Sırtımı yaslamıştım, ince bir tişört vardı üzerimde
ve soğukluğunu rahatlıkla hissedebiliyordum duvarın.
Ansızın dönüp yüzüme bakıyordu şimşekler çakan gözleriyle,
kısa kısa.
İzlendiğini bilen şımarık bir çocuk edasıyla şirinlikler yapıp,
yüreğimdeki yerini sağlama alıyordu bilinçli.
İşte o gün yerleşti yanağıma
teninin sıcaklığı,
burnuma mis kokusu,
hem de hiç gitmemecesine.
O günden sonra,
soğuk duvarlar yerine
O’na ve sıcaklığına yaslayacaktım sırtımı.
Bu bir anlamda teslimiyetti ve tehlikeliydi,
biliyordum önceki pek hoş olmayan deneyimlerimden,
ama bırakmadı peşimi, güzel duygu;
bir başkasının kollarında
kendini sonsuz güvende hissetme hissi,
anne gibi.
O; mutlaka gidilmesi gereken
ve görünce hiç çekinmeden
hayatının sonuna kadar kalmayı arzulayacağın
bir ada gibiydi,
sıcak denizlerin birinde.
Aşk; kötü sonlu olduğunu bildiğin ödüllü bir filmi,
kahramanının heyecanını ve umudunu
içinde yeniden onunla birlikte yaşayarak
sonuna kadar seyredip,
şaşkınlığa ve düş kırıklığına düşmek gibiydi hep.
Ve ben; bir an önce karaya ulaşmaya çalışan,
açık denizlerin birinde yaşamaya bırakılmış
bir kara yosunuydum,
suda asılı.
Topraktı beni ilk kucaklayan vardığım yerde,
unutmuşum umut veren kokusunu,
avuçlarımın içine aldığımda hissettiğim sıcaklığını.
Artık aşkın ülkesindeydim,
her yer sıcak,
her şey olağandışı güzel görünüyordu gözüme.
Önümde diz çöküyordu tabiat,
gelişimi kutlamak adına daha da güzelleşip,
o güne kadar onları görmediğim
bir kimlikle çıkıyorlardı karşıma.
Güzele doğru attığım her adımda
heyecan basıyordu her bir yanımı,
içim içime sığmıyor,
koşmak istiyordum bizi bekleyen ufka doğru.
Uzundu bacaklarım,
yetişemiyordu hızıma
bunun için uğraşsa da.
Duyularım yitiyordu anbean.
Bir süre sonra
ancak gözlerimi kısarak bakabildiğim
ufkun esrikliğine öyle kapılmıştım ki,
arkamdan çağırdığında bile işitemedim O’nu.
Ufuk kararmaya başladı sonra nedensiz,
aniden durdum
yanlış bir iş yapmanın verdiği suçluluk duygusuyla.
Karanlığın ortasında yapayalnızdım şimdi.
Ondan yana baktığımda,
gözlerimi kıssam da
hiçbir şey göremiyordum ufacık bir ışıktan başka,
O olmalı dedim oraya doğru yönelirken.
Gelirken,
aydınlık dolu,
dünyanın en güzel çiçeklerinin mis kokularını yaydığı
tarlalardan geçerek gelmiştim,
avuçlarımda aşktan aldığım güven,
sırtımda hoş bir sıcaklık hissi uyandıran güneş,
saçlarımın arasından süzülerek geçen
ferah rüzgarım vardı.
Şimdi bu geri dönüş yolundaysa,
avuçlarım bile görünmez olmuş karanlıktan.
Adım başı beni içine çekmeye çalışan girdaplar,
geçilmez fırtınalar,
aşılmaz bariyerler,
uçurumlar mı yok yolumda beni bekleyen.
Ona ne kadar yaklaşmıştım kim bilir,
bir anda uçurumun dibinde buldum kendimi,
avuçlarım boşluğa sarılı.
Öyle acizdi ki gözyaşlarım,
çaresiz sürükleniyorlardı denize doğru.
Evet, o kaçınılmaz gün gelmişti sonunda
bekletmeden,
ansızın.
Şimdi, göz yaşlarımın tenimde bıraktığı bu izler,
yıllar sonra bile
kanayabilecek yaralara dönüşecekti
ve bütün bunları yine,
yeniden,
hiç olmamış gibi yaşayacaktım tekrar tekrar.
Bunun bilinciyle titredim,
otururken orada,
ben, O ve deniz,
buz gibi esen rüzgardan değil.
Biraz daha yaşlanmış,
yaşarmış gözlerim,
uzakta ışıklarını yakmış gemilere dalıp gidiyordu.
Islanmış orman yeşili gözleriyle
bana ve uzakta gördüğü ışıklara bakıp,
şelaleye benzetiyordu onları.
Hiç durmadan akan bir şelaleye.
Sessizdim,
deniz ve O
sessizdi.
Kayıt Tarihi : 20.12.2010 15:00:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
böyle şiire doyum olmaz..
kutlarım sayın Genç
TÜM YORUMLAR (1)