I have never loved you,
And I will never do.
If I said so,
They were all lies,
White lies
And the meaning which
Çocukluk zamanımızda lambalı bir radyomuz vardı. Okuldan gelince, annemle beraber oturur onu dinlerdik. Mis gibi tarhana kokusu gelirdi mutfaktan.O zamanlar televizyon falan yoktu.Tek eğlencemiz ve dünyaya açılan penceremiz radyomuzdu.Radyo tiyatroları çıkardı. ‘Keçi ibrahim,meeee, sağdan say,soldan say’gibi sözler hala kulaklarımda.Duygulanarak ve ağlayarak dinlerdik.Sonra türküler çıkardı. ‘Kara tren gelmez ola….’ Evimiz tren yoluna yakın olduğu için trenin düdük sesini duyardım. Ankara’dan aldığı yolcuları Sincan’ a getiren kara trenin sesiydi bu.
Tren çok önemliydi bizim hayatımızda o zamanlar.Kömürle çalışırdı kara tren.Bazen ufak tefek kazalar olurdu.Tren adam kesmiş diye bir kara haber yayılırdı ortalığa.Tren çocukluğumuzun efsanesiydi.Gücün semboluydu o.Şimdi ne trenler çıktı. İki başlı, elektrikli trenler, hızlı trenler vs.
(=MUHAKKAK Kİ BU RABBİMİN FAZLINDANDIR)
Eğer kırk senedir kesintisiz görüyorsam; (kesinti olduğu zaman paniğe kapılıyor ve doktor doktor dolaşıyorsam) . Eğer kırk senedir kesintisiz işitiyorsam ve kırk senedir kesintisiz yürüyebiliyorsam,. Bunca yıldır nefes alıp verebiliyorsam. (alamayınca paniğe kapılıyorsam) . Haza min fazlı rabbi. Başkalarına verdiği gibi bana da vermek zorunda diyorsanız, bir köre, bir sağıra ya da bir yürüme engelliye sorun bakalım; Allah size bu saydığım şeyleri vermek zorunda mı değil mi?
Eğer sizin sahip olduğunuz Rab merhamet doluysa, onun yüzde birini yeryüzüne indirip analara şefkat olarak verdiyse ve tüm anneler onunla yavrularına şefkat ediyorlarsa ve doksan dokuzunu ahrete sakladıysa. Haza min fazlı rabbi. Cenabı Hak tüm insanları cennete gitmek ve orada ebedi yaşamak için yarattıysa (insanlardan bazıları iradelerini kötüye kullanmak suretiyle cehennemi tercih ediyorlarsa.) Haza min fazlı rabbi. Emirlerine uyanlara dünyayı da bir cennet haline getireceğini söylüyorsa ve insanlar da uymayıp dünyalarını cehenneme çeviriyorlarsa pes yani.
Bu dünyada çoğunluk itibariyle isteyene istediği şeyi veriyorsa. Şöyle bir çevrenize bakın. Kim neye sahipse istedikleri için vermiştir Allah. Araba isteyene araba, ev isteyene ev, kadın isteyene kadın, çocuk isteyene çocuk, mal mülk isteyene mal mülk, makam isteyene makam, ilim isteyene ilim. Vermediklerine de daha iyisini vermek için bekletiyorsa.(Zira Allah katında bu dünyanın sinek kanadı kadar değeri yoktur. Asıl olan ebedi hayattır ve ahrettir.) Muhakkak ki bu Rabbimin fazlındandır.
Şayet sizin sahip olduğunuz peygamber doğumundan ölümüne kadar ümmetim ümmetim diye ağlıyorsa, kardeşlerime selam söyleyin, onlar ahir zamanda gelecekler bana beni görmeden iman edecekler diye selam gönderiyorsa. Mescidinin duvarında benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir yazıyorsa, Haza min fazlı rabbi.
Ve biz bu asırda onca tersliklere rağmen hala yeryüzündeki tek doğru din olan İslam dininin bir üyesi isek. Onca günaha, onca isyana rağmen hala oruç tutup namaz kılabiliyorsak, haza min fazlı rabbi.
Bir tomurcuk oldum, açamadım
Kucağına yatıp gülücükler, saçamadım
Her şeyden kaçtım da, kaderimden kaçamadım
Ardımdan ağlama anneciğim,
Ağlayıp ta minik kalbimi dağlama anneciğim!
Aslında biz Çanakkale’yi gezmeye gitmiyoruz. 1915 Çanakkale Boğaz harbinin olduğu Gelibolu yarım adasındaki şehit atalarımızı ziyarete gidiyoruz. Şehitler ölmediğine göre mutlaka bizi görüyorlardır, duyuyorlardır. Ancak başka âlemde oldukları için bizimle konuşamıyorlar. Bu benim üçüncü gidişim, fırsat olsa üç kere daha gider misiniz deseniz, evet derim.
Cumartesi sabahı, Sincan Belediyesi sosyal işler binasının önünde toplandık. Çocuklar bir gün önceden heyecana kapılmış o gece uyuyamamışlardı. Aslında nereye gittiklerini de pek bilmiyorlardı.
İlk defa hemşerilerimle bir geziye gidecektik. Sabahın ilk ışıklarıyla aşevi önünde bir araya geldik. Her gelen otobüse acaba bu mu diye koşuyorduk sonradan öğrendik ki bunlarda Konya ya gidecek iki otobüsmüş. Az sonra Çanakkale ye gidecek otobüs geldi. Okunan listeye göre yerlerimizi aldık. Biraz sonrada otobüsümüz yola çıktı. Yavaş yavaş konuşmaya ve tanışmaya başladık. Yolda kahvaltı yaptık, Öğlen yemeği yedik, namazlarımızı kıldık. Otobüste her tipten insan vardı. 11 saat yolculuktan sonra otelimize vardık. Lobide çay içip uzun uzun sohbet ettikten sonra odalarımıza gittik. Fakat beni uyku tutmuyordu o gece 3 saat ya uyudum ya uyuyamadım.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra feribota. Feribotla karşıya geçtik. Heyecanımız gittikçe artıyordu. Eceabat a doğru yola koyulduk. Sakallı Hacının birisi mikrofonu ele geçirerek vaaz vermeye başladı. Sol tarafımdaki gençler elleriyle kurt işareti yaparak Ya Allah, Bismillah diye bağırışmaya başladılar. Fırsatını bulunca hemen mikrofonu kaptım. Buraya 3 üncü defa geldiğimi az sonra neler göreceklerini anlattım ve 9 tekbir ile salâvat getirerek yola devam ettik. Yoldan bir yerden rehberimizi aldık. Namazgâh denen yerde durduk tabyaların dibinde gölge bir yerde Rehberimiz yarım saat bize 1915 yılında burada nelerin olup bittiğini anlattı.
İlk denizden karaya ve karadan denize topçu savaşları. Boğazı gemilerle geçmeye çalışan düşman bir türlü geçememiş. Seyyid onbaşının kahramanlığı Y a Allah diyerek 250 kiloluk top mermisini topun ağzına vermesi ve düşman gemisini dümeninden vurmasıyla bir milletin kaderinin değişmesi. Seyyid onbaşının savaştan sonra köyüne dönmesi ve yıllarca sıradan bir insan gibi yaşaması. Bana Seyyid onbaşıyı görmek nasip oldu. Hem de nerde biliyor musunuz? Sincan da. Fatih mahallesinde oturan kızının yanına gelmiş o günlerde hastaymış ve bir doktor arkadaşıma muayeneye gelmiş. Orda karşılaştık. Çok konuşmayan bir adamdı ve o günlerde biraz hastaydı.
Yıllar önce Türkmenistan’ın Aşkabat şehrinde yaşarken cumartesi günleri süt almaya devlet mağazasına giderdik. Haftada bir gün süt alabildiğimiz bu mağazaya erkenden kalkıp gitmek zorundaydık. Çünkü süt sabahın erken saatlerinde getiriliyor ve yarım saat içerisinde bitiyordu.
O zaman sekiz dokuz yaşlarında olan oğlumla beraber beş litrelik cam kavanozumuzu alır, süt almaya devlet mağazasına yola koyulurduk. Giderken gelirken de küçük bir dereden geçmek zorundaydık. İnsanlar bu dereden kolay geçebilmek için derenin içine kamyon tekeri, büyük taşlar gibi şeyler koymuşlardı.
Sabahın ilk ışıklarıyla beraber yola koyulduk. Dereyi geçtik mağazaya girdik en son adamın arkasına geçip beklemeye başladık. Biz beklerken birileri geliyor. ‘Kto posledniy’ diye bağırıyor. Birilerde ‘ya, ya’ diye cevap veriyordu. Biz konuşulanları anlamıyor, yabancı olduğumuz için kimseye bir şey soramıyorduk.
When you comb your hair,
You look fair.
While you stare at me,
I feel no fear.
Oh! My dear my dear,
Roza bilirim gül demek,
Sen Kafkas ın gülüydün,
O’nun bülbülüydün
Gelirdi telefondan tatlı sesin;
Nerdesin şimdi, nerde nefesin?
Ağaçlar sanki ruhlarımızın birer iskeleti,
Ağaçlar gösterirler kemikten parmaklarıyla korkunç istikametleri,
Ağaçlar deste deste ve yumak yumak,
Ağaçtan yapılır elinizdeki kalem ve davuldaki çomak
Bırakıp gittiğin günden beri
Artık ben bir yaşayan ölüyüm;
Kabir âleminin bülbülüyüm.
Benim şiirlerimi ölüler okur,
Ancak ölüler anlar
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!