‘’Emeğin sanatı’’ olabilmek iddiası bile, ciddi bir sorumluluk yüklenmek. Böyle bir adım atmak ve bunu yıllardır sürdürebilmek de takdire şayan… Başta Ali Ziya Çamur olmak üzere katkısı olanları yürekten kutluyorum. Edebiyat ve sanatla ilgilenmeye çok geç başladığım için kendim izleyici olarak ve hobi olarak bunu sürdürmeye çalışıyorum. Daha genç yaşlarda sanat ve edebiyat seçenler ve daha fazla akademik olarak işin içinde olanlar varken fazla söz hakkını kendimde bulmadım. Ancak bazen öyle durumlar oluyor ki insan patlamadan duramıyor.
Buna girmeden önce sanat ve estetik konusunda ne anladığımı kısaca özetleyip eleştiriye geçmek istiyorum. Eleştiri deyince herkes kendi doğrusunu söyler, bende doğal olarak kendi doğrularımı söyleyeceğim… Hangimizin söyledikleri kendi doğrularımız, tabi ki bu da tartışmalı. Hepimiz edinilmiş bilgilerle buradayız. Kendi olabilmiş ve kendi fikirleri ile burada bulunan var mı pek emin değilim.
İnsanlar bir iş yaparken, neyi ne için yaptığını bilmeli. Hedef belli olunca, seçilen yol da ona göre olur.
Kimimiz gerçek üstü yaşam hayalleri ile büyüdük, kimimiz gerçek hayatın içinde hayal bile kuramadan büyüdük. İş böyle olunca, kimimiz hayallerin peşinde koşuyor kimimiz de gerçekleri yaşanır bir hale sokabilmenin peşinde koşuyor.
Daha çocukluğumuzdan beri zihnimiz, aileden başlayarak egemen güçlerin zihinleriyle besleniyor. Bu emanet zihinle edebiyat ve sanat yapmaya kalkınca ayaklarımız birbirine dolanıyor. Kendimize bu alanda kimlik edinmeye çalışıyoruz, ama, o kimliğe uyup uymadığımızı ölçen bir terazi yok. Hedef kitlemizi de terazi olarak kabul edemiyoruz… Edemiyoruz, çünkü emanet zihinlerle sanat yapmaya çalışıyoruz. Sanat ve edebiyatı, elit insanların, üstün insanların uğraşı olarak zihnimize oturtmuşuz. Bu zihinle tepeden bakarak bu işe dalmışız. Öyle olunca da bizi anlamayanlara kızıyoruz.
Hani ‘sanat, edebiyat ezberleri bozmak için’di. Sözle benimseme ve onu içselleştirmek aynı şey olmuyor işte…
‘’Emeğin sanatı’’ diyoruz ama sözle savunmuş oluyoruz. Nazım Hikmet bayrağımız ama o bayrak altında militarizm, ırkçılık, dincilik, itaatkarlık gibi tabuları da savunan sanatçılardan kendimizi kurtaramıyoruz. CHE bayrağımız ama aynı hastalıklar eksik olmuyor… Bunlardan ne anlıyoruz? Bilinenin, ‘’bilinmeyen arka yüzü’’ne değinen, tartışan, eleştiren yok. İrdelemek, tartışmak korku veriyor sanatçılara, ‘’aman kimseyi kaybetmeyelim! ’’ Böylece niteliksiz bir toplum örmeye çalışıyoruz. Sağlam temel olmayınca da, sanat adına hatta ‘’emeğin sanatı’’ adına 5-10 kişi bir araya gelip, bölünerek çoğalmış oluyoruz.
Acaba şu ülkenin yakıcı sorunlarını buralarda ciddi olarak tartışmaya kalksak bu sanatçıların kaçı bir arada olacak?
Sanat, ezberleri bozmak, tabuları yıkmak, itaate kafa tutup yeni insan modelini yaratmak için değil mi? Tıp bilimi okuyanlar, kadavra üzerinde, çalışma yapmadan ehliyetli sayılabilir mi? Yeni toplum inşa etmek isteyenlere de toplumsal olayların içine girmek, irdelemek gerekmiyor mu? Eleştiri bunun için zorunlu değil mi?
Elektrikte (-) ve (+) kutupları bir araya getirmeden enerji elde edilmiyor, aydınlanma olmuyor. Hayat da böyle, uçları bir araya getireceğiz ki, önümüze konan olayların arka planları ortaya çıksın. O zaman kimin işçi ve emekçiden yana edebiyat ve sanat yaptığı ortaya çıksın…
Sular dağların tepesinden kayalara çarpa çarpa denizlere ulaşır. Oralarda balık ve her türlü canlı olur, hayat vardır. Düz ovaya gelince, durgun köşelerde kirlenir, içinde her türlü pislik barınmaya başlar. Hayat da böyle bir şey… Biz bir araya gelmekten, tartışmaktan korkuyoruz, çünkü emanet zihinlerle yetiştirildik, aileden, okuldan medyadan ve her türlü egemen kültürden, onun için kendimiz olamadık, kendimize güvenemiyoruz. Susmayı tercih ediyoruz. Farkında olmadan da egemen güçlerin tabularını sağlamlaştırıyoruz.
Kendimizi öyle bir merkeze koyuyoruz, öyle bir tepeden bakıyoruz ki, bizden başka doğru yok… Eleştiri ve özeleştiriden kaça kaça birbirimizi öve öve öyle bir noktaya gelmişiz ki, bizden daha doğrusu yok… Bu inançla bizi okumayan bizi övmeyenlere karşı düşman olmaya başlıyoruz. Onları hiçbir zaman ölçü aleti olarak kabul edemiyoruz. Susayan insan suya koşmaz mı? Eğer bu insanlar kendi susuzluklarına cevap verecek suyu bulsalar, içmezler mi? Demek ki aradıklarını veremiyoruz. Demek ki yaralarına merhem olamıyoruz. Demek ki yeterli değiliz… Biraz kendimize dönüp bakmalıyız. Yarası olanlar merhemini buluyor. Eylemler sokaklarda sanatçıları çoktan aşmış durumda, bizim onlardan yeteri kadar haberimiz yok. Anlayamıyoruz. Bunu kabul etmek yerine, onların bizi anlamadıklarına kızıp küfür etmeye kalkıyoruz. Kopyalanan zihinlerle böyle akıl dışı davranışlara savruluyoruz…
Şiirden çok şiir dergisinin çıktığı bir çağda, üç-beş dergide şiirlerimiz çıkınca kimse o şairlerin yanına yaklaşamıyor… İki söz ettin mi hemen silahları kuşanıyorlar… Dergi kime hitap ediyor? Orasını ne düşünen var ne araştıran… Öyle sanatçılarız ki, ‘’Emeğin Sanatı’’nı savunurken bile egemen güçlerin sponsorluğunu yaptığı sanatçıları bile ‘çok sattı’ diye başımıza ‘taç’ yapabiliyoruz.
Sanat, biçimsel olarak, içerik olarak, hedef kitlesi olarak, dil olarak estetik olarak kurgu olarak vs… hiç eleştirilemez bu dergilerde. Sorgulanmaz. Peki sanat nasıl yapılıyor, kim biliyor?
Başkalarını yaşarken, kendilerini emekçi görüp kendilerini yaşayamayan sanatçılar cennetindeyiz.
Başkaları tarafından yaratılan isteklerle (ünlü olma, popüler olma gibi…) sanat yapmaya çalışıyoruz.
Kimse alınmasın, kendimden bahsediyorum. Çürüyene kadar başkasının istekleri için çalıştım. Şimdi kendim olmaya çalışıyorum...
Bütün yenilikler, çalkantılardan sonra ortaya çıkar, hem ‘’emeğin sanatı’’ndan bahsedeceksin hem de çalkantılardan, eleştirilerden kaçacaksın. Derginin sorumlusu, tartışmayı kesiyor. Neden? Bunu tartışmak istediğim için söylemiyorum. Dergiye hayat kazandıracak olan tartışmalar eleştirilerdir. Ben en fazla bu dergiden Adnan Durmaz’ın eleştirilerini seviyordum. Hepsine katıldığım için değil, sorgulama zihnine sahip olduğu için…
Sorgulanmayan hayat muhafazakar olmaya mahkumdur. Oysa ‘’Emeğin Sanatı’’ gerçek yerine oturmak istiyorsa, muhafazarlığın karşısında olmak zorundadır.
Kayıt Tarihi : 2.12.2013 00:50:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!