Tan ağartısı
Bu seher vaktinin tan ağartısı
Bu yıllanmış aşıkımızın son demi
Topyekün taruz, ayrılık kara sularımızda
Yorgun denizcilerin deryaları kadar geniş ve sonsuz bir ayrılık..
Dur bekle zamanı var gitme..
..
Ve birden aklıma geliyor bir çocuğun masumiyeti gibi bakan o bağışlanması güç olmayan şehvetle aşk damarlarımı kabartan gözlerin. Aklıma düşüyorsun birden dar ağacına asılmış bir suçlunun altından zamansız ve büyük bir gürültü ile kayan tabure gibi, Ölümü bekleyen fakat henüz erken olduğunu düşünen suçlunun masumiyetini anlamaya çalışan sinsi rüzgar gibi.Denizin üstündeki o asi dalgaların kıyıya şevkle savurduğu serin mavi sular oluyorum birden ilk o sularda öpmüştün beni. ve sen diyorum sessizce ama içimde isyanlar kopuyor ’Şeyh Sait isyanı da’ kim oluyor biraz daha bastırılmasa ’sen, ben, O’ arasında üçüncü dünya savaşı başlayacak sanki.
Bazen affediyorum seni, sırf o martıların hatırına affetmeyecek gibi oluyorum da birden kabarıyor deniz, ceketimden tuttuğu gibi fırlatıyor beni hayallerimin en dibine, işte o zaman nazı çekilmez bir çocuk gibi oluyorum, bana da hak vermek lazım almasalardı seni elimden diyorum almasalardı böyle hoyrat bir yalnızlığa yelken açar olmazdı kollarım ve gökyüzünde beliriyor birden suretin bak sevgilim o bedenleri küçücük Kolibri kuşları göç ediyor sıcak iklimlere, sende gel sevgilim gittiğin o yabancı ellerden zarar gelmez benden sana bilirsin öyle severdin ya beni iyi niyetli sevgilim diye. Gel hadi sessizce büyük bir gürültü yaparak gel.
Gözlerim desen evet gözlerim ülke sınırları içinde en uzun nehir olan Kızıl Irmak’a taş çıkaracak cinsten ağlıyor uzunluğu binlerce dünyayı kaplıyor sanki. Sen gittin ya gidişinden beri tutturmuşum bir yalnızlık parçaları yokluğunu da avutamıyorlar ha avutabilseler gam yemeyeceğim hani. Neyse sevgilim nerede kalmıştık?
Gözlerinde demi ah nasıl da unuturum o masumiyeti simgeleyen dalından koparılmış taptaze iki çift zeytin sanki. Gittiğin beri böyle saçmalıyorum işte sevgili bazen gel diye yakınıyorum bazen kal gittiğin yerlerde diye bakma işte bana. ah şu yalnızlık var ya insana neler yaptıracağını bilemiyor işte.
..
Küçükken bizim köylerde çocuklar hep patik denen ayakkabı, iskarpin karışımı karışımı yazlık naylonlar giyerlerdi.Bu patik çarığa benzer ama çarıktan farklı olarak ayağın üzerinden geçip bileğinin alt tarafına doğru tam aşık kemiğinin altına gelen bir naylon parçası vardı, bu naylon kısmı Kilte denen demirle patige birleşirdi.
Bu demir o kadar uyduruktu ki patigi giydiğinin 3. Günü paslanır ve bu pas ayağının o kısmında pas rengi lekeler yapardı.Bu leke öyle çabuk geçecek gibi bir şeyde değil di hani.Mesela; patiği giymeyi bıraksan bile birkaç hafta o pas çıkmazdı.Patiğin özellikleri sadece bunla da sınırlı değildi.Çarığa benzedigi için üzerinde her hangi bir hava deligi bulunmuyordu.Tabii ki Çukurova’da yaz günü naylon ve kapalı bir ayakkabı varii olan bu nesnede ayakların durumunu tahmin edersiniz.Ben o sıcak yaz günlerinde ayakkabımı her çıkarışta aklıma Babaannemin çamaşır yıkadığında ellerinin aldığı o şekile benzetirdim ayağımı.Elleri de benim ayağım gibi buruş buruş ve bembeyaz olurdu babaannemin.Aarmızda bir fark vardı sadece benim ayağımın patigin içindeki kısmı bembeyaz diger tarafı kısmen güneşten ve çoğunlukla toz ve kirden simsiyah olurdu.
Kadirli’den tatil için köye geldiğimde ilk işim Büyükbabam’a bana bir patik aldırmak için baskı yapmak olmuştu.Çünki biliyordum ki Büyükbabam beni kırmazdı, nede olsa onun ismini taşıyordum.Bunu hep kullandım çocukluğum boyunca, belki şimdi bile kullanıyorumdur, kısıtlı zamanlarda bile olsa görüştüğümüzde.
Ve nihayet köyümüzün müdavim çerçisi Mahmut emmi yürümeye bile mecali kalmamış atıyla köyümüze geldi.Koşarak Büyükbabamı çağırdım birlikte çerçiye(çerçici derdik) gittik.Bana beyaz bir patik aldık.Tam o sırada köydeki arkadaşlarımın beni alel acele çağırdıklarını duydum, koş diyorlardı bana koş.
Ben de koşarak yanlarına vardığımda hep bir ağızdan gökyüzündeki leyleklere”LEYLEK YUVANA YILAN GİRMİŞ”diye bağırdıklarını duydum.Ne olduğunu anlayamamıştım, Mustafa bana sende bağırsana diyordu.Bende bağırınca ne olucak ki dedim.-Böyle bağırınca leylekler hemen hızla uçup evine giderler dedi.Ben de onlara katıldım, hep bir ağızdan bağırıyorduk”LEYLEK YUVANA YILAN GİRMİŞ”diye.Gerçekten de bizim duyan leylekler bir tek daire çizdikten sonra kararlı ve çok daha hızlı bir şekilde bir yöne doğru uçarak uzaklaşıyorlardı.Belki sesimizden ürküyorlardı? Kimbilir belki de dediğimizi anlıyorlardı.
Bu nerden mi aklıma geldi? Arkadaşlarla Sapanca Gölü’nün kıyısında hafta sonunu geçirmeye gittik.Orda, gökyüzünde göç eden leylekleri gördüm.Bir grup leylek nasılda beni alıp nerelere ve hangi zamanlara götürmüştü.Bağırmak istedim aslında yine”LEYLEK YUVANA YILAN GİRMİŞ”diye, ama bağıramadım, bağırsam kimse beni anlamayacaktı, anlasa bile acaba bu cümle çocukluğumdaki kadar güzel gelirmiydi ki bana?
..
Sen karayı bilirsin
Kapkarayı da
Hani silinmez vadilerde
Hani dereler akar
Doğa tılsımı
Göç urbaları...
..
Ölebilmeyi bilmek isterdim
Öle/bilmek..
Göç etmek
Silinmek unutulmak,yaşayamamak
Asla,bir daha! ...
Kolay ne ise o herşey
Kimin elinde bilmem ama bu ipler
..
Boşlukta yüzün
İçimde bir göç var
Dualar etmelisin
Takvimler hüzün
Gün batımına doğru
Akıyor kırlangıçlar
..
telaşlı bir fotoğraftan çıkıp geldim
hani biraz sıkışmasaydınız olmayabilirdim de
çerçevede
gökyüzü zamanı ele vermiyor
kuşlar da görünmüyor
göç ediyorlar herhalde
peki mevsim ne
..
Havada süzülen damlanın
Dalında kuruyan yaprağın
Göç eden eden kuşların
Bir hedefi var
Öfkeyle bakan bulutun
Ağlayarak doğan bebeğin
..
yüreğime dokunuyordu
bakışların aklımı başımdan alıyordu
yolunu kaybetmiş kuşlar gibi
sığınacak durgun bir liman arıyordu
göç yolunda...
yanılıyordu..
..
.
Felek bu nasıl bir düş-tü
Yürek bendımın
..
Kolayına kaçmak düş gezginlerinin
Sanırdım bir,
Kırlangıçlar göç ederdi hemen sonra
Bir uzak diyar vardı da;
Pusula göstergelerinin şaşkınlığında bir uzak yer
Ve,
Pasaklı kedilere benzetirim, neden bilmem
..
Aşkın mevsiminde imgeler saklı kentlere
Göç eyledi
Yaka, kol çekiştiriyorum
Sesleri birleştiremiyorum, usta
Beni bende susturup, kaçıyorlar.
Artlarından
Denizin buğusunda sırtını görebildiğim
..
nasıl kanatlanır onlar sevincimden,
yağmurlu kemençe şehirlerine doğru
karışıp bulutlara sert akşam göğünde
süzülen göç bitkini kuşlar gibi,bilsen.
ve buzları çözülen tepeden ovaya inerler,
orda öylesine tazedir ki toprak
..
Bir göç zordur bana
bir de seni beklemek,
buğusuna düşüp Haliç'in
Yokluğun bahar yağmurları gibi
üşütür içimi.
/Çantamda hüzün ve yalnızlık/
Giderken böyle
..
görünen köy için
gerekir mi kılavuz diye
biraz mütevazi biraz alaycı
bakmıştın gözlerime
oysa ben sendeki görünmeyen
köyler için bu kılavuzu tutmuşum
..
istilasını yadırgamaz örümcek
yuvasının
dantelli ağlar örmekle
meşguldür
kara örümcek
minicik örümcek
alışır yada
..
Takıntılı gölgelerin hapsindeyim
Ruhum teselliye muhtaç kuş misali
Etrafımda bülbül dilli olmak yerine
Yılan gönüllü olmayı marifet sayanlar
Izdırabım aksediyor odanın duvarlarına
Derin boyutlarla baş başa nefes alamıyorum
Duygularım göç ile ayyuka çıkıyor
..
Bak yine karanlık sardı günü
Ben sana sarılmadan
Yaz yağmuru erken yağdı bu yıl
Daha seninle sevişip terlemeden.
Turnalar erken göç etti bu mevsim
Ben seni bulmadan.
Rüzğarlar fırtınalar kopardı
..
Adı ercüment içildi
İnaçlıydı,umutluydu
O neler atlatmıştı ne darbeler
Zaman geldi elerine zincirler vuruldu
Ama düşüncelerini engelleyebilecek bir nesne yoktu
..
Yırtık kuş, çığırı kanadında
Salına salına ölüm
Al ile buldu kiralık canı
Varsılın kara mührüyle
Kader olsundu olmasındı
Elinde bir avuç yoklukla
Göç etti adın adın
..