İlkel Endülüs Şarkıları, Tesadüfi Buluşm ...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

İlkel Endülüs Şarkıları, Tesadüfi Buluşmalar; Lorca Ve Cohen

Müzik aldatıcıdır çoğunlukla, vücudu, zihni, hayalleri esnetir, gelecek tasavvurunu genişletir, geçmişi, şimdiyi olabildiğince yumuşatır. Sözlerse bazen fazlasıyla hakiki, lüzumundan fazla bencildir. Hayatı parçalar, düşündürür, sorgular. Müzikle şiir arasındaki karanlık boşluğun üzerine gerilmiş ipte sendelemeden yürüyen uyurgezerleri, dalıp gittikleri büyülü âlemlerden çağırıp ürkütmemek gerekir bence.

Neyse ki tabiatları gereği hiçbir dönemde o acayip adamlardan çok fazla olmadı. Haftalardır hakkında yazılmadık hiçbir şey kalmayan Leonard Cohen, şiirin sesini müziğin renkli diline, ritmine bozmadan tercüme edebilen bir yorumcu ve bu çağın son temsilcilerinden birisi elbet. Doğrusu beni en çok etkileyen özelliği, o mistik, gösterişsiz yeteneğini tevazuuyla buluşturabilen az bulunur bir şair, şarkıcı veya romancı olması değil. Bu yazıyı yazmadan evvel, evet ben de o meraklı, kalabalıkla birlikte onu izledim. Çocukluğundan beri dünyaya gelmenin sıkıntılı acısıyla kendi üzerine kapandığı için vücudu öne doğru bükülen, bildiğimiz hayatın dışına savrulmaktan yüreği her daim aksayan adamın içindeki huzursuz gücü gördüm o gece. Lacivert gök kubbenin altında, elmas gibi parlayan dolunayın ışığında, onun kederle derinleşen boğuk sesini dinlerken, insanın çaresiz varoluşuna eşlik etmek için yanlışlıkla aramıza katılmış ‘yaralı bir hayvan’ olduğunu düşünüyordum doğrusu. Merhametli bir gülümsemesi vardı ama zeytin dalı kadar ince olan bacaklarından birini usulca büküp tek dizinin üstüne yere çöktüğünde yalnız, vahşi bir kartal gibi göründü bana. Koyu renkli kostümü ve ifadesini gizleyen şapkasıyla tünediği sahneden dünyayı gözetleyen keskin bakışlı bir kartal...

İNSAN DERİSİ GİYMİŞ BİR HAYVAN GİBİ...

Konserden sonra eve dönünce bir süre ondan geriye kalan ıssızlığa eşlik edecek başka hiçbir sese tahammül edemeyeceğimi düşündüğüm için koltuğa uzanıp gözlerimi kapadım. Hayaletlerle konuşurken birkaç gün evvel arkadaşımdan ödünç aldığım film geldi aklıma. Bulup, seyretmeye başladım. Endülüslü şair, oyun yazarı Lorca’nın gençlik yıllarında Salvador Dali’yle yaşadığı tutkulu ilişkiyi anlatan filmin bir sahnesinde Lorca, askerlerin masasında Çingeneler baladından bir bölüm okudu. O sarhoş gecenin sonunda Dali, şiirinden çok etkilendiği ve tutulmaktan korktuğu dostuna kıskançlıkla bağırıyordu: “Orada, o tuhaf sessizliğin içinde insan derisi giymiş bir hayvan gibi duruyordun. O zaman seni daha iyi anladım.” Güldüm, gerçekten daha birkaç saat evvel Cohen’i izlerken buna yakın hislerle ürperiyordum. Tesadüfi buluşmaların hemen sezemediğimiz ancak daha sonra sürprizlerle karşımıza çıkan garip manalarında dolaştım biraz. Kendi deyişiyle meteliksiz kaldığı için bu dünyadan gelip geçerken ‘bizim eve de’ uğrayan 74 yaşındaki Cohen, kızının adını Lorca koyacak kadar hiç yaşlanamayacak o büyük şaire hayran. Ustura gibi kesen çelişkili duygulara tutunarak yaşamayı seçen bu iki melankolik adamı ‘zamansız bir hayatın’ dışında buluşturan saplantının sadece şiir olmadığını biliyorum.

Lorca yazarlığının yanı sıra müzik yeteneğini ailesinden alan iyi bir piyanistti. O aslında Paris’te müzik eğitimi almak istemiş ama sonra ailesi bunun tehlikeli olduğuna karar vermiş. Lorca, Madrid’de kalıp hukuk fakültesini sekiz yılda bitirmiş. Yine de otuz sekiz yıllık kısacık yaşamına sığdırdıkları arasında müzik hep vardı. Bu vesileyle onun 1922-35 arasında verdiği konferanslardan hazırlanan yazılarını okudum. İtiraf etmeliyim ki epey şaşırdım ve Cohen’in, yüzyılın en büyük şairlerinden biri olduğu söylenen Lorca’ya neden böylesine tutkuyla bağlı olduğunu da daha iyi kavradım.

AĞUSTOS BÖCEKLERİ GİBİ KIRILIP DAĞILDILAR...

Lorca’nın, İspanya’da yaşamış farklı ırkların kültürlerinden, acılarından, halk şiirlerinden, süzülerek oluşan müzik türlerinin korunması gerektiğine dair hassasiyeti etkileyici. İşte o bilinç, genç bir şairin aydınlık, incelikli bakışıyla birleştiğinde hakikaten ürpertici bir bilgelikle karşılaşıyor insan. Cante jondo (derin şarkı) adıyla bilinen ilkel Endülüs şarkılarının sanatsal ve tarihsel önemini anlattığı uzun konuşmasında dinleyenlere sesleniyor: “Hanımlar ve Beyler cante jondo, derin, gerçekten derin, bütün kuyulardan ve dünyayı kuşatan bütün denizlerden daha derin, çünkü neredeyse sonsuz. Yılların mezarlıklarını ve kavurucu eğreltiotlarını aşarak çok uzaklardan geliyor. İlk ağıttan, ilk öpüşten geliyor. Cante jondonun gerçek şiirleri hiç kimsenindir; altından polen pamukçukları gibi savrularak gezerler ve her kuşak onları gelecek kuşaklara bırakırken farklı bir renge büründürür.” Konuşmasını bitirmeden onları yorumlayanlardan da bahsediyor: “Canator şarkı söylediğinde, kutsal bir ayin yapar, uyuyan eski varlıkları uyandırır, onları sesiyle sarıp sarmalayarak rüzgâra fırlatır. Ufukta titreşen parlak bir noktadan büyülenmişçesine şarkı söylerler, hem tuhaf hem basit insanlardır. Onlar kendi ruhlarını, duygunun fırtınalarında perişan eden, halk ruhunun muazzam yorumcularıydılar. Hemen hepsi yürekleri yüzünden öldü, yani soluduğumuz havayı ideal ritimlerle doldurduktan sonra kocaman ağustos böcekleri gibi kırılıp dağıldılar...”

HEPSİ BİRAZ EKSİK, BİRAZ FAZLAYDI...

Cohen’in kendisine ait sözleri ve modern bir müzik türünü değil de, eski ‘derin şarkıları’ tabiattaki hayvanların haykırışlarını taklit eder gibi söyleyişini dinlerken, onun ve hayran olduğu Lorca’nın birbirine hiç benzemediği halde kesişen hikâyelerini düşünüyordum.

Lorca 1936 yılında, 20 ağustos gecesi General Franco’nun adamları tarafından Viznar vadisine götürülüp öldürüldü. Evlerine sığındığı dostları onu ihbar etmişti. Mezarı hiç olmadı ve kendisinden başka hiç kimse gerçek ölüm şeklini bilmiyor. Bazı faşist gazeteciler, onun erkekleri sevdiği için öldürüldüğünü iddia edebilecek kadar çıldırmıştı. Ölümünden uzun yıllar sonra halkı, dünya edebiyat tarihinde hiç unutulmayacak olan bu şairin katlinin hesabını sordu.

2009 yılının sıcak bir ağustos gecesi, 1963 yılında yazdığı ilk romanına, “Çocuklar yara izini madalya gibi sergiler. Âşıklar yara izlerini açıklanacak sırlar niyetine kullanır” diye başlayan bir yazarla buluşmaya gittim. Onun Lorca’nın şiirinden esinlenerek bestelediği melankolik bir şarkıyı dinledim. Diğerlerini de... Hepsinde aşklar, ihanetler konuşmalar, sevişmeler, sözcükler, tutkular, hayaller, sevgiler, özlemler biraz eksik, biraz fazlaydı sanki. Hayatın kendisi gibi... Teldeki sarhoş bir kuş gibi... Lorca’nın zamansız ölümü ve onun ‘kandan kızıl gözyaşları’ gibi...

A. Esra Yalazan
Kayıt Tarihi : 5.3.2016 12:03:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

A. Esra Yalazan