İ - (Düz yazı) İnsanlığın Serüveni (Ade ...

Ali Oskan
302

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

İ - (Düz yazı) İnsanlığın Serüveni (Aden Bahçesi ve Batı Medeniyeti)

Sevgili Rabbimizin rahmeti, sevgisi ve şefkati hepimizin üzerine olsun inşallah.

İnsanlığın ayan-ı sabiteden hareketle, o ‘nokta’dan geçerek (Big Bang) çıktığı kâinat âlemindeki gezintisinde, kendi özgür iradesiyle seçip idealize etmiş gibi görünen tekrar o ‘nokta’dan geçerek geldiği yere dönüş yolculuğunu, yani döngüyü tamamlama isteğini dünyada kimse durduramaz. Çünkü bu hasret bizim kuarklarımızdan itibaren benliğimize kadar işlemiştir.

Kendi küçüklüğümüzü hatırlayalım veya yeni yürümeye başlayan minicik, sevimli bir yavruyu izleyelim, koşarken duyduğu heyecanı hissedelim, her denemesinde düşmesine rağmen yine koşmaya çalışır, hâlbuki daha henüz yürümeyi bile beceremeyen bu yavrucuğu, koşma isteğine yönlendiren, hızdaki zevktir. Pekâlâ, bu minicik yavru, bu zevki nasıl öğrendi? Hatta bir bebekte bile, bu heyecanı teşhis edebiliriz:

Kucağınızdaki bir bebeğe, hızla dönerek daireler çizdirin ve bir taraftan da onu izleyin. Duyduğu heyecanı tanımlayamazsınız. Demek ki bu duygu ve buna bağlı olarak sonsuzluk isteği, bizde doğumdan itibaren var olan bir duygudur. Kundaktan mezara kadar, hızdan heyecan duyarız.

İnsanın doğumdan itibaren içinde var olan; zamandan ve mekândan hür ve bağımsız olma isteği, yani sonsuz hayata özlemdir arayışı manalandıran. O istektir; Şeytan’ın “O meyveden yerseniz ebedi yaşama kavuşacaksınız. İyiyi kötüyü bilerek (yani gerçeği öğrenerek) Tanrı gibi olacaksınız.” sözüne, Aden Bahçesi’ndeki (Cennet) Havva’yı ve Âdem’i kandırıp o meyveden yedirten. Demek Âdem ile Havva itibari ve göreceli bir sonsuzluk olan cennette idiler, zaten bütün cennetler (8 cennet) itibari ve göreceli sonsuzluklardır.

Âdem ile Havva’nın yaşadığı o Cennet tam sonsuz bir cennet olmadığına göre, bu hücreler boyutundaki bizim beden boyutumuza göre bir sonsuzluk olmalıydı. İnsan bedeninden yola çıkıp, bedeni oluşturan en küçük parçacıklara doğru gelindiğinde, statikten kinetiğe doğru yaklaşılır ve sonsuzluğun meltemi gönülleri okşar. Bunu en iyi hissedenler ona aşina olanlar olsa gerektir. Öyleyse bu istek (sonsuz yaşam) bize zerrelerimizden gelir ve şiddeti azalarak gelmesi sebebiyle de, biz onu arayıp bulmadan onu fark edemeyiz.

Yukarıdaki paragrafta Şeytan’ın; “Tanrı gibi olacaksanız” sözü Judaizm’in deistik telakkisi ve buna bağlı yorumlarıyla 19. Yy.a taşınmış ve19.Yy. Batı Felsefesi’ni kökünden etkilemiştir. Batı Felsefesi’nin bu görüş istikametinde varlığı yorumlaması neticesinde, insanın sırf kendi çabası ile Allah gibi olacağı sanrısına saplanılıp insan egosu tanrılaştırılmıştır. Oysaki böyle bir anlayış İncil’in insan telakkisiyle uyuşmaz. Bu ayrı bir inceleme konusudur biz yine konumuza dönelim.

Kur’an’ı Kerim’de de işaret edildiği gibi, bütün dinler, İslam kavramının içeriği ile vahyolunmuştur. İslam kelimesi etimolojik olarak s-l-m kökünden gelir, başlıca manaları selamet, huzur, esenlik, barış ve güvenliktir. Bu bir başka deyişle Cennet (Aden Bahçesi) demektir. Bütün dinlerin özünde bu vardır. Hatta Eski Yunan’da Birleşen felsefe mektepleri de aynı şeyi ifade ediyorlardı: “Orfeus, Phtygoras ve Platon’u, Musa, Eşiya ve Paulos ile bir hizaya koyup, eski Yunanistan’ın düşünürlerini ezeli ve ebedi ‘söz’ün organları diye tanıtıyorlardı. Bütün dinlerin kardeş ve ilk vahyin çocukları olduğu, milliyet ayrılıklarının bunları ayrı yönde değiştirdiği ileri sürülüyordu.” (Alfred Weber, Felsefe Tarihi.)

Judaizmin Aden Bahçesi, Sürgün ve II. Aden Bahçesi şeklindeki bir üçlemeyi açık bir ifade ile belirtmemesi, bizim ondan bu kategorik üçlemeyi çıkarmamızı engellemez, çünkü bu üçleme judaizme bütüncül bir bakışla apaçık gözler önüne serilir ve bu üçleme politik olarak kaynağı açıklamadan veya gizli tutularak Batı felsefesinin ve bir noktada bu günkü biliminin hareket ve varış noktası idealini teşkil eder. Judaizmin II. Aden Bahçesi idealinin Hıristiyanlık ve İslam’dan ayrılan tarafı bunun ahirette değil burada gerçekleşeceğini ileri sürmesidir ve bu da insanı ister istemez, onun materyalizmin de kaynağı olduğu düşüncesine götürür. Judaizm deist bir anlayışla varlık âlemini izah eder.

Bir zaman yaşandığı ifade edilen, insanların bin yıllardır aradıkları ve ulaşmaya çalıştıkları o döneme biz ister Aden Bahçesi, ister Altın Çağ ve isterse Sınıfsız Toplum diyelim aynı şeyi ifade etmiş oluruz. Aristo’nun Altın, Gümüş, Bakır dönemlerinin, Augusto Comte’nin Üç Hal Kanunu’ndaki Din Devri, Metafizik Devri, İlim Devri’nin, Hegel’in Diyalektiğinde Tez, Antitez, Sentezi’nin ve Carl Marx’ın İlkel Sınıfsız Toplum, Sınıflı Toplum, Sınıfsız Toplum’unun temelde birbirlerinden hiçbir farkı yoktur, hepsi o döneme ve o dönemin tekrar yaşanmasına atfen yapılan çalışma ve gayretlerin ürünü olan çalışmalardır. Aslında bu farklı gibi görünen üçlemeler; kaynağı, kimisi reddederek, kimisi reddetmiş gibi görünerek, kimisi de reddetmeden değişik anlayışlarla yapılmış farklı yorum ve varlığı izah denemeleridir. İşte bu yüzden Kabbala’yı anlamadan ne Yunan Felsefesi, ne Hegel, ne Karl Marx, ne materyalizm, ne kapitalizm, ne marksizm, ne de qantum anlaşılır. Çünkü Judeo-Grek telakkiler Kabbala’dan, Yunan Felsefesi Judeo-Grik telakkilerden, Materyalist Düşünce de Yunan Felsefesinden kaynaklanır.

İlk sade Yunan Felsefesi, Eski Yunan’da, Aristo’nun ilk fizikçiler dediği bilgelerin (sofistler) , M.Ö. 4. asırda Yunanistan’a gelmeleriyle başlar ve M.Ö. 84 de doğan Aristo’nun talebesi İskender zamanında yıkılır.

Kabbala’dan kaynaklanan Judaik telakkiler, yani Yahudi Mistisizmi ile Yunan Felsefesi İskenderiye mektebinde birleştirilmiş ve zamanla Judeo-Grek kültürü oluşmuştur. Batı Felsefesinin kaynağıdır diyebiliriz.

Kültür tarihçileri Batı Medeniyetinin üç temele indirgenebileceği kanaatindeler:

a) Yunan düşüncesi – felsefesi.

b) Roma nizamı.

c) Hıristiyan dini – ahlakı.

Âcizane bana göre buna bir de

d) Tevrat şeriatı’nı

rahatlıkla ilave edebilir ve o üç temeli dört temele çıkarabiliriz, çünkü onu ya unuttular veya en azından eskimemesi için politik olarak gizlediler.

Şu halde Roma nizamı dışında bilimi ve felsefesi ile Batı Medeniyet’i direk ve dolaylı olarak Kabbala’dan; dini ve ahlakıyla ise, Tevrat ve İncil’den emzirmiştir diyebiliriz. Tabii ki İslam düşünürlerinin El-Harezmi, Mevlana, Arabi, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, Gazali, İbn Haldun vd.lerinin etkilerini saymaz isek.

Kabbala: Etimolojik olarak İbranice Kibbel kelimesinden gelir ve manası: Kabul’dur. Kavram olarak: “Eskiden beri kabul edilmiş fikirler ve an’aneler” demektir. Kabbalistlere göre: Bu gelenek aynı Tevrat gibi Allah tarafından inzal edilmiş ve Hz. Musa vasıtasıyla Tur’u Sina’da halkın en seçkin ve yüksek sınıfından yetmiş kişiye tebliğ ve talim edilmiş tasavvufi bir öğretidir. “Hermetik öğretinin ikinci versiyonu” olarak ta tanımlanabilir.

Yine Kabbala anlaşılmadan ne Hermetizm (eski Mısır tasavvuf öğretisi) , ne Budizm, ne Taoizm ne Hıristiyanlık ve ne de İslam Tasavvufu anlaşılır. Tevrat’tan önceki eski kadim öğretiler, Tevrat’tan sonraki Yahudi, Hıristiyan ve İslam tasavvufları, binlerce yönden yola çıksalar da yollarının sonunda, kelimenin tam anlamıyla bir ‘nokta’da buluşurlar. Kabbala’nın önemi bütün varlıkların o ‘nokta’dan çıktıklarını açık ve bariz bir şekilde ifade etmesinden kaynaklanır, İslam tasavvufu da, nihayette dönüşün tam bir hiçlikle o ‘nokta’dan geçerek olacağından, üstü kapalı olarak söz eder. Bu gün quantum fiziği Kabbala’nın ‘nokta’sına, bir teori ile de olsa gelmiştir ve sıra İslam’ın, “Varlıkların dönüşünün de o ‘nokta’dan geçerek olacağı” sözünde ve Kadim Hind’in Upanişadlar’ındaki Atman’da o ‘nokta’dan başkası değildir.

Aslında İslam vd. lerinde böyle söyleniyor diye bu böyle olmayacaktır, bunun böyle olacağını veya olması gerektiğini bilen ve irade eden Allah, Kabbala, İslam vd. leriyle bunu ifade etmiştir. Çünkü, mikrodan makroya her şey helezonik dairesel bir döngü içindedir ve hiçbir varlık kendini bu döngüden kurtaramaz. Bireysel planda kendini o döngüden kurtarmaya çalışan, kinetiğini statize ettiğini sanan bireylerin ve onlardan oluşan toplumların ne hale geldikleri gözler önündedir. İnsanlık kâinattaki bütün dalga ve tanecikler ve hatta farkına varılan veya varılamayan bütün varlıklarıyla beraber topyekün döngüyü tamamlama sürecine odaklanmışlar, ama ağır, ama aksak fakat emin adımlarla hedefe doğru yürüyorlar.

Bizi yanıltan sadece görünene bakmamız ve sadece görünenin görünürlüğü olacağına odaklanmamız, görünmeyen her şeyi yok saymamız. Tıpkı; duvarları muhteşem san’at eseri tablolarla donatılmış, karanlık bir sergi salonuna girdiğinde elektrik düğmesini arayıp bulacağına, tablolara kibrit ışığıyla bakıp, hiç birisinin sanatsal değerinin olmadığını ve çirkin olduklarını ifade eden bir eleştirmen gibiyiz.

Sevgili Rabbimiz bize bütün doğruların içinden en doğruyu göster, en doğruyu öğret ve en doğruyu yaşat. Âmin.

Sevgili Rabbimiz en doğrusunu ancak Sen bilirsin.

Sevgili Rabbimiz seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her şeyi hikmetle yaparsın.

Allah’a emanet olunuz.

11. Temmuz. 2005

Ali Oskan
Kayıt Tarihi : 20.7.2010 03:27:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Namık Cem
    Namık Cem

    araştırmacı ,öğretici.
    kutlarım
    namık cem

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Ali Oskan