Ben ki Asya'ydım, sen Avrupa..
Saçların gibi iki belik, iki anakara...
Şehirlerden İstanbul, köprülerden Galata...
Göz göze diz dizeydik, toz pembe umutlarla...
Şimdi, yalnız yürüdüğüm sokaklarında
Önüme çıkan seyyardan,
İki mısır kebabı satın alsam,
Yalnız yemek zorundayım.
Elin elimde değilse...
Sıcak kestaneler üşüyen ellerimi nasıl ısıtacak? .
Dondurma alsam iki külah,
Biri çaresiz eriyecek...
İki çay söylesem Emirgan'da...
Karşılıklı kurulup içmek varken
Biri sahipsiz soğuyacak...
Oltayı atsam Sarayburnu'ndan...
Gümüş pırıltılı balıklar tutsam ne olacak?
İnsanlar fersiz bakışlı, soluk benizli ve somurtkan...
Rakı balık yapacak dost mu kalmış buralarda?
Tadı kaçmış her şeyin, her yer sis pus, itici ve soğuk...
En iyisi bir daha gelmemek.
Zaten yıllarım Bozdoğan Kemerinden atlamış,
İntihar etmiş gibi, yazık...
Keman sesinde bulamadığım
Genç düşlerimin oteli,
Çiçek Pasajı da yok üstelik.
Bunun gibi daha pek çok sebepten,
Her bir şeyden alınır oldum bu aralar.
Birini görsem yüzüme gülümseyerek bakan...
Tuhaf hissederim kendimi.
Aynaya bile bakamam, inan...
Biri merhaba dese, hal hatır sorsa örneğin,
Öfkelenirim hemen...
Ben ki Asya'ydım, sen Avrupa..
Örgülü saçların gibi iki belik İstanbul..
Şimdi yalnız yürüdüğüm sokakların ıssız...
Gözüm görmez kimseyi, bu nasıl yalnızlık? .
Akşam üstü kızıllığında el sallayan güneş bile soğuk.
Ya ben fazlayım bu şehirde, ya da var bir eksiklik.
Evet, evet en iyisi gelmemek.
Ahmet Zekai YıldızKayıt Tarihi : 28.12.2014 22:25:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!