İ - (Düz Yazı) İslam’da Öncelik! İman m ...

Ali Oskan
302

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

İ - (Düz Yazı) İslam’da Öncelik! İman mı, Ahlak mı (psikoloji) ?

Allah’ın selamı, sevgisi ve rahmeti üzerinize olsun.

İslam’da öncelik nedir? diye sorulunca, elbette ki ilk akla gelen; ilk nazil olan Alak suresinin ve yine ilk üç ayeti gelir: “İkra, bismirabbikellezi halak. Halakal insane min alak. İkra, ve rabbuk el ekremu.” (Alak: 1.2.3.)

Bu ayetlerin kısaca mealleri şöyledir:

“ 1) Oku! Halk eden Rabbinin adı ile.

2) İnsanı kan pıhtısından halk etti.

3) Oku! Rabbin sınırsız ikram sahibidir.”

Bu surenin ilk ayetlerinde Allah okumayı emrediyor, okumanın amacı da öğrenmek olduğuna göre, öyleyse ilk önce neyi öğrenmeliyiz? sorusu akla gelir. Bu sorunun cevabını; söz konusu ayetleri biraz incelersek bulabiliriz inşallah.

Allah ilk olarak “Oku! ” diyor ama ardından da: “Okumaya başlarken; “Halk eden Rabbinin adı ile” okumaya başla” diyor. “birinci olarak bir kan pıhtısından halkedilen kendini “oku” (öğren) , ikinci olarak da benim ne kadar ikram sahibi bir Rabb olduğumu öğren” yani, “Beni “oku” (öğren-tanı) ” diyor. “İnsanı (bütün insanları) , bir kan pıhtısından (embriyo) evirip çevirerek (halk ederek) , bir insan halinde meydana çıkaran Rabbinin nasıl bir Rabb ve ne büyük bir ikram sahibi olduğunu buradan anla” demek istiyor.

O halde; insanın ilk öğrenmesi gereken kendi benliğidir (enesidir) , benliğini zahirinde (dışında) beş duyu, batınında (içinde) beş duygu ve diğer latifeleriyle birlikte yani; kendini afaki ve enfüsi olarak öğrenip, bilip, tanıdıktan sonra, imanın şartlarına muhatap olabilir ve ancak ondan sonra Âlemlerin Rabbi Olan Allah’ı öğrenip, bilip, tanıması gerekir.

“Amenerresulu bima ünzile ileyhi mirrabbihi vel mü’minun. Küllün amene billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusulihi…” (Bakara: 275)

Bu ayetin mealinde; “Peygamber, Rabbinden indirilene inandı ve mü’minler de inandılar. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine inandı” derken Peygamber ve mü’minlerin inanması gerekenleri öncelik sırasına göre sıralıyor ve hem de onları mü’min olarak tavsif ediyor ve aynı zamanda, mü’min olmak isteyenlere, önce hangisini öğrenmesi gerektiğinin de yolunu gösteriyor.

Kendini öğrenip tanıdıktan sonra, bu ayete göre de ilk inanılması gereken ve inanabilmek için de ilk öğrenilmesi gereken Cenab-ı Allah’tır. Allah’ı bütün isimleri ile tanımak gereklidir, nasıl ki; bir insanı bütün sıfatları ile yani, her yönü ile bilip öğrenemezsek, o insanı dahi tanımış olamayız. Örneğin:

Yeni tanıştığımız bir insan hakkında, sadece konuşması, hareketleri ve konuşurken yüzünde oluşan mimiklerinden, o da ancak genelleme yaparak bir fikir sahibi olabiliriz. O insanı tanımak için özel çaba harcamamız gerekir, bunu yapmazsak onu tanıyamayız. Onu gerçekten tanıyabilmemiz için, o insanın en azından;

1) Sıfat dairesini,

2) İstidat ve kabiliyetlerini,

3) Maddi ve manevi tasarrufat alanlarını öğrenmemiz gerekir.

İşte aynen onun gibi; kuvvetli bir iman veya Tevhid-i Azam (en büyük tevhid) için Allah’ı da bütün sıfatları ile tanımamız gerekir. Veya en azından ism-i azam suretinde birkaç büyük ismini her yönüyle veya Allah’ın başka ünvan, rububiyet (öğreticilik ve terbiye edicilik) ve şe’nleri içinde inkar etmemek şartıyla, Allah’ı bir isim, bir ünvan, bir rububiyetle tanımamız gerekir.

Bununla beraber, bir insana tecelli eden Rabb isminin, rububiyetindeki cüz’i mertebesinden başlayıp, bütün kainatın Rabbi olan en büyük mertebe ve en yüksek ünvana kadar olan perdeleri kıyas etmek gerekir. Böylece, Rabb isminin bütün kâinata olan tecellilerini arkada bırakmak şartıyla, rububiyetin (öğreticilik ve terbiye edicilik) kapısından Rabb isminin en son noktasına yetişilir ve sıfat dairesine yanaşılır. Bunu biraz açmamız gerekiyor sanırım:

Allah’ın Rabb isminin sadece bana tecelli eden (yansıyan) rububiyet mertebesini öğrenir, bilir ve tanırsam o sadece benim rabbim yani, bana özel bir rabb olur, fakat Allah’ın Rabb isminin, bana tecelli eden rububiyetindeki mertebesinden, benim cinsime, diğer varlıklara, kâinata ve bütün âlemlere kadar olan mertebelerini kıyas edebilirsem, o zaman benim inandığım Rabb Âlemlerin Rabbi Olan Allah olmuş olur.

Mesela, Kur’an-ı Kerimde şöyle ifadeler çokça geçer:

“Göklerin ve yerin Rabbi…” (Rad, 16)

“Göğün ve yerin Rabbine…” (Zariyat, 23) ,

“O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi...” (Meryem, 65 ve Nebe, 37) ,

“Doğuların ve batıların Rabbi…” (Mearic, 40)

“O, doğunun ve batının Rabbidir.” (Müzemmil, 9)

“İbrahim’in Rabbinin…”, “Rabbi ona…” (Bakara, 124, 131)

O Rabb onların, Allah’ın Rabb isminin tecelli ettiği (yansıdığı) rububiyet mertebesindeki kapsamı kadar Rabbidir. Fakat:

“Âlemlerin Rabbi…”(Fatiha, 1; Tekfir, 29; Mutaffifin, 164; Yusuf, 104) ve ila ahir.

Bütün âlemlere tecelli eden (yansıyan) Rabb isminin, rububiyetindeki bütün alemlerin Rabbi olan en büyük mertebe ve en büyük unvan, Rabb isminin en son noktasıdır ve buradan ötesi sıfat dairesidir.

Allah’ın Rabb isminin göklere, yere, bütün bitkilere ve her bir bitkiye, bütün hayvanlara ve her bir hayvana, bütün meleklere ve her bir meleğe, bütün cinlere ve her bir cine, bütün insanlara ve her bir insana, ve hakeza, tecelli eden ayrı ayrı ve çeşit çeşit rububiyet (öğreticilik ve terbiye edicilik) mertebeleri vardır, işte aynen onun gibi; Cemil isminin cemaliyet tecellileri, Celil isminin celaliyet tecellileri, Kamil isminin kemaliyet tecellileri ve Halık isminin halkıyet tecellileri (yansımaları) gibi hemen hemen bütün isimlerinin tecellilerinin çeşit çeşit ve ayrı ayrı mertebeleri vardır.

Fakat, Allah’ı bir isim, bir ünvan, bir rububiyet vb.ları ile tanıyıp başka ünvanlarını, rububiyetlerini, Allah’ın sıfatlarının mahiyetinde bulunan ve onları yansımaya sevk eden Allah’ın Zat’ına ait kutsal özellikleri içinde inkar etmemek gerekir. Belki, her bir ismin görünmesinden diğer isimlere geçmezse zarar eder. Mesela:

Celil isminin eserini görüp Kemal ismini görmezse; zulüm ve Cemil isminin eserini görüp, Kamil ismini görmezse; şehvet sapkınlığına düşebilir yani, birincisi zalim, ikincisi şehvetperest olabilir.

Buradan ötesi ahlak sınırları içine girer. Aslında, İslam’da iman ve ahlakı birbirinden ayırmak çok zordur çünkü, yukarıda da bahsettiğimiz gibi ilk önce kendi benliğini (enesini) okuması (tanıması) ahlak meselesidir. Benliğine dercedilmiş kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, nefis, akıl, kalp, ruh, sır ve ahfa gibi duygu, duyum, hassa ve öz bilişlerin ıslah ve ilzam edilerek dengeye getirilmeleri ahlakın ve aynı zamanda bilimsel olarak; psikoloji, nevroloji ve nörolojinin de alanına girer. Modern psikoloji ve nöroloji bunların büyük bir kısmının, insan beyninin, ‘R-Complex’, ‘Limbik Sistem’ ve ‘Neo Cortex’ isimli üç bölgesinin işlevleri olduğunu kanıtlamıştır.

O halde insan; bu duygu, duyum, hassa ve öz bilişlerini ıslah ve ilzam edip dengeye getirmeden “iman-ı billah”a (Allah’a imana) ve ardından da “tevhid-i hakiki”ye (gerçek tevhide) ulaşamaz. O insanın bunları ıslah ve ilzam ederek dengeye getirmesi demek, Allah’a imana ulaşmakla birlikte, onun aynı zamanda güzel ahlaka sahip bir insan olması demektir.

Bir ayet-i kerimede sadece kuvve-i gadabiyesini yenenlerden şöyle bahseder: “Hiddetini yenenlere ve insanların kusurlarını bağışlayanlara Cennet hazırlanmıştır. Allah iyilik edenleri sever.” (Al-i İmran, 134) Ya kuvve-i gadabiyesini ıslah ve ilzam edenler için kim bilir neler hazırlanmıştır.

Resulullah (asm.) ise, güzel ahlak sahipleri için şöyle der: “Kıyamet günü mü’minin mizanında (terazi) güzel ahlaktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teala hazretleri, çirkin düşük söz (ve davranış) sahiplerini buğzeder.”

(Tirmizi’nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: “Güzel ahlak sahibi, ahlakı sayesinde, namaz ve oruç sahibinin derecesine ulaşır”) (Kütüb-ü Sitte – Ebu’d Derda)

Bu yazının başlığını oluşturan soruya, önce ahlak olması gerekir çünkü, kamil bir iman için; “Nefsini bilen rabbini bilir” veya “Eneyi kır Hüve’yi göster” gibi bir cevap verilmesi en uygun bir cevaptır çünkü, bu yol gösterici hakikatlerin gerçekleştirilmesi gerektir, eğer bunlar olmazsa; o iman sıradan bir iman olur yani, kamil bir iman olamaz. Bunları öğrenmek, bilmek ve tatbik etmek de ahlakın zirvesidir.

O halde iman-ı kâmil için, önce; “Allah’a iman, ikinci olarak; ahlak, üçüncü olarak; Allah’a tahkiki iman ve hakiki tevhid” şeklinde bir tespit ve Hucurat Suresinin 14. Ayet-i Kerimesinden bir alıntı ile yazımıza burada son veriyoruz:

“Göçebe Araplar: ‘İman ettik’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz. Ancak “İslam'a girdik” deyin. Çünkü iman henüz kalplerinize girmedi.”

Allah bu yazımızı, niyetimizin dışındaki kötü amaçlara yönlendirecek yanlış anlama sebeplerinden uzak eylesin ve kabul buyursun inşallah.

Âlemlerin Rabbi olan yüce Allah’ım! En doğrusunu Sen bilirsin, bize de en doğrusunu öğret, bizi de güzel ahlak sahibi eyle ve bizi de hakiki tevhide ulaşmaya muvaffak eyle. Amin, amin, amin.

“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın” (Bakara: 32)

(10. Ekim. 2008 – İzmir)

Allah’a emanet olun.

Ali Oskan
Kayıt Tarihi : 13.10.2008 04:23:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ali Oskan