İstasyon sessiz sedasız beni bekliyor

İlyas Kaplan
1406

ŞİİR


16

TAKİPÇİ

İstasyon sessiz sedasız beni bekliyor


Rüzgârlardan başka her şeyin durduğu,
sadece yaprakların hışırtılarının konuştuğu bir yer.
Çevrede çıt çıkmadığı,
insanların sus pus oturduğu bir belde.
Olanca dinginliğine rağmen sokaklar,
etrafa cömertçe huzur saçmıyor.

Kulağa çalınıp insanı uzaklara götüren türküler,
yükselmiyor dükkânlardan.
Yılların paslarını biriktirdiği raylar,
tanıdık hikâyeler anlatmıyor.
Kimse hasretle sarılıp uğurlanmamış,
ya da heyecanla beklenilmemiş gibi.

İşe gitmek için sabah erkenden yola düşüyorum.
İstasyon sessiz sedasız beni bekliyor.
Ufka kadar uzanan raylara bakıp hayallere dalıyorum.
Kaldırım taşlarında çınlayan tiz topuk sesleriyle,
o uzun sessizlikler sekteye uğruyor
ve irkiliyorum.

O tiz ses, sükûneti peşinden sürüklüyor.
Sonra ardında bıraktığı izlere aldırmadan,
çekip gidiyor.
Yirmi dakika sonra gelecek treni,
tercih etmiyorum ayakta beklemeyi
o an.
Dört kişilik bankın,
belki başka gelen de olur düşüncesiyle,
oturuyorum sağ köşesine.

Kimse oturmak istemiyor.
Boşluğu bekliyor bank.
Bankta boş kalan o üç kişilik yerin bekleyişi,
benim bekleyişimle bitecek, biliyorum.
Ancak ben kalkarsam,
o bank gerçekten boşalacak.
Kaç tane insanlık treni kaçıyor bu bekleyişte,
kim bilir?

Buz kesiyor zihnim,
kavurucu ağustos sıcağında.
Benim yabancı,
bana da yabancı olan bu ellerde.
Rüzgârlar aşılayamamış saygıyı diye geçiriyorum içimden.
Bulutlar hamaset yüklü ki yağmur ıslatamıyor,
kurak bakışları deyip boş vermeye çalışıyorum.
Olmuyor.

Canım nasıl da secde çekiyor şu an.
Bir solukta ulaşabileceğim bir cami olsa da,
oraya gitsem,
hıçkıra hıçkıra ağlasam...
Bir mabedin kucağına sığınmanın dayanılmaz hasreti,
kuşatıyor benliğimi.

Bizi bu diyara getiren niyet neydi sorusunun,
peşimi bırakmadığı günler oluyor.
Saba makamında ezanlarla uyanmayacağımı biliyordum.
Minarelerin gölgeleri de olmayacaktı üzerimde.
Gökyüzüne en çok yakışan kırmızının dalgalanmasını,
uzun uzun seyredip,
yeniden minnetle selamlayamayacaktım.

Mahzunluk dolacaktı her yanım,
biliyordum.
Yine de bir teselli yeşeriyordu yüreğimde.
Gurbette de olsa,
bitişikteki evden okunan lahuti bir sesle,
içime işleyecekti Yasin Suresi.
Unutacaktım tüm mesafeleri diye,
umutlar beslemiştim.
Ne olacak ki “insan mekânla vurgulanır mı” diye,
içten içe telkin vermiştim kendime.

Artık uzaklık diye bir şey kalmamıştı diye de,
saydam bir avuntu uydurmuştum.
Yine de hazırlıklı değilmiş yüreğim.
Hâlbuki devasa ormanlarda kaybolup,
yeni satırlarda kendimi bulmak için,
biçilmiş kaftan burası.
Beni her şeye bağlayan şu aidiyet duygusu olmazsa,
ciltlerce sözüm var,
kapıda bekleyen.

Kalemin yabancısı olmaz,
ama gönlüm gelememiş.
Toprağımdan, gökyüzümden göçememişim…
Kuşların uyruğu yoktur insanlar gibi,
peki ya neden eğreti duruyorlar gözümde?
Kuşları da, gözleri de var edenin,
aynı olduğu hakikati ortadayken üstelik.
Gelgit mi denir,
gelgeç mi denir,
karar veremediğim bir yığın düşüncenin,
kördüğüm olduğu bir yer burası.
Yabancısı olduğum.

Tabii ki güzellikleri de var.
Bazen yalnızlığı delen bir telefon geliyor,
hiç tanımadığım kişilerden.
Uzaklardan geldiğimizi öğrenen birileri oluyor,
diğer uçta ve sesi alabildiğine kardeşlik kokuyor.
Yıllardır biriktirdiğimiz dostlar gibi,
başlıyoruz muhabbete,
daha ilk tanışmada.

Görüşmek üzere inşallah deyip,
kapatınca sevinçten ağlamak böyle bir şeymiş deyip,
bizi kardeş yapan Rabb’ime hamt ediyorum.
Başınla selam veren,
o küçük kızın selamını alıyorum.
Başımı öne eğerek

Minicik ses tonu ve kocaman yüreği ile,
“es-selamu aleykum” deyince sarılıp öpüyorum alnından.
Müslüman çocukları uzak topraklarda büyütmenin kıymeti,
daha da artıyor gözümde.
Hele hafta sonunu gezip tozup tembellik yapmak yerine,
Kur’an öğrenmek için ayıran gençleri de,
etrafımda gördükçe,
tutamıyorum gözyaşlarımı.

Mushaf’ı yüreğinde taşımanın mutluluğunu,
seyrediyorum gözlerinde.
Sonra kalplerimize kadar ulaşan ezan sesini,
dinliyoruz usulca.
O ezan ki hangi renkten Müslüman’a rastlarsa,
tutup getiriyor secdeye.

İlk Müslümanların,
Mekke sokaklarındaki şecaatlerini görüyorum,
delikanlıların tavırlarında.
Her secdede haykırıyorlar Müslüman olduklarını.
Sekiz dokuz yaşında var yok bir ses,
müezzinlik yapıyor,
ya namazda,
işte o an çocuk cıvıltısıyla neşeleniyor gönlüm.

Her vakit sabırsızlıkla bekliyorum,
o çocuk müezzini.
Buğulu gözler eşliğinde söylenen,
“en çok ezanı özledim” sözü,
uzakları yakın ediyor burada.
Mesafeleri yok ediyor aradan,

aynı safta namaza durmak,
ve köprüler kuruluyor yüreklere,
yârenlik niyetiyle.
Zaman da mekân da insan da güzelleşiyor,
böylece.

redfer

İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 12.8.2025 02:27:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!