Özünü gülüşlerinin ardına gizlediğinde,
Fark etmiştim bende ki seni.
Dudaklarımdan düşerken adın,
Ellerimin üstüne
Gökyüzünü parçaladılar,
Gökyüzü bin parça.
Ve kanım aktı yere, yeryüzü bin parça
İki markör iken Paul Cezanne’ den aşırılmış
Bir çehr-i zen
Bir bacağı kırılmış karıncalar gibiyim
Yürüyorum âhlat-ı erbaa süzülmüş yollardan
Çıkınımda antik bir yürek yarası
Geliyor bir emrihak dava üstünden
Yargıç mı yoksa sanık mı bâdiyelerin aradığı antikalar
Ben Korkaklığımın esiriyim
Sevdanın dilimin ucuna gelip
Bir türlü çıkmamasından kaynaklı
Kalbimin çekingen iniltilerinden kaynaklı...
Mehtap sana imrenir
Ardından koşar geceler
Soyunur sessizliğe
Her akşam üstü kıyılar bizimle mutluyken
Beraber izleriz uzak ufukları
Bir çiçek veriyorsun her seher gönlünden
Sümbül mü, zambak mı muamma
Gâh koşuyorum arşın üstünde
Gâh gözüm kararıyor, düşüyorum
Ayna tutuyorsun leyl-i çehremize
Bir zamanlar eski hülyaların kıyıya çarptığını boynuma bir bilinmezlik astığım gün hatırla. Gurbet günü bir sıla bulduğunu, Yüce dağlara eriyip süzüldüğüm gün hatırla.
Siz nereden bileceksiniz!
Metropolün sokaklarında Kaybolmuş ışıkların aslında benim gözlerim olduğunu.
Her sabah göğsümde açan karanfillerin, Her gece avuçlarımda kuruyup solduğunu Nereden bileceksiniz...
Yedi düvel bile kederli iken benim için, aynı safta durduğum insanın ıstırabını görmezden gelmeyi
REDDEDİYORUM!
Yeryüzünün uç bucağından uzanan el, “ sen kimsin” diye sormaz iken, aynı enkazdan çıktığım insana hüvviyet sormayı, REDDEDİYORUM!
Bin yabancı sararken yaramı, bir başkasının yarasını
Dağlardan işitilen bir haykırış çağırdı beni
Geçitlere sıkışıp kaldım kapital çarşılarda
Bu renk cümbüşü kasvetli yük bin diyardan soldu
Meğer men heç yoktum uluların divanında
Ne dirseğim ne köşe ne de kör bir yayçizerim
Maşrıkta ve mağripte iki çönge ve kalem ile
Yazarken yazgının her halini
Sığınmak kâbil midir
Sessizliğe ve tenhalara
Seslerin içinde ki sensziliğin
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!