1.
Ufukta gezerken tatlı bir serap
Bütün çiçeklerden bir hoş demet yap
Bana o gül yüzlü zamanı anlat,
Bana gülden yapma ıtırlar koklat
Can dostlara içten bir selâm söyle
Yüreği güldüren bir kelâm söyle
Bir güneşle yıkanırken İstanbul
Orada batmayan berrak bir tan bul
Bu, vefasız evlâdın merakıdır
O mühürden kalan zafer takıdır
Anlat o toprağa dokunan eli
Zemine atılan sağlam temeli
Bana göster orda kale burcunu
Belki de öderim torun borcunu
Göreyim izini her bir sokakta
Bulayım resmini ‘eski konak’ta
O konağın alnı kardan beyazdır
Harcını yoğuran derin niyazdır
2.
Boğazda yüzerken hayallerimiz
Uykumuzu bölsün çırpınan deniz
Gültepe’de demlenirken çayımız
Şu Okmeydanı’nda gümüş yayımız
Marmara’ya vedâ ederken gündüz
Gülhâne’de eyerlenir tayımız
Karacaahmet’de ağlar ruhumuz
Beyoğlu’nda karışmasın yolumuz
Dolmahçe’de sararırken yapraklar
Pişmanlığı söyler eski sokaklar
Atların izi var Sûr’un önünde
Gün insanı sarar Eminönü’nde
Seyrederken ruhu bir pencereden
Bir ağıt geliyor Dolapdere’den
Fatih’te minare, Eyüp’te kabir
Hayali ufukta yine bekletir
Onunla oturur dertleşiriz biz
Bize mavi yoldaş olur bir deniz
3.
Üsküdar’da Gülfem Hatun’a selâm
Aksaray’da dönen devrana selâm
Mihrimah Sultan’da bir akşam vakti
Boğaz yüreklerden sonsuza aktı
Her ufukta doğan mavi bir çizgi
Taşların dilinde yaşlı bir ezgi
Tarih düğününe Vefa’da davet
Eyüp’te kaderin mührüne evet
Teslimiyet nedir ey can yoldaşı
Buna şahit midir Şehzâdebaşı
Bayezid kitaba dalarken her an
Galata’da geçer bilinmez devran
Haliç’te diniyor suların dili
Kâtipler sallarken ipek mendili
Derdini deşiyor Dolmabahçe’nin
Değeri kalmayan gümüş akçenin
Sirkeci’de trenler hep gurbet taşır
Taksim’de gözlere kir (mi) bulaşır
4.
Ey can, Yıldız ağlarken bir hazin tefekküre
Şehzâde dolunayı gökten indirir yere
Haseki’de yeniden canlanır İbni Sina
Fatih’te gülümseyen şu mağrur eski bina
Tarihin dili ve coğrafyanın kilididir
Ona düşman olanlar elbette en âdidir
Unkapanı önünde uzun-siyah kemerler
Ezanı zikrediyor camilerde mermerler
‘Saadet Dairesi’ mahzun mazi adresi
Buradan yükseliyor faniliğin son sesi
Boğaz öğretiyorken seyyahlara bilmeyi
Derin ve münzevi bir çığlıktır Beylerbeyi
Zaman sarı kehribâr tanesi gibi soluyor
Haydarpaşa’da hergün bin ayrılık oluyor
Bakırköy’de kararan akşam bahtın mıdır
Yerde sürünen cevher; sen misin, tahtın mıdır
Eminönü hergün yorulur, lâkin mecnun olmaz
İstanbul’a yolu düşen gariban mahzun olmaz
5.
Haliç’te yıkanırken tarihin sayfaları
Orda hâlâ diridir Fatih’in tayfaları
Denizden yine sesi geliyor leventlerin
Sinan yine nabzını dinliyor bu bentlerin
Denizle buluşurken hilâl Beykoz koyunda
Hafızamız bekliyor Topkapı Sarayı’nda
Tophane’den hâlâ top sesleri duyulur (mu)
Yeniçeriler yeniden isyana koyulur (mu)
Gülüm, Yerebatan’da asırlardır susan su
Bil ki Sultan Ahmed’in eskitilmez tapusu
Hayaller âleminde yüzerken Babıâli
Sormalısın, kimindir bu ağıtın vebâli
Bir zamanlar ufukta süreyya dolaşırdı
Kıtalara bağlardan gül rengi ulaşırdı
Süleymaniye’de bir kıvama ulaşan dil
Gece sabaha kadar olurdu zümrüt kandil
Bu, asırlarca süren sıcak bir özlem midir
Ya da tarihte kalan kadîm bir görkem midir
6.
Güllü dibâ giyeni gördün kordon boyunda
Zamanı mı seyrettin Mecidiyeköy’ünde
Hangi asil mektepte bir Gülistan okunur
Ruhuna çiçeklerin damlası mı dokunur
Bir sabah aydınlığı müjdeler Gülşen-i Râz
Yedi tepede, yedi âşık dilinde niyaz
Yorgun Kapalıçarşı mahşeri hatırlatsın
İste, Topkapı sana da tarihi anlatsın
Boğaza düşüyorken Harbiye’nin gölgesi
Gülmez Ayasofya’nın hüzünden elbisesi
Sultan Ahmed ihtişam sarayında bir mahzun
Bu öyle bir hüzündür ki, hikâyesi pek uzun
Çamlıca’da demlensin bu kederli hâtıra
Gökkuşağında seyran geliyorken hatıra
Marmara’da denizi öpüyorken güneşler
Gönlüm tepe üstünde son yolcusunu bekler
Bu yolcu İstanbul’dan gitti, yine gelecek
Onu da rahmetten bir bulut gölgeleyecek
7.
Hey Üsküdar Üsküdar!
Yeni İstanbul sana dar
Tanburî sustu, şimdi konuşan kemancıdır
İstanbul, seni anlamayan sana yabancıdır
Ufkunu kirletiyor çok bigâne çığlıklar
Aydınlatmıyor seni loş ve yapay ışıklar
Sırtında seni yoran hangi yüke hamalsın
Sen, gönülde ümide açılan ihtimalsın
İncitir rengi kara olan bir giysi seni
İnandırmak zor olur, seni hiç görmeyeni
Seni bilmez, taşının nabzını bilmeyenler
Seni bilmez, Sinan’ın tarzını bilmeyenler
Sen ki İstanbul’da her semtin uygun adısın
Bu kadim arayışın vakti geçmez tadısın
Sadâbât yolunda gölgen geziyor
Tarihler yeniden seni yazıyor
Yeditepe’de tam yedi işaret
İstanbul yine de gülden bir demet
Ben seni gül satarken gördüm
Bütün çiçek dükkânlarında
İstanbul’un meydanlarında
Denize gül atarken gördüm
(8.4.2005
Zaandam/Hollanda)
Kayıt Tarihi : 28.4.2005 16:59:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Hüseyin Kerim Ece](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/04/28/gulhane-guzellemesi.jpg)
elbette 'istanbul guzellemesi' baslikli bir siirden bu cercevede bir anlatim beklenir.itirazim israrla ayni noktaya:anlatilan istanbulla- diger siirlerde anlatilan istanbullari da buna ekleyelim-sanli soygunlarin mekani, tekinsizligin bassehri, simdiki 'kanli' istanbul arasinda bag kurmaktan israrla niye kacinildigi?canli canli yasamakta bu 'istanbul', niye yuzlesmekten bu kadar kaciyoruz?eskinin mirasi ve retorigine sirtimizi dayamak daha mi kolayimiza geliyor?
bununla birlikte beni her bolumun sonundaki beyitler daha cok etkiledi.ozellikle sondaki dortluk, siirden kopuk bir ada gibi kendini daha cok sevdirdi.kutlarim sairi.baska siirlerini de okumak isterim.basarilar.
Burada bir şair arkadaşımın güzel sözünü yazıyorum.
'''İstanbul'un dışın'dan İstanbul'a Gazel Okunmaz'''''
İZZET EFENDİ
(18. Yüzyıl)
Kaside der vasf-ı İskele-i İstanbul....
İskele vasfına biz de virelüm âb ile tâb
Ola mahzuz şehenşah-ı kerimü’l ensâb
Hazret-i zıll-ı Hüda bahr-i atâ kân-ı sehâ
Ya’ni Sultan Selim Han-ı humâyun elkâb
.......
Galata döndü heman tekye-i sûfiyâna
Kalmadı katre-i mey saz ile söz çeng-i rebâb
Fâsikânın söyünüb şem’a-i ikbali temam
Şimdi Mumhane’de rindân bulamaz şu’le-i tâb
Kufl-i meyhanelere kurşun akıtdı cümle
Kapanup mahzen-i bâbı dökülüp bâde-i nâb
Dopdolu sahil-i Tophanede mahbûb ammâ
Söylese falya virir âşık-ı nâ-şer’i cevâb
Salıbazarına var uyduragör bazârı
Vasıta istemez ol şûh işin kendin yâb
Pist-lebler çoğimiş sahil-i Fındıklı’da
Varub ol gözleri bâdem ile nûş it vişn-âb
Kaba-taş olsa dayanmaz yüreği uşşâkın
Taşcı-zâde yine hicran ile eyler bi-tâb
Dolma-bağçe ne güzel oldu makarr-ı şâhân
Bir taraf sahn-ı çemen bir tarafı sahil-i âb
Feyz-i rûhânîyi Hak virdi Beşik-taş’a temâm
Bâ-husus anda ola padişeh-i âli-cenâb
Bir şeker-leb güzele geçdi yine uşşâkî
Kara-bali’de ne ballar yedi şeyh-i kezzâb
Ser-i a’dâyı kat’a Kılıç İskelesi
Ne güzel makta’dır eylemeye darb-ı rikâb
Ortaköy’de bulagör bir güzel-i mûy-miyan
Bir miyancı araya girmeye vir redd-i cevâb
Ab-ı didem tükedüp hep benüm ol çeşm-i gazal
Bir Kuruçeşme’ye döndü gözümüz kalmadı âb
Arnavudköyü’ne geldikde yanaşdı dellak
Arnavud şerbetin içdi ciğerin itdi kebâb
Tıfl-ı dil gahi Bebek seyrine ister seyri
Mâh-ı Nisân-ı safâdır gicelerde mehtâb
La’l-i dilber gibi gül-nâr-ı Hisar’e söz yok
Bağ kirasın virelim mani olursa bevvâb
Bir teber-dar güzeli balta olub ayağıma
Mirgune komuyor eyleyelim zevka şitâb
Çıkarub evc-i hüseyniye sadâsın uşşâk
Var ise oldu Hasankalfa o şehnâza meâb
Kayalar’dan tutamazsın ol kebk-reftârı
Zâhidâ bin yıl uçarsan sen eğer hem-çü gurâb
Şimdi Şeytan Akıntısı’na düşdü ağyâr
Çıkmasın semt-i necâta hemân olsun gark-âb
Saragör sineye İstinye’de tenha yâri
Gice gündüz ne kadar olsa vücûdun bî-tâb
Yeniköy’de idemez rind olan eski âdet
Çalamaz kimse Kalender gibi nây ile rebâb
Tarab-efzâ olagör sahn-ı Tarabya’da müdâm
Gâhice seyr-i Büyükvadi’ye de eyle şitâb
Kefeli karyesine var bağa yat leyl ü nehâr
Bir Kırım tazesi bul işte sana kâfi cevâb
Sarıyer içre sarıl bir sarışın mahbûbe
Sırma perçemle rûhi göstere altun gibi tâb
Karataş altına girsin dileriz düşmen-i din
Gice gündüz çekeler nar-ı cehennemde azâb
Yoksa başında Fener mi yanıyor uşşâkın
Bir Değirmenliğe düşmüş dönüyor misl-i habâb
Bî-edeb varsa rakîb İskele-i Hünkâr’a
Bir iki Tokat ile itmelü te’dîb ü itâb
Yalı-köyü ne güzel cây-i ferahdır baksan
Her Soğuk su olamaz âb derûnunda habâb
Beykoz’un çeşme başı hayli müferrih yerdir
Paşabağçesi Çubuklu o dahi başka hisâb
Aşıkın şimdi Kavak yelleri eser başında
Yelkovan gibi ider sahil-i deryada şitâb
Kavunu karpuzu çok sahil-i İncirli’nin
Hayli zen-dost yeridir azm idiyor şeyh ile şa’b
Hele şâhâne makam sâhil-i Sultaniyye
Mâ-i zemzem gibi anda akıyor lüleden âb
Kanlıca bir gözü cellâd elinden feryâd
Gamzesi tîgi edip bî-dili her dem bî-tab
Sahn-ı Körfez yeridir zümre-i zen-pârelerin
Gece gündüz dalıyorlar suya misl-i mürg-âb
Anadolu’yu dolaşsa yine olmaz kânî
Zâhidin gûşuna cerreyleyecek dense sevâb
Şem-i dil rûşen olur sahil-i Kandilli’de
Varalım Göksu’ya anda idelim âlem-i âb
İşi yoğ ise dolaşsın Vaniköy’ün ağyâr
Ana hiç menzil olur mu ne kadar gezse kilâb
Cism-i a’dayı göstere bize Çengel’de Hüdâ
Kuleler’de yiyeler kellelerin cümle kilâb
Sanki Beylerbeyi’dir bendeleri pâdişehin
Mîr-i Mirân gibidir herbirinin re’yi sevâb
Vakt-i nevruz olucak mevsimi İstavroz’un
Vakt-i hayvâne bedel Çamlıca’da nûş ile âb
Bir pilav pişse eğer sahil-i Kuzguncuk’da
Bal açub misl-i azgan azm ider idi tullâb
Zâhide hoşça çerâ-gâh Öküz Limanı
Gah çemen üzre yatub gahice itsün pertâb
Üsküdar bağları hayli safâlı amma
Şemsi-Paşa’yı makarr itdi gürûh-ı ahbâb
Oldu güya Balaban çorba yemekden zâhid
Nûş ider bulsa Ayazma’da eğer var ise ab
Salacak’dır yine gûş eyledi sûfi ihsan
Eylemiş sahil-i İhsaniye’yi şimdi meâb
Tevbe it varma Harem İskelesi cânibine
Saklasun herkesi nâ-mahrem olandan Tevvâb
Ehl-i irfana safâ sahil-i Haydarpaşa
Kadıköyü’nde pişirsin kuzu lahmiyle kebâb
Hak bu kim sahn-ı Fenerbağçesi cây-i ferâh
Eylemiş cây-ı müluk anı Hüda-yı Vehhâb
........
Saygılarımla..... ''Sultan'ların Diyar'ı İstanbul''
M.NİHAT MALKOÇ
Bilindiği gibi şiir hece ölçüsüyle,aruzla ve serbest tarzda yazılır.Hece ölçüsü bin yıldan beri özellikle halk şiiri geleneğiyle günümüze kadar gelmiştir.Bu süreç içerisinde binlerce büyük halk şâiri yetişmiştir.Yunus Emre,Karacaoğlan,Aşık Veysel bunlardan bazılarıdır.Bu ekol çok köklü bir geleneğe sahiptir.
Hece ölçüsüyle şiir yazmak sanıldığı kadar kolay bir iş değildir.Çünkü hece,şiirde bir disiplinin adıdır.Öncelikle dizelerdeki hece sayılarının eşit olması gerekir.Ardından durakların da baştan sona kadar aynı düzende devam etmesi şarttır.Yani meselâ 11’li ölçüyü tutturmak yeterli değildir.Bunun durakları da vardır ve olmalıdır.İlk mısranın durakları 6+5=11 ise ötekilerin de öyle olma mecburiyeti vardır.
Bunun yanında kafiyelerin kusursuz olması gerekir.Beytin veya dörtlüğün aynı kafiye türüne sahip olması lâzım.Dörtlüğün tamamı aynı kafiyelenmelidir.Bir dize başka,öbürü başka olamaz.Bunun yanında bir de kafiye örgüsü vardır.Düz kafiye,çapraz kafiye,sarma kafiye diye…Buna da uymalıyız…Kafiyeyle redifi de birbirine karıştırmamak gerekir.Meselâ iki çekim eki kafiye olmaz;redif olur.Tunç kafiye ve cinaslı kafiye de ayrı bir ustalık gerektirir.Kısacası heceyle şiir yazmak bazılarının sandığı gibi kolay bir iş değildir….Bunu başarmak hüner ve çaba ister.
Bazılarının heceyle ilgili klasik yakınmaları vardır.Neymiş efendim heceyle yazarken duygular kısıtlanıyor.Çok güzel bir benzetme buluyorsun ama hece ölçüsüne uymayınca terk etmek zorunda kalıyorsun.Şiir yazmayı alelâde bir iş olarak mı görüyorsunuz?Marifet bu kısıtlamalara rağmen güzel eserler vücuda getirmektir.Türk şiirinde bunu başarmış pek çok mümtaz isim mevcuttur.
Hece bir söz disiplinidir.Yok neymiş,hisleri prangalara vurmamalıymışız…Git o zaman deneme yaz…Hikaye yaz….Kelimeleri leblebi gibi beyaz sayfalara savurmak mıdır şiir?....Bu mu sizin sanat anlayışınız?Benim soyut hikayelerim var(Bazıları bunlara postmodern hikâye diyormuş…) Alın o hikayeleri; sıralayın cümleleri alt alta…Alın size serbest şiir…Bundan sonra ben de hikâyelerimdeki cümleleri yan yana değil de alt alta mı yazsam?Bunu hiç düşünmemiştim.Hay aklımı seveyim…İyi fikir…Kim tutar beni!!!!!
Bir de aruzla yazılan şiirlerimiz var.Osmanlı devleti zamanında zirveye çıkan aruz şiirinin de kendine mahsus pek çok kuralı vardır.Yok işte aruz kalıplarına uyacaksın;imale,zihaf,med,ulama yapacaksın gibi…Bu şiir altı yüz yıl boyunca yaşamıştır.Çok da mükemmel eserler ortaya konulmuştur.Fuzulî,Bakî,Nef’i,Nâbî,Nedim,Şeyh Galip bu tarzın üstatlarıdır.Dil inkılabıyla beraber bu şiir de tarih olmuştur.
Divan şiirinin son büyük üstadı bir Mevlevi şeyhi de olan Şeyh Galip’tir.Divan şiiri maalesef bugün müzeye kaldırılmıştır;esamesi okunmamaktadır.Bu ayrı bir tartışma konusu…Ben bugün bu şiirin tekrar canlandırılması gerektiğini savunmuyorum.Onu bir kenara bırakalım ama asla yok saymayalım.Onu yok sayarsanız edebiyatımız kuşa döner.
Gelelim serbest şiire…Ben serbest şiirin varlığını inkâr eden bir insan değilim.Şiirde ne kadar çeşitlilik ve alternatif söyleyiş tarzı olursa bu edebiyatımız için o kadar kârlıdır.Fakat serbest şiir derken bazıları bu serbestliği başıboşluk olarak anlıyorlar.Serbest şiir demek,ne söylersen şiir olur demek değildir.Onun da kendine mahsus söyleyiş ilkeleri vardır.
Önüne gelen ne idüğü belirsiz imajlar icat ederse bu yazılanları,o eseri yazandan başkası anlamaz…Biraz daha da ileri giderek şunu söylemek istiyorum..Serbest şiir yazdığını söyleyen bazı aşırı serbestler(!) ne dediklerini kendileri bile bilmiyorlar.Ben atayım,onlar mânâlandırsınlar.Nasıl olsa şâirlerin hayal dünyası sorgulanamaz.
Hatta ne idüğü belirsiz şiirler bugün daha çok tutuluyor.Vay be….Adam ne biçim yazmış…Hiçbir şey anlamıyorum bu dizelerden…Ben de ne cahilmişim…Hele bu şiiri bir çözsem kim bilir ne harika mânâlar çıkar altından…Gelsin övgü dolu yorumlar….”Yüreğine sağlık…” diye başlayan samimiyetten uzak dilekler…Sormalı o kişilere anlamadığın,çözemediğin şiirin güzel olduğuna nasıl karar veriyorsun?Güzelliğin ve mükemmelliğin ölçüsü anlaşılmazlık mıdır?Bu kanaat akılla ve mantıkla bağdaşır mı?Kerameti kendinden menkul diye bir deyimimiz var ya….Aynen uyuyor bu anlaşılmaz şiirlerin hayranlarına…
Şiir üzerine konuşulsun...Herkes yazıyor ama şiir teorisi konuşulmuyor...Şiir tahlilleri yapılmıyor...Herkes üstât...Ama niçin? ...Güzel şiir nedir? ....Şiir değerlendirmelerinde kıstaslarımız neler olmalıdır? Bunlar konuşulsun...Şiir tabu olmaktan çıkarılsın.Şiir özneldir deyip işin kolayına kaçılmasın....Kimse iyi şiir yazıyorum diye kendini kandırmasın.....Bu, şiirin geleceği açısından hayatî öneme sahip bir mevzudur..Ben biraz da bunun peşindeyim...
Kurumasın söz ağacı....Gelişsin,serpilsin,yeşersin,gürleşsin...Serbestlik serbestlik de bu kadar mı? ...Bunun bir sınırı olmalı...Pek çok şâir ne yazdığından kendisi bile haberdar değil...Şiirlere methiyeler dizilince kendisi de şaşırıyor...Tabiki,argo tabirle söylemek gerekirse çaktırmıyor da! ..Şiirde anlaşılmamak marifet olarak telâkki edilmemeli….
Başımızı kuma gömmekle hakikatleri görmezlikten gelemeyiz. “Güneş balçıkla sıvanmaz” demiş atalarımız...Herkes bir yol tutturmuş gidiyor.Bu başıboşluk hayra alâmet değil..Ben bir kıvılcıma vesile oldum.Bu ateşi korlaştıracak sizlersiniz...Tartışmaktan zarar gelmez...Fikirler tartışılarak gerçeklere varılır.
Son yıllarda ülkemizde bir serbest şiir furyası esiyor.Bin yıllık heceye kimse itibar etmiyor…Serbest yazmak moda oldu….Hatta heceyle yazanlar çağa ayak uyduramamakla suçlanıyor…Hatta bir Şâir(!) benim heceyle yazdığım şiirleri eleştirirken “Siz Yahya Kemal’i bile aşamamışsınız…Neyin peşinde koşuyorsunuz?…” diyordu.Yahya Kemal sanki sıradan bir şâir de ben onu bile aşamamışım…Soruyorum şiirle uğraşanlara: “Bugün Yahya Kemal’i aşan bir isim var mı?” O büyük şâiri aşsam sen benim şiirimi eleştirmeye cesaret edebilir misin?Yani sapla saman karışmış bir durumda…
Ben bu hece düşmanlığına bir anlam veremiyorum…Heceyle yazanlar,bazı aşırı serbest şiir üstatları(!) gibi makinalaşarak vatanlarına mı ihanet ettiler?….Peki niçin hece şâirlerinin karşısına dikiliyorsunuz?Onların da hislerini ifade etme hakları yok mu?Hececiler niçin üvey evlât muamelesi görüyor?
Son yıllarda yapılan şiir yarışmalarını hep takip etmişimdir…Bu müsabakalarda birinci seçilenler hep serbest tarzda yazan şâirlerdir.Madem öyle,bu yarışmalar “serbest ve hece ölçüsüyle yazılanlar” diye ayrı kategorilerde değerlendirilsin…Olmazsa şartnamelere “Bu yarışmaya ölçülü ve kafiyeli şiirler katılamaz” diye bir hüküm konsun!….
Bunlar da olmazsa Kültür Bakanlığı’na bir teklifle giderek heceyle şiir yazılmasını yasaklayın…Konuyla ilgili kanun hükmünde kararnameler çıkarttırın!…Yine de heceyle yazanlar çıkarsa büyük Divan şâiri Nef’î’yi boğdurdukları gibi siz de bu asi herifleri darağacında sallandırın…Hem heceyle şiir yazmak Kopenhag kriterlerine de aykırı!!...Bizi Avrupa Birliği’ne almazlarsa bunun asıl suçlusu hece şâirleridir.Hecenin bu yetim çocuklarının bu ileri çağda yaşamaya ne hakkı var ki!.....
Bana daha içten geldi.
Ahmet Nural Öztürk
tebrik ederim.
baki selamlar.
TÜM YORUMLAR (16)