ev yemekleri getirerek ve ufak tefek rahatsızlıklarını da bahane ederek sık sık muayenehaneye gelmektedirler. Fiziki yapısı oldukça cezbedici olan bir genç kız hedefine ulaşır, kendisini kabullendirmeyi başarır. Sık sık Dr. Şevket beye hastalık bahanesiyle gelmekte, bir türlü sözünü bitirmemektedir. Böylelikle kendisini Şevket beye daha yakından tanıtmaktadır. Gel zaman git zaman Şevket beyi kendisine aşık eder ve evlenmeye de mecbur eder(!). Durum memleketteki Dudu anneye iletilir. Akrabalara, aile büyüklerine görüşleri sorulur. İmkânlar ölçüsünde gelin adayının ailesi incelettirilir. Dudu anne ile kızı Güllü düşerler yollara. Dünürcü olurlar. Ama görüşmelerden elde ettikleri kanaat şu ki; gelin adayından ve ailesinden hiç mi hiç hoşlanmazlar. Ama ‘madem ki Şevket bey istemiş, bir bildiği vardır, o geçinecek, ne diyelim. Bizim gibi cahil değil ya, İstanbulda önemli bir tahsil görmüş, kararı isabetlidir herhalde’ derler. Kabullenirler. Şevket beyin annesi tanışma sırasında adının ‘Dudu’ olduğunu söyleyince gelinin ailesi taraftan biri fısıldayarak; ‘ha… dudu, kedi budu’ der. Ablası da adının ‘Güllü’ olduğunu söyleyince oradan biri; ‘köylü kızı ne olacak, Güllü, Güler, sırıtır, belki de Gülemez…’ der, aşağılarlar. Şevket bey için ise; ‘ Çöplükte bir gül bitmiş, o da bize nasipmiş; Bize oğlan gerek, gerisi nemize gerek…’ derler. Bu arada Dudu anneye bir soru sorulur: ‘Kaç eviniz var, oğlunuzu evlendirince gelinin yanında kaynana olmaz. Bunlar genç, senin yanında rahat hareket edemezler’ derler. Ayrıca ‘görümcesi evli olmayana bizde kız vermezler’ gibi tadsız konuşmalar olur… Şevket bey tarafından ailede hiçbir kimse bu evliliği münasip görmez. Ancak anne yüreği bu. Oğlunun huzuru için her şarta razı olur. Gelin adayına kızım diye hitap eder. Gelin adayı ise kayın validesine ‘Dudu teyze’ demektedir. Dış görünüşü oldukça iyi, varlıklı bir ailenin şımarık kızı olan gelin adayı düğün sırasında oğlan tarafına deyim yerinde ise adeta kök söktürür. Köylü ve fakir halinden hiç mi hiç anlamaz. Dudu teyzenin tarlalarını gereksiz, hayvanlarını ise pislik kaynağı olarak görür. Dudu anne bu hayvanları ve tarlaları satarak düğün yapar. Üzüntülere dayanamayan Güllü bir süre sonra kalp krizi geçirip ölür. Dudu anne artık daha da yalnızlaşmış, tek ümidi oğlu Dr. Şevket bey olmuştur. Gelin-görümce kavgası da böylelikle başlamadan bitmiştir, fakat kaynana hayattadır. Düğün olur, eve gelin gelir. Gerdek gecesi ve balayı geleneklerin tersine turistik otellerde ve seyahatlerde geçer. Dönüşte Dr. Şevket bey, annesine; parasının kalmadığını, varlıklı hanımına karşı mahcup olmak istemediğini belirterek; babasından kalan fakirhanenin de kimse bilmeden ilk gelen müşteriye ucuz pahalı demeden satılmasını ister. Öyle ya güzeli seven, harcından kaçmaz. Ama bu harç ölü babasının son emaneti, genç yaşta dul kalan Dudu annenin tek sığınağıdır. Ev öldüm pahasına satılır. Sorun geçici olarak çözülmüştür. Ancak Dudu anne bir süre sonra akrabalarında ve komşularında kalmaya başlar. Köylüler şaşırıp kalmıştır. Eh, ev üstünde ev olmaz ya, gün geçer Dudu anne misafirlikten bıkar veya bıktırılır. Oğluna gitmeye karar verir. Oğlunun görev yaptığı şehre gider, evi bulur. Birkaç gün misafir kalır. Gün geçtikçe değerden düşer. Gelinine şunları söyler; Oldu olacak, kırıldı nacak, Babam ekin biçerken attı bir bacak. Düğmeli evler, düğmeli incir, Gelin çatma kaşını, canım çok incir. Yaralı bir kuşum ben, Şevketsiz bir hiçim ben, Bir mezar bul gireyim, Ne talihsiz kulum ben. Evde kadınlar partisi olmaktadır. Masraflar ise deme gitsin. Gelin hanım oturur, kaynana misafirlere hizmet eder. Gelin hanım misafirlerine kaynanasını evin hizmetçisi ‘Dudu teyze’ olarak takdim eder. Misafirlerden arta kalanları da Dudu teyzeye bir oynaması karşılığında vereceğini söyler. Kaynana oğluna durumu anlatır. Dr. Şevket bey, annesine; kendisinin oğlu olmasından utandığını söyler. Dudu anne mecburen köyüne geri döner. Fakat ‘açlığa yiğitlik olmaz, çaresiz çarık ıslat ıslat giy’ diye kendi kendine mırıldanır. Artık köyde de yapamaz. Nesi varsa artık yanına alır ve bir seher vaktinde oğlu Dr. Şevket beyin evine ulaşır. ‘Oh, Rabbime şükürler olsun, ne de olsa oğlumun evi, benim oğlum, göz bebeğim, oğlum beni sokağa atacak değil ya…’ der. Kapıyı çalar. Gelin hanım kapıya dürbünden bakar, gelen maalesef kaynanasıdır. ‘Kimo’ diye sorar. Verilen cevap; ‘Şevket beyin annesi’. Gelin hanım; ‘Dokuz aylık hamilesi, Üç aylık bicik anası, Böylelikle olunur mu? Dr.Şevket beyin annesi ….yıkıl kapıdan’ der ve Dudu anneyi kovar. Kadın çaresizdir. Oğlumun haberi olsa beni sokakta tutmaz diye ümit besler, oğlum gelecek diye bekler ha bekler…. Sonra köyüne geri döner ve akrabalarına sığınır. Bir zaman sonra Dr. Şevket bey köye gelir, annesini ziyaret eder ve bir ikazda bulunur: ‘Ana(!); huzurumu bozma, gelininle sürtüşme, zırt-pırt evime de gelme...’ der ve köyden ayrılır. Bir süre sonra Dudu anne hastalanır, unutkanlığı artar ve artık yollara bile çişini yapmaya başlar. Adı ‘deli Dudu’ya çıkar. Durumu öğrenen aklı selim sağduyulu köylüler bir ah çekerek; ‘keşke bu çocuk okumasaydı, bundan sonra çocuklarını seven okutmasın. Gördünüz okuyanın halini, vah Dudu teyze vah. Aldın yabandan dügeyi, aldı gitti boğayı’… deyip hayıflanırlar. Bu şiir bir trajediyi anlatmaktadır. İşte tahsil ve meslek hayatı. Bu olay yayıldıkça halk çocuklarını okutmaktan çekinirler. Muhtemelen bu olay Bozkır, Hadim, Taşkent veya Akseki civarında olmuştur. Şiirin hikayesi annem Şaziye Özçelik’ten alınmıştır. Bu olay münferit bir olay değildir. Bu şiiri yazan şair bendenizin de kısa bir hatırası şöyledir: İlkokul 5. sınıfta (1972 yılı) iken köyümüzden Akseki’ye giderken otobüs yolda bozuldu, birkaç saat şöförlerin tamir yapmasını beklemek zorunda kaldık. Bu boş vakitten istifade babam yolculardan şık giyimli, kravatlı bir adamla tanıştı. Bu adam kültürlü ve varlıklı birine benziyordu. ‘Manavgatlıyım’ dedi. Babama; çocuk (yani ben) kaçta okuyor diye sordu. Babam; ‘ 5. sınıfta okuyor, çok akıllı, maşallah. Okulun birincisi’ dedi. Adam; ‘okulu bitirdiğinde ne yapacaksın çocuğu’ diye sordu. Babam; ‘bazıları okut, bazıları ise dükkan başına (ticarete) ver, bazıları da sanata (araba tamirciliği) ver, diyor. Bilemedim ne yapayım, senin görüşün nedir’ dedi. Bu adam da; ‘cevap gayet basit; dünyası iyi olsun, yüksek maaşlı devlet memuru olsun, ama nasıl olursa olsun dersen tahsile ver; yok vatana/milletine faydalı, anasını/ atasını; yerini/yatağını bilsin, maddi sıkıntı çekerse çeksin… dersen sanata ver’ dedi. Ben şaşırıp kaldım. Bu sebeple önceleri okumayacağım, iyi bir insan olmayı tercih ederim diye yıllarca okumamak için direndim. Okurken de bu çarpık tespitlerin o dönem için maalesef doğru olduğunu bir çok kez gördüm, yanlışları örnek almamak, okuyarak iyi bir insan olabilmek… mücadelem hala devam etmektedir. Umarız okuyanlara ibret olur.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!