Güneşin üstüne bir yorgan örtün,
Bu soğuk onu da dondurur yoksa…
Beni düşünmeyin, çünkü ben bütün
Bir alevli ruhum, ayaz bir oksa!
Üşümem bu canda durdukça canın,
Sabır benim ekmeğim, suyum hatta nefesim.
Sabredip susuyorum, yoksa çıkardı sesim.
“Sen” derdim, “sen ki zalim, yetmedi mi ettiğin;
Sever gibi yanaşıp, söver gibi gittiğin? ”
Sükut! İnce ve derin bir his muhasebesi.
Sükut ve kaçan gözler, nedir bunun gayesi?
Sükut! Mezarlık gibi, yahut bir ölü deniz,
Sükut! Konuşmaz artık gözümüz ve dilimiz.
Sükut! Sözlerim senin, sessizliğimse benim.
Soruyorum, cevap yok… Çam ağacının iğneli yaprakları unutmuş seni, kozalaklar adını dahi hatırlamıyor.
Soruyorum, cevap yok… Yıldızlarda kaybolmuş gözlerinin rengi, yüzünün beyazlığı hapsolmuş aya; gece de unutmuş seni.
Soruyorum, cevap yok… Kaldırımları ağlatmamış hüznün, yollarda yokluğundan eser yok. Varlığını tatmamış ki ayaklarının, fark etsin gidişini.
Yaz… Bembeyaz bir kâğıt… İstediğin gibi yaz, çiz, karala. İstersen harfler bürünür gözyaşlarına, istersen bir güzel tebessüm yayılır kâğıda. Kelimelerle çat kaşlarını, cümlelerle sev, sevil ve paragraflara böl kendini.
Yaz… Yazarken sınırın yok, korkun yok. Hangi renge boyarsan boya sayfanı. Renkleri kâğıda dökmek için bir palete ihtiyacın yok. Bir karakalemden fışkırır bin renk; karakalemde renk cümbüşü. Art arda gelen kelimelerden oluşan eşsiz bir tablo… Da Vinci halt etmiş senin yanında.
Yaz… Yazıların müziğe ihtiyacı yok. Ahenk için nota şart değil. Bırak sol anahtarlarını. Hislerini kâğıda dökmen için bir anahtara gerek yok. Karakalemden çıkan do’lar, Re’ler… Kalın ve ince sesler, bemoller, diyezler hep hassas bir kalemde… Beethoven kim ki sen varken?
Zindan; iki heceyle alemi bir kabre çevirdiler!
Zindan deyince akla ilk ne gelir, neler zuhur eder gözlerin önünde?
Loş karanlık, dört duvar ve demir parmaklıklar! Küçücük bir cam, nemli ve ağır kokulu, pis hava! İnsanın içine zehir gibi çöken ve ıstırabı gün be gün katlamaya memur olan bela; yalnızlık! ..
Zindan başka neler hatırlatıyor? Anahtar şıngırtısı ve iskarpin takırtısıyla, ara sıra yoklayan, yüzü bir ölününki kadar hissiz ve tepkisiz olan bir gardiyan, nadiren görünen devlet suretli hapishane müdürü…
Azıcık su, biraz ekmek… ve daim uyku, uyku…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!