İstanbul Masalları Şiiri - Kemal Gündüzalp

Kemal Gündüzalp
25

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

İstanbul Masalları

Mario Levi’ye

“Bu şehr-i Stanbul ki bîmisl-ü behâdur
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedadır.”
(Nedim)

I. MASAL

1/Deniz ve Dalga

Deniz ve dalga boylarında yürüdüm:
“Deniz dalgasız olmaz vay gülüm! ”
Deniz dalgalanırken yağmur çiseliyor
dalga denizi sınıyor kıyılarına çarparak
üç beş martı ürküyor suyun üzerinde.

Denize baktıkça deprem dalgalarıyla tanışıyorum küskün Yalova’da
Nisan’dı ve keskin bir iyot kokusuydu zulmün adı sabahın erkeninde!

2/Denizin Ortasında

Sis ve duman gözlerinize çarpıyor
kaptanın düşleri bozuluyor ansızın.
Ben ıssız bir adaya yanaşıyorum sanki
adanın gözlerinde sevinçten dalgalar!

Kendime sakladığım dağlar vardı
uzak bir yerde, tedirgin ve telaşlı
peki demişler, sonra ne olacak peki
ilkyazda denize yağan yağmur gibi.

Marmara Denizi’nin ortasında bir düşü parçalıyorum yeni ayaklanmalarla
Nisan’dı ve ben zalimce boğduruluyordum sürgüne yollanmış kaptanlara!

3/Çilenti

Uzun bir geceydi yaşadıklarım tanığı yok
hayatın avuçlarıma bıraktığı acı bir tortu
oldu. Ürkek kuşlardı hep kanadı kırık:
“Çok yıpranmışsın” dedi ayışığının gölgesi
gözlerine yağmur yağmasın yeniden ama
ah, şu çilenti; görünmeyen yağmur taneleri
boğazıma düğümlenen bir hıçkırıktı adın.

Denizin üzerinde yürümek isterdim hep
olanaksızı başarmak gibi bir duygudur bu.
İyi ama, ben bir kara çocuğuyum, bilemem
gözyaşlarının denize aktığı görülmüş müdür?
O zaman denizler niye hep tuzludur peki?
Sen hangi çırpınmasın, bu hangi deniz?
Ben karıştım günışığına, sen otur ağla...

Bir çilenti kokusuyla karışıyorum ilkyazda bakırdan bir köy/kente
Nisan’dı ve yolunu şaşırmış korkak bir zulümdüm kendi canıma!

4/Ben ve Deniz

Ben ve İstanbul birbirimize baktık
sabahtı ve gözlerim denize dalmıştı.
Hadi sen de tut gözyaşlarını deniz feneri
sen de ağla Kız Kulesi çay ikindileri
benim hiç Üsküdar’ım olmadı sende.

Ben ve deniz ağlayarak bakıştık Üsküdar’ın yokuşlu sokaklarında
Nisan’dı ve bir zalime dönüşüyordu ikindi vakti ben ağladıkça! ..

5/Gül ve Erguvan

Sonra seni uzak bir yere gönderirler
sen gülü sorarsın, gülün adını değil.
Yüreğinin bir köşesinde kardelenler
gül sormaz mı seni özlemlere düşerek?

Gül karanfilin üvey kardeşi midir?
Bir büyüyü bozduk düşlerimizle...
Ah, ne çok erguvandı gözlerinde
gül, bütün çiçeklerin kraliçesidir!

Ben hep gülü sevdim İstinye sularında gözlerimi yıkadığım gece
Nisan’dı ve zulmün sarayında tutsak bir kız/çiçekti kırmızı gül!

6/Ölüme Hazırlık

Artık dağları da fethedebilirim gibi
gözüm arkada kalmayacak İstanbul!
Bu dünya sizin olsun, yeryüzü de
ben ölmeye hazırım bir kentte! ..

Kirletilmiş bir denizin suyusun
eskitilmiş bir denizin kıyısı, Haliç
içten ve duygusalsın gözlerinle
ben ölmeye hazırım bu kentte! ..

Bir deniz üstelik neyimi alabilir?
Al götür beni ve köpüklerine sar.
Susuyorum ve ölüyorum sessizce
göz kapaklarımı kapat İstanbul!

Ben ölmeye hazırım adım adım kapılara düşerken de yorgunluklarda
Nisan’dı ve kılıcı kınında bileylenmiş zalim bir hükümdardı İstanbul!

7/Kentle Söyleşi

Bildik sözlerle konuşuyorum artık:
Senin ciğerini sökeceğim İstanbul!
Senin kurtuluşun yok artık benden
sen bittin İstanbul! ..
Ben geldim işte.
Güzelsin, şirinsin, bir dünya kentisin,
bütün varlığınla büyüksün, peki kabul
ama senin yüreğin benim elimde, ah
bana âşık bir kent olabilirsin İstanbul...

İşte gece: Yorgunluk uykusunda herkes
güzellik uykularına dalamamış insanlar
gecedir ve beni düşünüyor yalnız ayışığı
sen yıldızlarını bana mı sakladın İstanbul?
Sen de mi gözlerimde tüteceksin bir gün?
Bu sevda bitmez! Alışmamalıyım sana.

Çok bildik sözlerle konuşuyorum, evet
seni de sevmenin eşiğindeyim İstanbul!
Sen yıpranmış bir fahişe gibi koynumda
beni de diriltiyorsun yeniden sabahlarla!
Ey benim gençliğim, ey yitirdiğim hayat
ozanca, “bana seni gerek seni” İstanbul! ..

İstanbul’la söyleşmek istiyordum, bıraksalar belki de dinleyecek
Nisan’dı ve yel gibi giden zalim bir kız inceliğindeydi Salacak!

8/Kentin Gizemi

Sana her gelişim bir utku gibidir
bütün dönüşlerim kötü bir yenilgi.
Aslında hangi kentte yaşıyorsam
o kenti seviyorum gizliden gizli.

Ama yüreğin şişmandır senin
benim yerim yok sanki orda.
Ben senin beynini dağıtacağım
bu gidişle İstanbul! Bilesin,
dönüşlerini seviyorum hâlâ.

Ben aslında evim neredeyse
o kenti seviyorum sessizce.
Hadi git, bir yolculuk daha
sonsuz bir uçurum olsun hayat!

Hadi git ve ardında bırak güzellikleri,
bu camileri, bu kuleleri ve balıkçıları
eskimiş bir yalnızlıktır belki de yaşam.
Çayını iç, Salacak’ta bir konak düşle
ama gökyüzünü delen kuleleri unutma:
Belki de oralarda bir yerdedir umut
dün bir sevinci yaşadınız akşamüstü.

Benim bir İstanbul’um yok, Nisan yağmurlarına dönüştü zulmün! ..

Eskimiş bir umuttur, eski bir ağıttır
kim ne yapsın ağıtları şairlerden başka?
Göz göze gelmeyen kahkahalar vardı
ötekilerse aşktı galiba, benim yeni rüyam!

Akşam oluyor, İstanbul gizemli kadın
ben henüz vapur seslerine alışamadım
bir kediyi seviyorum, yorulmuş ellerim
işin kolayına kaçıyor hayat! Kız Kulesi,
beni anladın çocuk, sen yetersin belki de.

Hiç böylesine yakından görmemiştim
uzun bir tankerin geçişini/kahverengi
sahi martılar nereye uçar akşamüstü,
ya üzgün sokak kedileri Üsküdar’ın?

Bir iskelede gülü sakladılar, gördüm
naylon çiçeklerle öptü kuşlar sevgililerini.
Ben de bu gemileri sevecek miyim acaba
kara çocuğu yüreğimle? Söyle İstanbul!

Seni sevmek zorunda mıyım İstanbul gizeminle tuz ve nemdin
Nisan’dı ve bir hayata zulmediliyordu Üsküdar’ın gözlerinde!

9/Denizi Sevmek

(a) ada’ya sığındım!

Bir geminin güvertesinde yalnız bir kadın
ve şaşkın bir kara adamı: O ben miydim?
Biz neyiz ki zaten denizin orta yerinde?
Şimdi bu gemi, bu dümdüz denizde nedir
fırtınaya tutulmuş bir aşk kırıntısı gibi!
Sizin batmış ve eski Titaniğiniz yok mu?

Bizim yüreklerimiz de vardı, severdik
benim ellerim soğuk ve çizgiliydi hep
onun parmakları uzun ve saçlarını tarardı.
Sanki yüzüme baktı ve hiç gülümsemedi
ben bir gemiyi terk ettim sessizce kaptan
kendimi denize atarak: Boğuluyordum!

“Can yelekleri tavandadır” demişlerdi
oysa gemilerde:“Sigara içmek yasaktır.”
Bir sigarayı basarak söndürdü o kadın
bacaklarını kaşıdı incecik elleriyle
yüzü kördüğüm, alfabesiz bir dildi
bir rüyası bile olmuyor böyle kadınların!

Dün bir sevinci yaşadık coşkuyla
bir gökdelenin terasında sevinçliydik.
Bir yeni geleceği konuştuk gençlerle
ben yaşlandım, amcayım şimdi
siz yüreğinizi ödünç verir misiniz?
Biraz yoruldum da... bu döngü
self servis bir bankacılık hizmetidir
kendimi öpmeliyim doyasıya!

Şişli’yi şişleyerek usulca karışıyorum kalabalığa ve ada’ya sığınıyorum
Nisan’dı ve denizi sevmek için zalim bir ay gölgesi düştü günün ışığına!

(b) başaklar yeşeremedi!

Başak solar, yağmur susar küserek
gözlerim yorgun düşer bir kente bakınca!
Bir kenti eskitemeyeceğim artık çünkü
ben geçmişin yenilgiler toplamıyım
paketlerinize sığdıramadığınız yani
bir kenti bitiremeyeceğim tek başıma.

Bir armağan olabilmektir asıl olan
ama siz kapattınız pencerelerinizi.
Ben bir ışık yumağıydım hani
kendimi aydınlattım mı peki?
Rüya dönüşecek mi kendi gerçeğine
ey ayışığının eski düş yorumcusu?

Bir denizin ortasındayım geceyarısı
bir yolcuyum garip dönüşsüzlüklerde.
Kendime kıyıyorum denizlerinizde
işte sonbahar kokusu uzaklarımda
ben denizleri de sever oldum galiba!

Dönüyorum, kendime derman arıyorum karanlığınızla buğday başaklarında
Nisan’dı hâlâ ay ve nedense zalimdi denizin bakışı Yalova’nın kıyılarında! ..

A r a N a ğ m e

Ne Bursa’yı gördüm ipek ve şal arasında
ne de Susurluk aydınlandı yol kazalarımda.
Ey ayağa kalkamayan küskün ülkenin sesi
biz ozanlarımızla kuşatıyoruz İstanbul’u! ..

Dalga kıranlar, kör deniz fenerleri, yakamozlar
sahi Manisa hangi şehzadenin kanlı zulmüdür ve
Börklüce ile Kemal’e ne oldu Aydın ellerinde?
İzmir’e solgun bir çiçek gibi düşmeliyim imbatla!

İstanbul eski bir masal mıydı, yoksa yine ben mi
kör kütük sarhoş olamadım Çamlıca Tepesi’nde?
Ah, kalbime de yasak bir hançer soktular arada
gül yoktu, ebru ve dağladım kendimi nakkaş gibi!

Ara©

Bir sabah ansızın bir türküyle başlayabilir
uzak şarkıları mırıldanırım dar kuytularda.
Ben bu denizi gençliğimde de yarmıştım
Tophane rıhtımında şaşkın bir çocuk gibi!

Gönlüm Erdekli bir aşkın eteklerine değmişti
Puşkin yüzbaşıydı bir zaman ben de üvey oğlu.
İda’dan gelme sarışın bir top ışın ok gibi değdi
arındın ey yüreğim, o Çanakkaleli Mehmet’ti!

İstanbul bir masaldı ve ben fena çarpılmıştım
kalbim hep vuruldu zaten göz değmeleriyle! ..
Trenlere bindim, bir gemi tayfası, kaçmıştım
hangi saati geri çevirebilirim ara nağmeleriyle?

II. MASAL

(Şairler yalan söyleyebilir)

1/Türkü

“Dağlar maralı” adlı türkü düşüyor aklıma sabahın köründe
oysa biz bir denizi yürüyeceğiz yalınayak sulara değmeden.
Denizle güneşin buluşma ânını da gördüm yılların sonunda
su yeşilmiş, güneşse kızıl uyunmamış uykuların kederinde.

Aylardan Temmuz’du...

2/Rüya

Bir rüyayı bitirirsiniz geç kalmış uykularda
köprülerin ayaklarına takılır uyanmalarınız.
Cebimde bildik adreslerle yürüyorum işte
şu İstanbul yüzüme gülmeyecek mi acaba?
Aslında renksiz bir ömrü nakışlıyorum belki
sizin de yitik düşleriniz olmadı mı bir kenarda?

Aylardan Temmuz’du
ve gökyüzü ağlıyordu yine...

3/Arayış

Hadi dağları sevmiştiniz diyelim, peki
bu kentler ne olacak kalabalığınızda,
bu evler darmadağınık, bu çarşılar açık
her şey bir rüya gibi güzelleşir mi yoksa?

Ben sarı bir harfi düşünüyorum, gizemli
örneğin “denizin ortasında ne var”ın N’si
tam da ben: Gecikmiş kuşluk uykusu! ..
ayrıntı’dır bir şövalyenin gizli başkaldırısı.

Bir soru imiyle donuyor dışardaki her şey:
Kaleler, surlar, kervansaraylar, köprüler.
Ara hadi adresleri, Piyer Loti Caddesi’ni
Çemberlitaş’ta, sonra kendini sokaklarda
kırgın ve yıkılmış düşleri Çatalçeşme’de
bulamadığın ve kaçırdığın ne varsa geride;
kent insanlarının yorgun yüzlerini, kuşları
Hasan Öztoprak’ı, Enver Ercan’ı, dergileri.

Denizin sessizliğini izlerken, ah bu sesler
bölünür bir şiirin dolu dizgin koşturması.

Aylardan Temmuz’du
ve dağınık bir yaraydı yüreğim
çivilerle delik deşik edilmiş duvar diyerek...

4/Eskimeyen

Her şeyim sende, nasıl dönmem o uçuruma
çeyrek yüzyıllık en eski rüyamsın benim
eskitirken yenilenen dağ masalı da sendin
yorulurken ellerindi güzel olan alnımda.

Sonlanmış öykülerin nakış ustasıyım ben
sen dinmeyen sızım, baş ağrım, yürek acım.
Sen son çeyrek yüzyıllık rüyamsın benim
bütün gelgitlerim hiç eskimeyen sendedir.

Aylardan Temmuz’du
ve ben hâlâ bir bomba gibiydim
Taksim’in ortasında patlamaya hazır
o çocuklar olmasa, o solgun bakışlı kızlar...

5/Yontu

Senin kızgınlığında ıssızlaşır bazı anlar
durup dururken gitmelerinle uzaklara...
Belki sen de bir rüyayı eskittin benimle
düşlersiz düşlerle bıraktın beni çok yorgun.

El değmemiş düşlerin vardı ıslak, kederli
belki güldüğün de görülmemiştir koynumda.
Hadi bana gün görmemiş yeni düşlerini aktar
vakt erişti, kayda geçirilsin hayatın ayrıntısı!

Zamanın sarkacısın uzun sürmüş suskunluklarda
paylaştığım bütün sevgiler büyülü teninin kokusu,
ey güzellik! Çeyrek yüzyılın dimdik duran yontusu
ben ki, hep bir mermeri sevsem de diri varlığınla
yağmur olup yağdın, dağ rüzgârı estin yüreğinle...

Aylardan Temmuz’du
ve geceler uzun bir rüyaydı
bir paraşütün gölgesinde uçaklar
kalbimin ortasından geçiyordu dimdik
bölünmüş bir yürek oluyordum çatal matal...

6/Mahzen

Akşam vakti kitli bir kapıya dönüyor yüzleri
Laleli’den bir kız geçermiş eskiden şiirlerle
benim bir İstanbul’um olmadı daha, kentsizim
Laleli’den geçmeyecek bir kızı da aramıyorum,
ancak bir yeraltı çarşısı olabilirim Aksaray’da
derinliklerini gizleyemeyen karanlık bir mahzen
kullanılmamış sözcükler toplamıyım kentinizde!

Aylardan Temmuz’du
ve duvarlar kırmızı tuğla
ben yıktıkça onarılıyordu en baştan
geceleyin bir yerlerim çalınıyordu gizlice
kendimi nereye çarpsam ellerim kanıyordu iz iz
kimdi peşimden sürüklenmeyen, kendi gölgem mi?

7/Ozanlar

Turgay Fişekçi, Enver Ercan, Adnan Özer
üç kısa günde üç ozanı gezdim de geldim!
Ben olsam gözlerimle gülerdim toprağınıza
ben olsam “yaşasın edebiyat! ” derdim yine
denizi bile olmayan bir adamın bakışlarına
ben olsam aşk derdim, dostluk, dayanışma...

Ah, Ahmet Erhan ah, seni de görmeliydim
Ankara’dan Silivri’ye düşen solgun yaprak:
“Artık bir nihilistim! ..” diye başkaldırırken
oysa hep bir hiç’ti kendini yorumlarken de!
Bir deniz kasabasını şenlendirmek mümkün
haydi; “Türkiye, ayağa kalk! ”/Susulmuştur!

Aylardan Temmuz’du
ve sıcaktan bunalıyordu ayışığı
sense günışığına sığınıyordun
bir ozanın yitik düşlerini yorumluyordun
bu İstanbul İstanbul olalı kaç köprü geçildi
Mimar Sinan’nın sakalını sıvadım kesme taşlarla
Konstantiniye polis beni yakalayacak geçilmiş köprülerden...

8/Ölümler

Bir sokak köpeği havlayıp duruyor bütün gece
Fatih Camii’ne bir bebek bırakılmamıştı oysa!
Çocukların çığlığı konuştu denizin bittiği yerde
sen gözlerini kapattığın zaman, “ört ki, ölem”di!

Adnan Yücel de bırakıp gitmiş Adana’yı öfkelerle
bir kent nasıl eskir başka türlü? Elazığ ağlasın da
kendi ozanını kucaklasın toprakla buluştururken!
Bir kenti ardında bırakıp gitmiş Adnan Yücel de
hangi ozan ölümsüzlüğü yakalar giderayak sence?

Daha dündü, dinmemişti Ece Ayhan’ın zindan acısı
sen niye ölüverdin ki, çarçabuk Adnan? Ben olsam:
“Bu ülke insanı kanser yapar, öldürür bu halk bizi”
derdim belki de, sen benim akranımdın, böyle acele
ölünür mü, nereye koşturup duruyorsun erkenden?

Beni de bu acılar öldürecek yakında, bu sessizlik
bu şair ölümleri sanki inadına yaz günü Temmuz’da!
Kendi cenazemi görüyorum kırık bir tahta tabutta
ben zaten yontulmamış bir düşkırıklığı gibiyim hep
uzaktan düştüm kentinize bir sabah hiç uyandırmayın!

Aylardan Temmuz’du
ve ozanlar ölüyordu peş peşe
bense ağıt yakmaya zorunlu
kaç yıllık şivandan kalma eski çocuk
dayanır mı yürek bu bozgunlara uğramış
surları dökülmüş kalelerle, bir Trakyahisarı
yapmalıyım dizlerimin dermanı çözülmeden daha
bendim Mezopotamya’dan kalbinize ağamayan o ak bulut...

9/Taş Beden

Sen çıkaramadın beni baştan zalim/çıplak türkülerle
hangi kentin yolları taş döşeli damperli kamyonlarla?
Biz dikenle savrulmuşuz dört bir yana, masallarla ah
bütün kentleriniz taşra, bütün kasabalarınız sığınaktı
siz de bir anakentin kitlenmiş kapalı çarşıları oldunuz!

Kandırılmış bir kedi bakışıdır gözlerin, gözlük takma
sevecen ve vahşi kal! El değmedik yerlerimiz mi kaldı?
Hadi konuş! Sor: Ben nerenin artakalmış yolcusuyum?
Az kullanılmış bir mermer gömüt taşı koy başucuma
ölümüne yatacağım dizlerine, taştan da olsa bedenin!

Aylardan Temmuz’du
ve ben yine o ağlamaklı yüz
sulugöz bir çocuktum sokaklarda
at arabalarına koşulmuş yılkı atı gibi
bir Çingene’nin gözbebeğini oydular durmadan
ben öldüm adımı bilemedi kimseler dağlara yazmak için.
Hangi kör çocuğun gözlükleri numarasızdır biletler orada
bana yerimi gösterecek bir el feneri tutuldu sorgularda sinema
ben bu senaryoyu oynamam arkadaş, çöpleyin kamyonlarla hadi! ..

10/Sessiz Irmak

Ben kaç bin yılın toprağıyım gözlerinizin morunda
kapalı kapılarınız, eskimiş paslı kilitleri, taş yürek!
Kimdi anakentlerde yalnızlığı mendillerle ağırlayan
hanginiz hiç gülmeyen bir taşrayı özlüyor, şaşarım:
Ah, hadi değiştirelim ayaklarımızı, siz çarık giyin de
ben iskarpin, yürüyelim eskimemiş yolculuklarımızı
kim nerede yürümek isterse artık; dağ, bayır, yayla
ben kıyısında olacağım koca kentinizin: Bir gemide!

Grileşti gökyüzü, parçalı bulutlu, duman duman
ve yakamozlaştı deniz, dalga sessizliğinde ayışığı
gökdelik uzak yağmurlarla sel almış Güneysu’yu
ve çay kokusu Rize’nin, demlenmiş fırtınalarda.

Ey kalbim, sakın ha bu ıssızlıkta ölmeyi deneme
hatta sakin bir yolculuğun sonunda bile yaşa! ..
Durulmuş yaşlı bir beden gibi çırpınmadan
kendi yatağında sessiz akan bir ırmak ol artık!

Aylardan hâlâ Temmuz’du.

11/Zümrüt Rüya

Çamurlu bir gözyaşı tarlasıyım işte, tufan artığı
solgun çiçeklerin tuzlu köklerinde yanmış ağzı.
Ben eski bir rüyanın parçalarıydım yokluğunda
unutulmuş: Anımsa beni, topla kopmuş belleğimi
birleşik bir düş olayım gökyüzüne yıldız yağmuru!

Ah, her şey ne kadar yalın ve uzak, benimki Anka
bu gördüğüm son zümrüt rüya olacak biliyorum! ..

Ay
Temmuz.

S o n N a ğ m e l e r

Yıldız kayacak, taş yağacak, ömrümün fırtınası dinmiyor gecelerdir
beni ışıksız ve ıssız bir tepede unutmalısın belleksiz ve yüreksiz.
Haydi birlikte yürüyelim hangi kenti istersen sen yine yalnız yolcu
bense suyu kurumuş o eski sarnıç, yosun tutmuş duvarlarım.

Yağmur yağmalı, gözyaşım akmalı kör kuyulara, yağmur yağmalı
ben bir şiir ırmağının son yatak değiştirmesiyim bulanık sellerle.
Bu meltem de esmeyecek, yangınlar kor, ormanım kuru gazelden
hangi sokak itfaiyesi söndürecek erkenci ölümlerle bu harlı ateşi?

Som altından bir yatakta zülüflerini yolarak ağlar mı şimdi de
binbirgecenin o sevdalı masal kızları gözlerini kanatarak usulca?
Sabah olmasın diye! “Evet sabâh olacaktır, sabâh olur, geceler.”
Tevfik Fikret mi bu? Beni bir Aşiyan’a gömün toprak ve taşla...

Gözlerimi geri verin, ağlamamış haliyle ama, yitirdiğim her şeyi
kızgın kazanlarda kanımı yıkadılar benim, soyulmuş soğandım!
Bir cesedin küllerini savurdular havaya, denize attılar bedenimi
yüzme bilseydim, ölmeden yaşamak isterdim İstanbul masalını...

Artık bir köprünün ayaklarında ayak izlerim kim betonladı öyle
Mimar Sinan’ın gözlerinden kaçırılmış hem de heykeli önünde!
“Nisan ayların en zalimi” mi demişti dalgınlıkla o İngiliz ozan?
“Bekle Bizi İstanbul” demişti usta! Bir masal mıydı İstanbul o an?

Aylardan gümüş rengi bir Zümrüt-ü Anka kuşu kanat açması yeniden!

Ah, Nisan zulümdü gönlümde bahar açması ve Temmuz kurumasıydı gözlerimin dere yatağı:
“İstanbul Bir Masaldı” Sevgili Mario Levi

Nedim!
Nedim! ..
Yalancı Nedim...

(Şairler yalan söyleyebilir)

(Yalova, 20-27 Nisan 2002
İstanbul, 24-25 Temmuz 2002
Aydın, 11-12 Ağustos 2002)

Kemal Gündüzalp
Kayıt Tarihi : 9.4.2005 04:42:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Nurten Altınok
    Nurten Altınok

    İstanbul hepimizin yüreğinde sayın Gündüzalp... kutlarım... tebrikler.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Kemal Gündüzalp