bir gün hayal ediyorum tek bir gün seninle
hiç konuşmadığımız sadece sessizliği dinlediğimiz bir gün
tüm kavgalara, yarışlara, savaşlara inat sevgi yüreğimizde
uçurtma uçurmak, ata binmek, koşmak yorulana dek seninle..
Artık senden kalma o misk kokusunu yitirdi cihan
Sen gideli yeşermez oldu sevdalar
Bir sarmaşık edasıyla dolanıp dolanıp yüreklere
Kurutuverdi ağaçlar misali gönülleri şu aşk dedikleri
Hangi ümitvar diyebilir ki aydınlık dünya
Yalan! Bakın bakın şu tavansız dünyaya;
Bilseydin bende kırdıklarını;
Bırakırdın tamir ustalığını.
Bilseydin acıya boyadığın yüreğimin zarını;
İstemezdin özümdeki bana ulaşmayı.
Bilseydin senden sonraki hallarımı;
Düşman olurdun bencil yanına.
Çanakkale’nin Ecabat İlçesi ile başladı bu kısa ama kutlu yolculuğum… İçimde bir garip hüzün, burası sevgililerin diyarı.. Arıyor gözlerim onları. Onlar ki Çanakkale’nin ab-ı hayat sunan toprağında saklı. Çanakkale bir kutlu şehir… Etekleri Asya ve Avrupa’ya savrulmuş.65 kmlik boyuyla adeta bir selviyi andıran, çıkan orman yangınlarına inat hala yeşil gözlü kalan ve ötesine birleşiyor Ege ile Marmara iki sevgili heyecanıyla dalgalanan… Yukarıdan bakınca daha bir coşkun akıyor suları Marmara’nın, Çanakkale mi susamış; yoksa bağrındaki atalarım mı? Bu şehirde cesaret kaplıyor içini insanın. Bu topraklar benim demek geliyor içimden, bu topraklar atalarımın! Kilit Bahir köyüne doğru yol alıyoruz. Burası boğazın en dar yeri. İstanbul’u Ceneviz ve Venediklilerden korumak için iç içe girmiş iki kale dikilmiş. Sevgiyi, gücü temsil eden ve hatta kalbi andıran bir çift kale. Her adımda başka bir dünya. Evet binlerce dünya tek bir şehirde. Ötesinde Kaşıkçı Dede’nin kabri çıkıyor karşımıza Ne mübarek bir zatmış Kaşıkçı Dede. Bir testi suyla sulamış bütün alayı, menkıbelerde adı geçermiş bir de. Ölmemiş o, bakmayın yeşillerle bezeli kabrine.
Dar sokaklardan geçiyoruz… Solumuzda bir kale daha, iç içe 7 katlı bir abide adeta. Dışındaki avlu yonca yaprağı şeklinde. O kadar muazzam ki duvarları merdiven işlevinde. Biraz ileride Namazgah Tabyası… Buralar Mehmet’lerimizin mekanıymış bir zamanlar ve bir de kır atların.. Yerin içinde bir dünya gibi Namazgah… Bir ölmek için çıkılabilir yukarıya… Seyit Onbaşı’nın anıtına doğru ilerliyoruz. Garip bir havası var buranın. Adeta büyülüyor sehhar bakışlarıyla insanı. Belki de ilk gelişim sebebiyle olmalı… İçimden yazmak geliyor her şeyi. Her köşede bilinçli bilinçsiz insan kalabalığını. Maviyi, yeşili, kahverengiyi tüm renkleriyle Çanakkale’yi. Seyit Onbaşı’nın anıtının üst tarafında Mecidiye Tabyası var. Şimdi savaş meydanına gitme vaktidir. Kuin Elizabet Gemi’si bir yara alıyor. Bizden bir ses yükseliyor “Tekbiiiiirr! ! ! ! ! ” O öfkeyle Mecidiye Tabyası’na ateş yağdırıyor kafir! Yerle bir dağ taş. Canlı cansız! Cephe damsız… Yıkıntının altında yıkılmamış bir yürekle bir baş: Seyit Onbaşı! Başında Ali asker kurtarıcı. Bakıyor, çaresizlik sarmalamış tabyayı. Barınamaz çaresizlik tekbirle bir! Haydi Seyit çek besmeleyi ve cihada gir. Bir hamleyle kalkıyor, top ateşleyecek; topu kaldıramıyor ateşleyici. Bir tekbir daha çekiyor imanla yürekten. Ali Asker’e dayan diyor sırtlayayım topu. Zahirde artık iman ve Seyit Onbaşı’nın sırtında 275 kilogram. İlk atışta denk düşmüyor top.Haydi bir daha sırtlan Seyit Onbaşı. İçinci atışta vuruyor gemisini kafirin. Sendeleyen gemi mayınlara çarpıyor ve gömülüyor durgun sularına denizimin… Bir ödül vermek gerek diyorlar sana Seyit; iste altın, para, pul, mal, rütbe… İstemem diyor, vatanım kurtulsun, kafir kovulsun yeter! Sonunda razı ediyorlar bir ödül almaya. Peki diyor bir somun ekmekle aç kalıyordum, iki somun ekmek verseniz yeter. Veriyorlar… Herkes tek somunu bitirmiş ona bakıyor. O ise somununu parça parça edip can dostlarına sunuyor. Ve dir daha iki somun ekmek almıyor! Seyit Onbaşı’yı dua ve onurla anıp ilerliyoruz.
Bir yokuş çıkıyoruz etraf yemyeşil.. Burası insanın aklına en güzel anılarını getirecek cennet misali bir şehir.. Çanakkale… İlk bakışmamız bu ilk yürek atışmalarımız seninle. O elif gibi dosdoğru, bense binlerce genç gibi kamburlu. Yine de kan çekiyor.. Öyle ya ayaklarım atalarımın kanıyla beslenen bir toprağa basıyor! İleride bir ağaç topluluğu çarpıyor gözüme. Dua eden bir eli andırıyor uzaktan. Nasıl muazzam bir şehir ki, her kareye bir mana yüklemek istiyor insan.. Anlatacak çok şey var. Her köşe başında bir jandarma. Onları görünce aklıma takılan bir soru var: Koruyuculuğunu yaptıkları yiğitler kadar, sorsam kararlı ve imanlı mıdırlar? Ötede bir şehitlik ve önünde birkaç jandarma. Hastaneymiş burası bir zamanlar… Mal, can, namus, vatan kayarken ellerinden göğsünü siper etmiş Türk askeri. Böylece şehitlik haline gelmiş Çanakkale’min hastaneleri..
Güneşin ışıkları cilveleşirken gözlerinde
Bense bir fülfül yüzünde
Uzadığında yolların
Ben senin mola verdiğin durakların
Bir çizgiyim yazında
Bir sedayım sazında
Yeşil örtüsüne sarı lekeler
Göz altlarına mor sikkeler vurulmuş-
Kanlı canlı bir sokakta;
Buharlaşan camlarını silmiş gözlüğünün...
Ağyar bir sarmaşığın kurutmak için sarıldığı bir ağaca-
Dönmüş ardını...
Negariptir yanlızlığa terkedilmiş bir gecede-
Yakapaça sokağa atılmış-
Günahkar duygularla, el açmak nasip oldu bana.
Kendinden şüphe duyan bir unutkan bilinciyle-
Açılırken ellerim semaya,
Karanlıkta beliren şekillerle esarete mıhlandı benliğim
Sözcüklerden sıyrılabilsem
Bir yırtabilsem şu göz aldatmacası maddeyi
Ve nurdan kanatlarla uçsam alemler ötesini...
Ses,nefes, aşk
Üstü açık, yetim
Çığlık çığlığa ve lal..
Gözünde efkar, gönlü dar
Hem dargın hem yogun, tarumar
Bir bakışlık merhamete aç
Hayat üç perdelik bir oyun ve sen kapanış müziği gibi tatlı bir sarhoşluk veriyorsun sadrıma..
Ayakları yalın başı dağınık bir halde kapanıyor bu son yara..
Biter biter de her sahne, ömür de bitiyor yanında.
Yürek diremeyi öğreniyor kaybettikçe.
Kaybolan yıllarla doluyor heybemiz.
Ben bir sahrada sen ise kutupta açıyorsun gözlerini.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!