Bir kap dolusu anarşi, oyuncak tırtılla savaşıyor...
"Kaç ayağın var senin?"
Okcular yaylarını gerdi
Süvariler dört nalda
Şövalye mahmuzunu bileyliyor
Mantıkla hareket ettiğim döneme ne zaman geçtim, kaç yaşındaydım, bilmiyorum? Bunun bir safahatla insana uğradığının farkındaydım.
” Birinci çinko, ikincisi ve nihayetinde tombala!” Peki, kaç yüzyıl yaşamıştım ben? Gözlerimi, dilimi, tenimi, kulaklarımı, burnumu çok sokmuş olmalıydım kararlarıma ve işte sonunda gelen ihtişamıyla geldi… “Yanıldım.”
Akciğerimi kullanmak istemiyorum. Denize uzatılmış, tahta bir iskelenin, ıslak gıcırtısında dizlerimi esnetiyorum… Dizlerim aynı kararlılıkla sesler çıkartıyor… Ensemi yalayan soğuk bir rüzgâr; yapay bir utanç bırakıyor cümlelerimde…
Hep aynı sözü tekrarlıyorum…
“Ey intihar, çığlık ol ve düş bileklerime!”
Tutku karmaşası bir yaşamın kalabalığından kaçmak istiyorum; ama nereye? Beyaz sayfalara bıraktığın karakter nasılda düşündürücü!
Kafam uzuyor
Atlar koşturuyor patikamda...
Toz kaldırıyorlar
Nefes alamıyorum
Sessizce, derinde bekliyorum
Bozuk bir duşun altında, kusuyorum…
Su aldanarak akıyor sanki
Kanarsa derinden
Uyku acıtır mı?
Çimenleri çiğniyor at arabaları
Atlar halinden hayli memnun
Yeşil bir senaryo yazılıyor kente
Kıyafetini değiştiriyor soyunma odalarında
Gün doğumu ve çocuklar
Yitik bir bellek gibiyim. Kaybın en kalabalık haliyim. Çiçekleri tasmalıyor ömrüm, nevrozuna hiç uyanmadan. Kuru demetlerim, siyah kurdelelerim var. Soluk yüzlü aşıkların nevrotik vazolarında çöküş usuyum ben. Çalıma konan cin korkuları ve karabasanlar, tozluğumda merak tazeler hep, kayıtsız olmak için… Sözcüklerimin kıracındaki kuru sevda, çingenenin esmer elindeki yalana bulaşır.
Topyekûn zamirsizlik itiverir yalnızlığımı hiçliğin kefesine… Göğüs kafesimde soluğunu demlerim. Renkleri kısır, örtülü, sarı bir diken tehdidini uzatır geçmişe… Nefesi bomba yüklü, hacmi iğnelenmemiş esnek balonlar patlar, şişip şişip yeniden patlar. Her infilak yine karanlığa gömülür…
Boşluk dudak yüküdür, gelip kaybolduğum rahlede öpüverir. Hazan kaçağı bir sarılığın safrası örter her şeyi… Taşıyamadığını yüreğine kusar sarhoş adam, ilk sevdasından beri…
Avcumda ufalanmış tütünüm eksilir; yanar efkâr olur bakışlarına…
Hangi güzelin ömrü uzun olmuş ki? Her gül yaralanır dikeninden, içinden kanar özlemleri sızım sızım...
Mermerdeki çatlaktan sızdı acı! Soğuk inilti, keskin ucundan zorladı anı… Bir cücenin asabını yokladı zaman. En kısa cümlesiyle tuttu ayak parmaklarını… Uzadıkça aklına; tanımladı kendini. “ İpin alevini tuttu Kronos, sen de tut!” eğdi bakışlarını cüce. Küçük, çelimsiz, parmaksız ve avuçsuz ellerine baktı. Yazmaya çalışıyordu tanrının şiirini…
Tanrı uzun insana sevdalıydı… Binalar yükseldi, dünyalardan kaçış planları yapıldı. İmkansızlar dağların yolunu tuttu… Kimi kaldı, anılarında çürüdü, kuru gürültüsüyle feveran!.. Çağıldadı dere, billur bakışlarıyla gezdi ovayı, kibriyle kök oldu yaşama. Yeşerdi afralı varlık, yeşil havuzunda…
Adımladı birileri boş avluyu. İp gerdiler, eski bir zamanda ölçekledikleri kemiklerle kurdular sehpayı… Kimi uyluğunu yasladı, kimi küreğini, kaburgasını bıraktı biri… Lakhesis ipi uzattı ve astılar zamanı… Omurgasını ve kafatasını bırakan olmadı.
Mermerdeki çatlaktan sızdı acı! Soluğu kesildi, uzadı boşlukta…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!