Allah’ın Selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Bazı dostlarımız bizi yanlış anlamışlar ve hatta; “ben sizi bu inancınızla mümin olarak görmüyorum ve selam vermiyorum...çünkü selam mü’mine verilir...Rabbim hidayet versin...amin” şeklinde tepki vermişlerdir, hidayet duası için Allah razı olsun, amin. Fakat, diğer sözleri ve başka dostlarımız için de birkaç söz söylemek gerekiyor biiznillah.
1 – “Amentü”de veya “hangi amentüde; “Allah kimseye görünmez” veya “Allah tecelli etmez” veya “Allah’ın görünürlülüğü yoktur” vb.leri gibi her hangi bir şart vardır? Veya bunların her hangi birine “inanan mü’min değildir” diye bir kural vardır? Amentü’nün şartları bellidir.
2 – Bu konudaki İslam’ın kuralları kesindir; Kime mü’min, kime mü’min değildir diyebilme konusunda (bu ifadeye dikkat: mü’min olup-olmadıkları ayırımı değil, 'mü’min diyebilme') iki görüş (iki mezhep) vardır: Biri Eşari, diğeri: Maturudi.
İmam-ı Eşari’ye göre: Bir kişiye “mü’min değildir” diyebilmemiz için onda; a – İman, b – Ahlak, c – Amel (ibadet) şartlarından her hangi birinin olmaması gerektir.
İmam-ı Maturudi’ye göre ise: Bir kişiye “mü’min değildir” diyebilmemiz için onda; a – İman, b – Ahlak şartlarından her hangi birinin olmaması gerektir.
Acizane ben İmam-ı Maturudi’nin görüşünü benimsemekle beraber, İmam-ı Eşari’nin görüşüne göre bir hayat yaşıyorum ve buna çevremde yaşayan bütün insanlar şahittir.
3 – Allah’ın bir mü’min kulunu; her hangi bir davranışına, her hangi bir sözüne ve hele hele kendisini görüp tanımadan, herhangi bir yazısına bakıp su-i zan ederek mü’min olmamakla suçlayan kimseler ahirette Allah’tan aynı muameleyi göreceklerdir.
4 – Mü’min-mü’min olmama ayırımını, kişilerin kendileri dil ile ikrar etmedikçe Allah’tan başka kimse yapamaz. Ancak, kendilerini bu dinin sahibi sananlar yani, kendilerini küçük birer Tanrı sananlar buna yeltenebilir ve başkalarını tekfir ederler.
Şimdi gelelim, Allah Görülebilir mi? isimli yazılarımızda görüşümüzü desteklemek amacıyla yaptığımız alıntılara. Alıntı yaptığımız ayetlerin manaları hakkında görüş birliği yoktur, zaten olamaz da zira, söz konusu ayetler müteşabih ayetlerdir. Müteşabih ayetler ancak müçtehid seviyesine gelebilen alimlerce içtihad edilebilir yani, müteşabih ayetlerden hüküm çıkarır veya onları yorumlar, görüş bildirir. İçtihad edebilecek müçtehidlerin şartları da bellidir; müçtehit aslında gerçek bir mü’mindir yani, hakiki bir mü’minin içtihad edebilme seviyesinde olması gerektir.
(Bu sebeple aynı konuda 2006 yılında yazılmış “İÇTİHAD, MÜ'MİN, TEVHİD ve DEİZM” isimli bir başka makalemi sayfama ekliyorum biiznillah.)
1 – Edip Yüksel meali: Necm Suresi:
1. Düşerken yıldızlara andolsun.
2. Arkadaşınız (Muhammed) ne sapmıştır, ne de azmıştır.
3. Ne de kendi kişisel arzusundan konuşmaktadır.
4. O (Kuran) ancak ve ancak bildirilen bir vahiydir.
5. Onu, büyük güce sahip olan öğretmiştir.
6. Üstün otoritenin sahibi göründü,
7. En yüksek ufukta.
8. Sonra inip yaklaştı.
9. Mesafe iki yay kadar veya daha yakın oldu.
10. Ve sonra kuluna ne bildirilecekse onu vahyetti.
11. Gördüğünü gönlü yalanlamadı.
12. Onun gördüğü hakkında kendisiyle tartışıyor musunuz?
13. Onu bir kez daha görmüştü.
14. En son noktada.
15. Ki yanında barınılacak cennet vardır.
16. Tüm bölge olağanüstü biçimde kuşatılmıştı.
17. Göz şaşmadı, sınırı da aşmadı.
18. Rabbinin büyük ayetlerini gördü. (*)
(*) 1-18 Bu ayetlerde anlatılan olağanüstü olayın bu evrenin ötesinde bir başka boyutta gerçekleştiği anlaşılıyor. Yıldızların düşmesi, galaksiler arasında ışık hızından daha büyük bir hızla mesafe almaktan kaynaklanan bir görüntü mü? Muhammed'in bilinç olarak tanık olduğu ayetler nelerdi? Muhammed, Cebrail ile mi yoksa Tanrı ile mi görüştü? 20:114. (*)
(*) Ta Ha: 114. Gerçek Yönetici olan ALLAH çok yücedir. Sana vahyi tamamlanmadan önce Kuran'ı (anlamak için) acele etme ve, 'Rabbim, bilgimi arttır,' de.
2 – Ümit Şimşek Meali, 17. Ayet Açıklaması:
Yukarıdan beri (1-17 ayetler) tasvir edilen hadiseler içinde, Peygamberimizin gördüğünün Allah olduğu yönünde de, Cebrail olduğu yönünde de rivayet ve yorumlar vardır. Âyetlerin lâfızları ise her iki ihtimale de elverişli bulunmaktadır
4 – Hakkı Yılmaz’ın tebyinindeki 5. ve 6. ayetlerin açıklamasından: “Kur`an`da müteşabih ayetlerin varlığını bildiren Âl-i Imran suresinin 7. ve Zümer suresinin 23. ayetlerinin uyarıları göz ardı edilip her ayet, her ifade, zahirî, lâfzî ve hakikat anlamlarıyla dikkate alınırsa, bu, Kur`an`ın ruhuna aykırı bir davranış olur. Meselâ Allah`ın; gelmesi, inmesi, yaklaşması, Arş üzerine istiva etmesi, gökte olması, eli olması, yüksek-açık ufukta olması, Âdem ve İblis ile bire bir diyalog kurması, görmesi, işitmesi… müteşabih ifadeler olup, bu ifadeler ehil kişilerce tevil edilirler.
Müteşabih ifadelerin anlaşılmasını zamana ve ehline bırakmak daha doğru bir davranış olacaktır. Zaman içinde ilimde rasih olacaklar yani yetişecek uzmanlar o ayetleri tevil edeceklerdir.” (İşte Kur’an, Hakkı Yılmaz)
4 – Konumuzun ve 1. ve 18. ayetlerin mihrak noktası olan 10. ayetin orijinal Arapça metni ise şöyledir:
“Fe evha ila abdihi ma evha.” Ayetin kısaca anlamı: “Vahyedeceğini vahyetti kuluna” veya en doğrusu “Vahyedeceğini kuluna vahyetti”dir. Allahu a’lem.
Şimdi bu ayeti tahlil ettiğimizde, bu ayetin neresinde Cebrail vardır veya vahyeden Cebrail ise; o halde Peygamberimiz (asm) bu durumda Cebrail’in (as) kulu olmuyor mu? Çünkü, ayette çok açık olarak “vahyetti” deniliyor, “vahiy getirdi” denilmiyor ve yine apaçık olarak “kuluna” ifadesi kullanılıyor, “Muhammed’e (asm) ” denilmiyor.
O halde Peygamberimiz’e vahyeden Allah olduğuna göre, Allah Peygamberimiz’e görünmüştür. Fakat bu nasıl, ne şekilde ve nerede olmuştur? bu konuda bir bilgi yoktur.
5 - Miraçta; Cebrail Aleyhisselamın Allah ile muhatap olamadığı bir surette Allah ile bire bir muhatap olabilen Peygamber Aleyhisselatı Vesselam ile kendi arasına Allah neden Cebrail Aleyhisselamı koysun ve Cebrail için ne değişti de, miraçta; “Ben buradan öteye geçemem, yanarım” diyen Cebrail Allah’ın huzuruna varıp, Allah’tan vahiy alıp getirdi?
6 - Allah Adem Aleyhisselam ile ve hatta İblis ile bile bire bir konuşurken niçin ve neden Peygamberimiz ile konuşmasın? Anti parantez: Konuşmanın içinde görmek ve görünmek vardır fakat, görmenin içinde konuşmak yoktur. Karşılıklı diyalog içinde bulunan iki kişi birbirlerini görmek durumundadırlar. Demek ki; İblis ile bile bire bir diyalog şeklinde konuşan ve kendini ona gösteren Allah, Peygamber Aleyhisselatı Vesselam’a gelince onunla konuşmasın veya ona görünmesin, bu olacak iş midir?
İşte birkaç örnek daha:
7 - “Birinci Meyve: Erkân-ı imâniyenin hakâikını göz ile görüp, melâikeyi, Cenneti, âhireti, hatta Zat-ı Zülcelal’i göz ile müşâhede etmek, kâinata ve beşere öyle bir hazîne ve bir nur-u ezelî ve ebedî bir hediye getirmiştir…” // Bk. Buhari, Menakıbu’l-Esrar 42; Müslim, İman 279, Müsafirin 253; Tirmizi, Tefsiru Sure (53) 1; Nesai, Salat 1, İftitah 25; Müsned 1:387, 422. // (31. Söz, Dördüncü Esas)
Günümüz Türkçe’siyle: “İmanın şartlarının esaslarını göz ile görüp, melekleri, Cenneti, ahireti, hatta sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan Zat’ı göz ile idrak ederek görmek (hem baş gözü ve hem kalp gözü ile birlikte görmek) , kainata ve insanlara öyle bir hazine ve bir başlangıcı ve sonu olmayan nur hediye getirmiştir…”
8 - “…Bir kısım rü'yet-i İlâhiyeyi gâye-i emel bilir…” demiş ve “Ey âşık, sen rü'yete mazhar olursun…” (25. Söz, 1. Şule)
Bu bahiste: Bakara Suresinin, mü’minleri vasfeden ilk beş ayetinin sonuncusunun ikinci yarısı olan; “ula’ike humul muflihun”nun yorumunda, rü’yete mahzar olmanın bu dünyada mı yoksa, ahirette mi olacağı belirtilmemiş.
9 - “…vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan 'irade, zihin, his, latife-i rabbaniye' her birinin bir gayetü'l-gayatı var: İradenin; ibadetullahtır, zihnin; marifetullahtır, hissin; muhabbetullahtır, latifenin; müşahedetullahtır…” (Hutbe-i Şamiye, 2. Zeyl)
Bu bahiste de günümüz Türkçe’si ile: “…vicdanın dört unsuru ve ruhun dört duyusu olan ‘irade, zihin, duygu, latife-i rabbaniye’ her birinin bir amacının son hedefi var: İradenin; Allah’a ibadet, zihnin; Allah’ı tanıma, duygunun; Allah’ı sevme, latifenin Allah’ı hem baş gözü ve hem de kalp gözü ile beraber görmektir…”
10 - Rü’yet sadece baş gözüyle görmektir, müşahede ise; hem baş gözü ve hem de kalp gözü ile görmektir diyebiliriz. Baş, kalb, ruh ve akıl gözlerinin hepsi ile beraber görmek ise en yüksek bir dereceden görmektir. O halde bunu, biiznillah şöyle bir tasnif ile tasvir etmeye çalışalım:
1 – Sadece baş gözü ile görmek: Yakin bilme.
2 – Baş ve akıl gözleri ile birlikte görmek: İlmelyakin bilme.
3 – Baş, akıl ve kalp gözleri ile birlikte görmek: Aynelyakin bilme.
4 – Baş, akıl, kalp ve ruh gözlerinin hepsi ile birlikte görmek ise: Hakkalyakin bilmedir diyebiliriz. En doğrusunu Allah bilir.
11 - “İmân ve muhabbetullâhın neticesi, ehl-i keşif ve tahkikin ittifakıyla, dünyanın bin sene hayat-ı mesûdânesi, bir saatine değmeyen Cennet hayatı ve Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat müşâhedesine değmeyen bir kudsî, münezzeh cemâl ve kemâl sahibi olan Zat-ı Zülcelalin müşâhedesi, rü'yetidir ki, hadis-i kat’i ve Kur’an’ın nassıyla sabittir.” (32.Söz, 3. Mevkıf)
İman ve Allah sevgisinin neticesi, ehli keşif ve tahkikin birliğiyle, dünyanın bin senelik mutluluk içindeki hayatı, Cennet hayatının bir saatine bile değmiyor ve Cennet hayatının bin senesi ise; Allah’ı bir saat göz ve kalple görmesine değmiyor. Bir kutsal ve bütün noksanlık ve eksiklerden uzak sonsuz güzellik ve mükemmellik sahibi, sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan Zat’ı göz ve kalple görmesi, rü’yetidir ki, hadis-i kat’i ve Kur’an nassıyla sabittir.
Bu bahisin tahlilinden önce “ehl-i keşif ve tahkikin” kimler olduğuna bakalım:
Onlar: “Gayb alemine ait bilinmeyen hakikatleri Allah’ın lütfu ve ihsanıyla bilen kimseler.”
Onlar nerede iken O Zat-ı Zülcelali görüp, müşahede etmişler?
Elbette ki bu dünyada iken; çünkü, 15 asırdır bu dünyada yaşayanlara anlatmışlar ve bu dünyada yaşayanlar da, onların söz konusu bu ifadelerinde; “ihtilaf yok bilakis ittifak vardır” diyerek şehadet ediyorlar.
Pekala neyi anlatmışlar?
Rü’yet (gözle gördüklerini) ve müşahede ettiklerini (gözle görüp, idrak ettiklerini) .
Ya kimi hem gözle ve hem de kalp gözüyle birlikte görmüşler?
Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat müşâhedesine değmeyen bir kudsî, münezzeh cemâl ve kemâl sahibi olan Zat-ı Zülcelali!
O halde onların her biri O Zat-ı Zülcelali birer saat görmüş ve müşahede etmiş olmaları gerektir ki, Cennet’in bin senesi ile kıyas edebilsinler, yoksa nasıl kıyas edebilirlerdi?
12 – “Allah görülemez” diye bir hüküm var mıdır, eğer varsa nerede vardır?
13 – “Sadece şekil ve sureti olan varlıklar görülür” diye bir kat’i bir nas var mıdır?
Bu konuda daha pek çok örnekler var, bazılarını; her doğruyu, her yerde söylemeyi beceremeyenler için söylenmiş ve biz de beceremediğimiz için şu söze uyarak: “Her doğru, her yerde söylenmez” diye söyleyemiyoruz, kimilerini ifade etmekten aciz olduğumuz için söyleyemiyoruz ve kimileri ise anlatılmaz yaşanır olduğu için söyleyemiyoruz. En doğrusunu Allah bilir deyip, bu konuyu burada bitirelim biiznillah.
Ey Alemlerin Rabbi Olan En Yüce, En Güzel ve En Sevgili Olan Zat! Sana sınırsız aşkımız, şevkimiz ve şükrümüz var, bize Seni daimi seyrettir ve bizi Seninle yaşat, amin, amin, amin.
En doğrusunu Sen bilirsin Allah’ım. “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın” (Bakara, 32)
(18. Ağustos. 2008 - İzmir)
Allah’a emanet olun..
En facir dostunuz
Kayıt Tarihi : 18.8.2008 04:52:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!