İç Sesin Çıkacağına Hiç Sesin Çıkmasın

Cihad Keskin
44

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

İç Sesin Çıkacağına Hiç Sesin Çıkmasın

-i-
öyle vahim ki bu sınırların kırmızı çizgilerinde demlemek
tüm beklemeleri.
ve öylesine katrana bulanmış hüzünler sıkıyor ki bedenleri
ne çürüse kurtuluş kapıdan gelecek ne yükselse göğe kar edecek.
elbet biz de biliriz sizin bildiklerinizin kimilerini.
bilmiyorsak da ayıp mıdır, ki kahinler bile yanılmıyor mu bazı?
neydi o üzerine döküldüğü zaman kanayan tüm bitki köklerinin yüzünde bıraktığı izin ismi?
oturup konuşamadık da seninle şöyle uzun uzadıya.
- o kadar gittim, kapısına vurdum.
- duymaz.
- e vurdum.
- duymaz.
sesim kısılmadan yalnızca birkaç dakika önce aklıma
bir şiir gelmişti.
sesim gitti, şiir kaldı ağzımın içinde.
dilimle yokladım tüm dolgu gerektiren boşlukları ağzımın içinde, uzanamadım, bulamadım,
bulunamadım kayıp atlasında yine bu gece.
hani bir çılgınlık yapıp erken uyusam,
sabahın en manasız zamanında gözlerim açılsa,
köşedeki börekçinin bile "hayır olsun evlat" diyeceği,
"sen burada bu saatte?"
şöyle bol limonlu bir salata yapsam sabahın ışıma vaktinde,
ki köşedeki börekçi kepenkleri kaldırmamışken hem de.
hayır hala öyle vahim ki bu karanlık zaman dilimini aydınlığa iten
irili ufaklı çakıl taşları.
çalıların arasından gelen o ufak kıpırtı.
gözlerinin açık olmasıyla kapalı olması arasında bir fark yok,
keşke o orhan veli, o istanbul'u hiç dinlemeseydi.
ahmet yine ali'yle alışverişe çıkmış,
parasının dört bölü üçüyle kendine dondurma almış,
kalan paranın beş bölü ikisiyle de ali'ye hesap soruyor.
gerizekalı ali'de ses yok tabi.
o hala okula koşuyor.
oya da boş değil tabi ali'ye karşı.
ama ahmet'in borusu ötüyor tüm teneffüs saatlerinde.
sonra vay efendim, haziran ayında neden yağmur yağıyor.
e kardeşim, okul kapanıyor, ali bir daha nerede görecek oya'yı?
en fazla sanayide işe girecek ali,
ki oya'nın bilinen bir arabası yok tamire götürebileceği.
bak yine karıştı işte işler,
bir aşk daha başlamadan susturdu bütün kalp damarlarını.
lan ali.
bok mu var?
niye girdin oğlum bu şiirin içine?
ne güzel şeyden bahsediyordum ben.
şeyden bahsediyordum.
ulan harbi, ben neyden bahsediyordum?
bakayım, evet hala o kadar vahim ki tüm bu neyi beklediğini hiçbir zaman bilemeyen bekleme.
hayır, insan neyi beklediğini tam olarak bilemeyince de bir şeyle karşılaştığı zaman "ben bunu mu bekliyordum, başka bir şey miydi?" derken ne geleni anlıyor ne gelmekte olanı.
gideni zaten anlamamış.
anlasaydı göndermezdi büyük olasılıkla.
geçen gün eskiciden ikinci el mutluluk almış,
öyle kötü durmuş ki duvarda, yani öyle kötü durmuş ki.
ben de dedim, “nasıl olsa başkasının mutluluğuymuş önceden, elbette yakışmayacak bir başkasına.”
deniz mesela, başta soğuk ama girince alışıyorsun.
fazla derinlere gitme, can kurtaran senelik izne çıkmış.
ki denizde ölümlerin yüzde ellisi,
can kurtaranların senelik iznine denk geliyormuş.
"oğlum sen can kurtaransın, temmuz'un ortasında, denizin en yoğun olduğu zaman, neyin senelik izni bu?" demişler.
"tatil de mi yapmayalım abi?" demiş can kurtaran.
demek insan denizin kıyısındayken bile başka denizleri merak etmekte ve kendini haklı görmekte bir sakınca görmeyebiliyor.
can kurtaran önce kendi canını kurtaran olmuş heyhat.
biz yine kendi mabadımıza güvenip açılmalıyız sulara.
okyanusta yüzmekle gölde çimmek aynı şey mi Allah aşkına?
denizde ölümlerin yüzde birazı da yüzme bilmemektenmiş.
"yahu koskoca okyanus" demişler nasreddin hoca'ya,
"boğulursun, sen yüzemiyorsun."
nasreddin hoca bu, durur mu, yapıştırmış cevabı.
"ya yüzersem."
hayır bilmiyorum daha neyden bahsetmem lazım
bu vahametin sönmesi için.
börekçi bile girdi şiirin içine.
can kurtaranı da tatile gönderdik o da tamam.
fakat hala o kadar vahim ki tüm bu olan bitenin içimde koparttığı fırtınanın uçurduğu yaprakların hızı.
hiç bilmiyorum nasıl olacak bu işleyişin sonu.
ki, ölmek çocuk oyuncağı, hık diyorsun, zık diyorsun, gidiyorsun.
yaşarken oluyor zaten her ne oluyorsa.
dur bakalım belki başka bir mahzendeki üzümler
daha az günahkardır, onlarla da konuşmak lazım.

-ii-
yok yok, olacak olan olacak elbet.
yine kendimle cenkteyim,
ki bu sıralar ne cengaverler gelip geçiyor gözümün önünden.
okyanusu geçip gölde boğulmak mı beni hüzne salan yoksa okyanusta kaybolmak mı bu gözü hepten karartan?
hangi soruyu sorsam şimdilerde yine bir yeşil papatya dışlanmışlığı, çiçekler arasında kalan açamayan tomurcuk hastalığı.
elimden geleni ardıma koydum geçenlerde boş kalıp da.
ardımsıra geldi elimde olan ne varsa.
bu aralar ne ben gafletteyim ne sen dalalette.
ahmet dondurma peşinde, ali'nin aklı oya'da hala.
börekçi kaldırmış kepenkleri.
nasreddin hoca da yüzüyor, derisini kurbanlık koçunun.
biz yine efsane bir karanlıkta vahamet lütfediyoruz
bulutların şah damarlarına.
ve o yağmur ne vakit yağsa,
mutlak bir dara düşmüş nasiplenecek rahmetinden.
ocak'ta açıkta kalan yaşlı kadın,
mutlak bakacak o iki çocuğuna en azından mayıs'a kadar.
nasılsa hava ısınır mayıs'ta.
ki sonrasında, üzüm daha günahkar, arpa daha günahkar.
ki sonrasında anason hakkını verecek tüm olan bitenin.
dur hele, daha neyden bahsettiğini bilmiyor adam,
sen şu an neyi dinliyorsun, bir dur hele.
sakinleş, dinlen bakalım bir hele.
bak,yine o kadar vahim ki
bu sessizliğin üzerime bıraktığı toprağın ağırlığı.
“niye öldün turgut?” diyorum, “nereye gittiniz orhan'lar veli'ler?” diyorum.
“sesim” diyorum.
“çıkmıyor” diyorum.
“gırtlağım yırtılıyor artık susmaktan” diyorum.
“sus” diyorum, “çakarım şimdi bir şimşek,
altına yağarsın yağmur yağmur” diyorum.
ne geliyorsa başımıza yaşıyoruz elbet.
mesela benim başıma gelen bir şey
daha önce bir başkasının da başına gelmiş.
seviniyor muyum buna?
yoksa onun da mı haline üzülüyorum?
şu mahzendeki üzümler sanki daha mı az günahkar?
bir danışmak lazım elbet.

-iii-
kime danışsak bir öncekinden bir fazla yalan söylüyor.
ya da bir öncekinden bir eksik doğru.
hangi mahzene sığınsak aynı vahamet, aynı çirkin korku
ve yine üç noktalı, bol ünlemli susmalar.
çok soru işaretli konuşmalar.
lütfen boşlukları doldurunuzlu cevap arayışları.
an kaybından ölüyorum.

-iv-
zannedersin yalan söylüyorum.
ama zannetme sen yine de.
nasıl ki ölmez zannediyorsun en sevdiklerini ve yanılıyorsun.
işte zannetme sen yine de.
tüm bu karanlığın mutlak vardır bir hikmeti,
ki hikmetinden sual olunmaz.
vardır elbet bildiği.
şöyle ufacık bir pırıltı diyorum, bak demiyorum ki tamamı,
yalnızca küçük bir ışık, şair de diyor.
ne diyor şair.
“sen bana” diyor “ışık” diyor “ver” diyor “yeter” diyor.
“bende” diyor “filiz çok” diyor.
ben demiyorum, o diyor.
oya diyorum, şu ali'ye diyorum.
can diyorum, kurtar diyorum.
millet aç oğlum, millet aç; ahmet hala fındık yesin.
akıllı işi mi senin bu yaptığın ahmet?
bu arada sanayideki dükkanlar ahmet'in babasınınmış.
işte şimdi iyice sıçtı ali.

-v-
ne gerek vardı bu kadar gürültüye şimdi?
halbuki daha azıyla da ölebiliyor insan.

-vi-
hadi bir güneş daha doğur, aydınlansın dünyamız.
sonra belki, gölgede birlikte susarız.
dizimde uyursun sen.
börekçi gözleme yapar bir yanda,
diğer yanda ahmet'in babası iflas etmiş, ahmet ali'den borç istiyor.
ali oya'yla evlenmiş,
bir de çocukları var görmen lazım nasıl şeker ufaklık.
can kurtaran artık tatilini denizin yanında yapıyor, gitmiyor bir yere.
daha az insan ölüyor artık düşlerimde.
sen dizimde uyursun belki.
güneş doğurursun bir tane.
sonra.
sonra gölgede susarız birlikte.

-vii-
neyse.
ben kahve yapayım artık, geç oldu.

Cihad Keskin
Kayıt Tarihi : 25.8.2019 11:51:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Cihad Keskin