Bir zamanlar
İncecik, ucu sivri bir çığlığı palazlıyor rüzgar,
Bir ağıdı diline dolamış...
Meyveden yoksun ağaçların sesine
Ancak bağrı yanık, serseri rüzgar kulak verir...
Azra ıslığını çalıyor rüzgâr,
Topla dağılacak ipek saçların.
Düşerse peşine yüklü bulutlar,
Tut elime konsun, yağmur kuşların.
Her an eşi ile gezen üveyik,
Azra yaslı ömrün gamlı yokuşu
Sabahında yolum, in beş yüz adım,
Sen misin bana yük, akşamın kuşu
Uzar aynı yollar bin beş yüz adım.
Hep derler yalnızlık Allah'a mahsus
İzin ver bir gece sende kalayım.
Lâl olsun dillerim, gözlerim mahpus
Sırma gümüş tenden efsun alayım.
Dudu Kadın
Sundurmaya çamaşır asardı Dudu Kadın
Ağustosta kömeç
-kurbanda kurutmalık et...
Eteğindeki telaşı yere koy
Ve yavaşça çekil kenara...
Gelmezsen ağlayacak işin adı yok,
Keşke koysaydın...
Hayatın yumağını sar öyle kaldır
Neden diye sormayın
Başına geleceği varmış,
Çok fazla verirdi kendinden
Mesela bir bardak su istese yoldan geçen
Yetiştirdi sürahi ile Üveyik...
Körpecik cıvıl cıvıl dallar dolusu
Adresimi sorsalar “cennet korusu”
Tenin diye sevdiğim o beyaz çiçeklerin,
Adını o yaz öğrendim yaseminlerin..
Okurken kendisiyle okuyucuyu da mısralar arasında koşturan ,yürüten, dinlendiren ,sözcüklerin güçlü podyumunda sesi bazen çığlık bazen gök gürültüsü olan Jaani'yi okumak şefkate dair bir ayrıcalık.
Okurken kendisiyse okuyucuyu da mısralar arasında koşturan ,yürüten, dinlendiren ,sözcüklerin güçlü podyumunda sesi bazen çığlık bazen gök gürültüsü olan Jaani'yi okumak bana çok iyi geliyor.
Şiirin hakkını veriyor