2000 yılının karakışında, Türkiye devleti hapishanelerdeki insanlara bir kez daha saldırdı. Bu şiir bitmeden ölenleri söyleyen rakamlar değişecek.
Karakışta yüzlerce genç kadın ve erkek ağır yaralı olarak “F Tipi” hücrelerine sürüklendi. Hükümet edenler, ordu, polis ve devlet kimliği taşıyan gizli katiller, kışkırtıcılar, muhbirler ve iş makineleriyle belediyelerin başkanları bu planlı öldürmenin içindeydiler.
Serap’a söylüyorum bu sözleri; hapishanede kurşunlanan Kürşat’ına onun. Yoldaşlarıma.
I
Bir umut, biz onu aradığımızda büyüktür
Çıldırır zihin endişenin mülkünde
Gelmeyen çağırandan küçük ve korkunç
Meridyenin yayları gerilir ve boşalır yürekte
İlk ezgiyi yaratan neyse ilkellerin ağzında
Ondan başka şey değil bugün mozaikteki maya
Tarih, diklenen o yakarmanın
O korkulu umudun büyümesini söyler
Parçalanıp çoğalmasını bizdeki isteklerin
Göğüs denilen memlekette karanlık ve güneş tozları
Ve biri adını söylerken birine –Eliyle havayı açarak iki yana
Düşmana söyleyecek bir sevinç yaratmak
Bütün silahların yenilmesidir
Bir tayın dünyaya gözlerini açması
Çocuğun sahiplenmesi onu
Kırlar, mavilikler boyunca sonsuz
Zamandan başka gücü olmayan bu adam söylüyor adını
İki kolu omzundan kesilmiş bir koşucu
Bir sevinç en zor kime söylenirse dimdik
Öyle kavramak istiyorum yaşamı
Şiirin belleğinde nasılsa her söz, binlerce çağrışımla
Gergin ve ılımlı, engin ve hercai
Dünyayı sevmekten başka tırnağım yok
Saçını okşarken
Gecenin şekilsiz taşları arasında
Ve yazarken bilediğim
Tan yerinin alazındaki iç çekmeleri
Sancıyla yürüyen anlar
Anlamak adını doğuracak
Dudaklarımı parçalıyor kimi zaman iki sözcük
Atılıp çekiliyor, düşüp kalkıyor yeniden
Şimdi bu satırları yazarken olduğu gibi
Ağzını öperken söylediğim iki sözcük
Düşmanıma söyleyecek sevincim olsun istiyorum
Alaca karanlığın masasında
Şaraba vuruyor mumun alevi. Ellerimize
Narince kızıl
Kıvrılıp gidiyor yollar, yolculuklar
Sorular çağlayanında düş saatleri
Adın haberlerin, yıkılmış duvarların, molozların arasında
Işıktan başka nedir ki, bize görünen bunca renk
–Kasvete ve kire siner de
Solmaz, kirlenmez
II
Adımı kazıyorlar dostlarım, adından ve her yerden
–Nasıl sahiplenirse ölüm gözlerini insanın–
Adım
Senin elifbanda erimiş birkaç yıl işte
Harfler bahçesinde birkaç işaret
Ölülerimizin adları soluk alıp veriyor
Taşta keşfedilmeyi bekleyen o ince element
Bir zamanlar insanın adı yoktu
İnsanın insanı öldürdüğü dünyada adımız yok
Bayraktan adı kazınmış olan söylüyor adını
Mutluluğun yazgısı için
Birinin ayak seslerini duyunca yekinmektir o söz
Şaşarız ya yitirilip de bulunana
–Doğmak için kapanan çiçeği izlerken akşam morunda
Patlamasını sonra sabah sessizliğinde
Hayret ederiz yaratılana günün her anında
–Göze görünmez, küçük
İçimden söylüyorum adını, dünyanın yüzüne karşı
Bakar gibi gizlice düş gören gözlerine senin
Yemişli patikanın ucunda devinen o incecik iki yalıma
O şiirlere sığmayan inceliğe
Adını, adından başka şeyi olmayan insanlar söylüyor
Bulutlu gece göğüne söylüyorlar
Ekmeğin içindeki meleklere
Suyun ve zamanın sarmalına
Güçsüzlüğün gücüne
Adını koyup gidenlerine söylüyorlar
Sönen ışıklarına
Ben çoktan vazgeçtim adımdan
Kimsem değildi zaten; kimsem olmadı senin kadar
Bir zamanlar insanın yüzü vardı
Adlarımız bize ölüm korkusunun armağanı
Ölümden sonra da yaşayalım diye atalarımız bulmuş
Bugün ölülerimizin adları var ve fotoğrafları
III
Dünyada adlar var
Merhameti yüklenmiş, hıncı ya da kederi
Bereketi, delişmenliği ve sevgiyi yüklenmiş
Ayırsan, bir başına koysan, çağırır ötekileri
Gücü söyleriz ama onlara seslendikçe, kıymeti, kavuşmayı ya da ışığı
Sileriz söyledikçe
Bilmezler taşıdıklarını ya da umursamazlar...
Seçmemiştir çünkü kimse kendi adını
Kimse seçmemiştir çünkü kendi yüzünü
Hücrelerde yüzler var
Yaralı ve yassılmış. –Adını bırakıp gitmiş yüzler
Bir nebze özgürlük için
Çünkü, insan kendi taşır yüzüne istekleri
Başka adları ve akılları kendi çağırır adının zamanına
Kendi asar bayrağını oraya
Ölümlü dünyanın hamur teknesinde o yoğurur adındaki acıyı, düşü
Yeniden çırpar yüzünün boyasını, her dönemeçte
Unutma kardeşim
İnsan tanrısıdır kendi yüzünün
Zemherinin karanlığında yaralı insanlar dolaşıyor şimdi
Dolaşıyor ölüm iki adımlık hücrelerde
Hangi soğuk vardır, diyelim ki, daha beter ölümden
Karanfilin kadranında dolanıyor adın
Ayazın camgöbeğinde
Yeni bir dünya diyoruz basitçe
Ve bir çığlık kopartıyor sözlerimizi
Ve bağlıyor yeniden
Bebeğinin yüzüne ad veren biri
Şimdi desem ki, her şey adında birleşiyor
Ve çatışıp değişiyor orada
Evrenin hamurundaki her şey
Söyle, anlamayan olur mu; inanmayan kim kalır
Adınla bakınca dünyaya
Tevfik TaşKayıt Tarihi : 13.3.2005 22:38:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)