Alnımda denizden kalma bir yara, avuçlarımda şimal yıldızı,yön vermiyor artık pusulam.
Ardımda bıraktığım tek şey, tek yön.
Zaten, ardımda bıraktıklarıma bakacak olursam ufkum açık sayılır.
Şehir, med-cezire yakalanmış bir dalga gibi yükselip alçalıyor önümde.
Işıklar, yakamoz gibi parlamakta sığlarda
Sokak lambaları, imdat veren bir deniz feneri gibi döndürüyor başımı
Aşkı diyaloglara, sevişmeyi monologlara terk ettin
Aşkın "e" hali, yalın hali yani, didaktik bir öğreti gibi dikte oldu ömrüne
Akarına bıraktın ilişkileri
Aşk doğaçlama, sevişmek spontane
Halbuki ne çok istiyordu o içindeki sindirilmiş, aydınlık, o öteki insan
Kendinden bile izole ettiğin, dinginleştirdiğin
Katarlar durdu, pistonlar sustu sirkeci garında
Hava soğuk, peron dolu, gün batmak üzere
Anlaşılan vakti geldi ayrılığın ve bir çok münasebetin
Giden ve dönme ihtimali olan başka hiçbir şey, öyle yalnız hissettirmez insana kendini
Endişe ve yoldaşı tedirginlik şimdilik duruma hakim
Az ileride Bosfor ekspres belirdi, çelik yığın halinde
Sevişmek biat etmektir, tensel bir manifestosudur aslında
Tanrının, kendi metabolizmasından bize zerk ettiği yegane gendir belki de
Düşsel mastürbasyonların bittiği yerlerde yeşerir çoğu kez
Yalın, arı ve çıplak ve nü ve insanın en doğal haliyle, tenini keşfettiği an
Başlar, insanın kendi arzına seyahat edeceği zaman..
Boş sandallar ki rıhtımda sallanırlar
Rumeli' den,Anadolu kavağına el sallarlar
Bir balıkçı çilingirinde ağları yamar
İşte böyle,Marmara yeni bir güne başlar...
Kaldırımlar zorba, kaldırımlar gaddar
Keza, insan olanın vefası da bir o kadar
O yüzden, düşene yardım etmez kaldırımlar...
Yolun başındaki sokak lambası aydınlatırdı,sokağın girişini
Ben ise,üç mum yakardım evde aziz hatıran için
Sabaha karşı sönerdi sokak lambası,mumlarımla beraber
İsten bir tablo halinde dururdu önümde geçmişim
Sönen bir mumun ardından dilek tutmayı,çok sonraları öğrendim
Anlayacağınız,üç mumluk sevdalar yaktım
Hiç yaşamadığı, belki de hiç yaşayamayacağı bir olayı
Hiç yaşamayan, belki de hiç yaşayamayacak olan birine yaşatmaktır.
İşte, şairi ressamdan da, heykeltıraştan da ayıran yegane fark budur.
Her hikayenin bir romanı, her romanın bir hikayesi vardır.
Fakat; Şiirin öyle bir zorunluluğu yoktur, olmamıştır da.
Bununla beraber; Ressamdır şair, heykeltıraştır
Gövden gitse, köklerin kalır içimde
Gölgen gitse hatıralar.
Derinlere, çok derinlere kök salmış bir ağacı sökmek gibidir, koparıp atmak seni şimdi içimden
Olası ihtimal hüzünleri, derme çatma düşleri pansuman ediyor zaman
İki oda,sekiz duvar bir evim vardı.
Bir o kadar da pencerem
Üst kattaki komşumla,müşterek kullanırdım penceremin birini
Öğleye doğru çamaşırlar sarkardı,altta iç çamaşırları üstte nevresim takımları
Akşama doğruda masa örtüsünü boca ederdi,güvercin gurultularıyla uyanırdım her sabah
Oysa,ben en çok sokağa bakan penceremi severdim
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!