Bir yanım gün güneştir yar, varlığın aydınlık masalım
Bir yanım gecedir, aysa gökyüzüme astığın aydınlığım.
Bir yüzüm aydınlık, göz kamaştıran ışığı nur âmâlığım
Bir yüzüm karanlıktır, yıldız yıldız senli hayale daldığım.
Bir ömrüm bahardır yazdır yar, çiçekleri mutluluklarım
Bir ömrüm kıştır, kendimden göç edip kar buz ağladığım…
..
Ta yetmişli yıllardan beri, siyasileri basından ve televizyondan takip ediyoruz/ediyorsunuz. Her ne kadar o zamanlar çocuk olsak da, yetmişli yıllarda Sayın Demirel, Erbakan, Türkeş, Ecevit ortalığı kasıp kavuruyordu, benim yaşında olanların çoğu bilirler. Şimdilerde ise bir Recep Tayyip fırtınası ve onun çevresinde öbeklenmiş diğer siyasilerin fırtınası esip duruyor. Tabi ki fırtına dediğimizde muhalefetin fırtına liderleri Kemal Bey ile Devlet Beyi de unutmayalım...
Eski zamanlarda haberleri izlemeyi çok severdim ta ki şimdi başımızda bulunan zatı muhteremler iktidara geldikten sonra, bu televizyona çıkma olayını abartana kadar. Şimdilerde ise eskilerin ajans dediği bizlerinde haberler olarak bildiğimiz programlara kıyısından köşesinden bile bakmak hiç içimden gelmiyor desem yeridir. Hele hele siyasi tartışma ya da panel çıktı mı, zaten kumanda, ben düğmesine basmadan bile kanal değiştirebiliyor. Böyle mi olmalı? Bence, tabi ki bu benim şahsi kanaatim, siyasetçiler her gün televizyonlarda görünmemeli, kısaca işine bakmalı, mutlaka yapacak çok daha önemli işleri vardır. Her gün birilerinin açılışına ya da bir toplantıya, tanıtıma gitmeyin artık, memleket sizden çalışma ve hizmet bekliyor. Bakan arkadaşınızın kızının nikâh şahitliğini de sade vatandaşlar yapsın. Ne oluyor yani nikâh şahitliğini bakan ya da başbakan yaptı mı daha mı mutlu evlilik yapmış oluyor evlenenler...
Zaman zaman yabancı dili iyi olup onların değişik kanallarını izleyen arkadaşlarımda var. Onlara sorduğum zaman ''İngiltere Başbakanını, Almanya Başbakanını, Fransa Başbakanını.'' bu kadar sık televizyonlarında görüyor musunuz diye, verdikleri cevap hepsinin aynısı ''Kırk da yılda bir kere.'' Temcit pilavı gibi siyasilerin, (burada hem iktidar hem de muhalefetten dem vuruyorum) televizyonlara çıkıp da hem bir sürü yalanı sıralamasını hem de gözlerimizi boyamasını artık yüreğim ve beynim kaldırmıyor. Bu sebep ile stres ve sıkıntı mı azaltmak için ben de ya komedi dizisi izliyorum ya da değişik kanallarda belgesel programlarına bakıyorum. O belgesel programlarında öğrendiklerim hem de bana bir şeyler katıyor, siyasilerin bana kattığı ne var, kafamı bozmalarından başka?
Üüüüf neler var neler belgesellerde bir bilseniz? Pandaların yaşam biçimleri, beslenme alışkanlıkları. Dünya silah sanayisinin gelişimi. İkinci Dünya Savaşında cephelerde yaşananlar. İstanbul'un tarihi ve turistik mekânları. Müslüman bilginlerin orta çağdan sonra dünya bilimine yaptığı katkılar. Somon balıklarının göç hareketleri. Bir kalemde beş altı tane kayda değer belgesel saydım farkındaysanız. Bunlar daha da çoğaltılabilir tabi ki. Kararlıyım, hem de çok kararlı, ülkemizin başına, halkına tepeden bakmayan daha mütevazı siyasiler gelinceye kadar yaşasın belgeseller. Yaşasın ceylanların çita ile kovalamacaları, yaşasın amazon nehrinin güzellikleri, yaşasın Karadeniz'in çam ormanları, yaşasın caretta caretta kaplumbağalarının yumurtalarını bıraktığı yerler. Allah razı olsun bu hükümetten ve onun başından, bakanlarından, bizleri boğazımıza kadar belgesel kültürü ile haşır neşir yaptılar. Bir ülkenin halkına bundan büyük iyilik olur mu? En derin sevgi saygılar yine...
..
Yüreğimizin
Islaklığıyla
Gül döktük
Diğer kanadımızın yoluna
Kurumayacağının umuduyla
...
‘Oysa göç
..
sana olan duygularım göç ediyor,
sensizleşen yüregimin,cografyasından.
ayrılık resimleri çiziyorum duvarlarıma,
içimde sensizlik korkularını azad edip,
anarşist duygular besliyorum, mavi bir aşka.
Yokluğunu ertele gel, mavi düşler ülkesinin,
maviliklerine…
..
Anılara şöyle bir baktım da...
Yalnızca sen vardın...
Benden
Tanıdık hiçbirşeye rastlayamadım...
Hangi an/ı/larda sana göç eylemiş yürek...
Söylesene
Hâlâ sen de duruyor mu?
..
Yıkıntıların, sıkıntıların arasında sessiz bir kadın
Gün harmanında öksüz düşlerine avutuyor.
Zaman tüketmiş heveslerini, heyecanları,
çığlık çığlığa susuyor.
Başı önde giderken, birer kırlangıç oluyor, mağrur bakışları, acılar diyarına göç eden.
Yenilmişliğin, yanılmışlığın, hiçliğin ortasında
sessiz bir kadın, anıt gibi kalıyor...
..
Ne mekan ebedi ait bize ne zaman sonsuzdur kimseye;
Bu dünya gurbet diyarı insanoğlu bir göçebe...
Hayata dair ne varsa yaşanıp bitiyor bir vakit içinde;
Irk ırk,millet millet insanlar göç halinde...
Kervanlar peşi sıra yürüyor bir bilinmeze...
Zamandan ve boyutlardan müstesna;
Bir yer, bir yer var ki öyle bir yerde;
..
ÇOCUKLAR
çocuklar çocuklar
okşasan
kanatlanıp uçacaklar
düşleri düşer göç yollarına
öpsen
..
Gitmek uzak diyarlara gönüle ilaç olacak aşk-ı diyara...
Gitmek göç etmek ruhu dinlendirecek ruh-i pınarlara...
Gitmek özgürlüğe kavuşmak için ebed-i mekanlara...
Gitmek, sonsuzluk özlemiyle tutuşan ruhu özlemine kavuşturmaya...
ama nasıl gitmek?
Gitmek nihayet, hayat uçurumunun kenarından düşmeden günahlara...
..
Bir rüzgardı seni benden alan.
Alıp uzaklara savuran.
Seni başka diyarlarda yeni bir hayata,
Beni benden kalanla sensizliğe mahkum eden.
Bir rüzgar önceleri ılık ılık eserken,
Sonrası fırtınalarla ayıran ikimizi.
Arkası yalnızlık,
..
Daha fazla göç etmelisin yüreğime.
Vahasını kaybetmiş kervanlar gibi
geçmelisin gözlerimin önünden.
Kum fırtınalarında yitirmelisin
sana duyduğum özlemleri.
Öyle çok gelmelisin ki
melekler bile kıskanıp
..
Göç edecek yer bırakmadılar;
Yüreğinden bir zerre ayır bana
Vatansız, aşksız, yüreksiz kaldım yâr..
Tomurcukları betonla kapladılar;
Gözlerinden bir damla gözyaşı,
Dudaklarından bir kor,
..
Gece ve etrafa dağılmış bir dumanla sarı ışıklar
tenini arıyordu yüzünün
bir de ben,
bir de ben soruyordum
geceyle ararken karanlıkta gölgeleşen esmer yüzünü
ne zaman yanmasa odanın ışıkları
..
Aç gözlülerin ortasında kalmışım
Derman derken de derde dalmışım
Dostlar görün burada nası yanmışım
Değerimi bil dostum altın ile tart beni
buradakiler iş yapmaz hepsi yatıyor
İnsanı savuruyor da uçuruma atıyor
..
Ben yaşlı bir gürgen ağacıyım yol kenarında.
İnsanlar serinlenir dallarımın altında.
Bazen bir damla suyum,soğuk pınarlarında.
Bazen bir sevdayım,
Alev alev yanan aşıkların bağrında.
Bazen bir şiirim,
Aşıklar söyler beni yıldızların altında.
..
Uykuya göç ederken iki gözüm
özlüyorum seni öksüzüm
Türbülans ettikçe ruhum
git gellerine alışamadım sevgilim
kar yağıyor rütbe olmuş omuzlarıma
dik durmam gerekiyor
üniformamı korumam uğruna
..
Cadde ortasında yürüyor tatlı bir kız
Dalgın dalgın uçuşuyor saçları
Beyaz bir kuş misali bürünmüş aklara
Savruluyor hafif ıslığı dört bir yana
Göç eder gibi gülümser gözleri göğe dikili
Sanki göçmen kuşları bekler.
Kasaba yaşlısının gözleri bana kitlendi.
..
Tekerlekten Önce
ayaklardı imge / ayakkabılardı
Ve
Tekerlekten Sonra
nerde bir göç varsa
orda mutlak en az bir çift tekerlek vardı
..
Bu göç yolları zelil zebun
Hasrettir burcu burcu Dobruca'dan,Tuna'dan...
Bu kara toprak
Bağrında bin bir yara
Bahtında bin bir kanlı duvak
Denize koşan o delice ırmak
Ve şu gül vadisi oylum oylum
..
SOKAK
Gecenin ağırlığı sokaklar üzerine gelip oturmuştu.Tek tük parlayan yıldızlar, sokakların çakılı bekçileri olan kaldırım taşlarının renklerini çözemiyorlardı.İkindi zamanı bulutların gözyaşlarıyla bütün caddeler ıslanmış, yer yer su birikintileri gecenin karanlığına dek bu yollarda saklanmışlar ve üzerlerinde misafir ettiği yolcu ayaklara bin türlü eziyetler çektiriyordu. Soğuk bir hava,gecenin yalnız yüzü,hızlı ve telaşlı karanlık adımlar bu sokaklarda cirit atıyordu… Bu kaldırımı ve sokakları arşınlayan adımlardan birisi de Yüzünde yılların yorgunluğu belli olan bu adamdı.Orta boylu,buğday tenli,kahve gözlü ve bakışları bir tebessüm içerse de gözbebeklerinden bir gizemin fısıltısı ve hüznün yansıması yüreklere gelip yerleşirdi.Çok şey yaşamış,çok şey görmüştü. Ruhu ve yüreği genç olmasına rağmen yaşı kırk olmuştu.Yalnızlık onun bir benzeriydi.Kim olduğunu bilerek yürüyen ve hep hesaplaşma muhasebesi içerisindeki bu adam,on beş –yirmi metre uzakta kalan ve ancak köşe başına varınca görebileceği çıkmaz sokağın iç taraflarından gelen avazlara dikkatini çekti.Siyah saçlı,etine dolgun ve gecelere meydan okurcasına kendinden emin bir kadın sağ sola küfürler savurarak bağırıyor, karşısında ve sağ solunda bulunan siyah giyimli birkaç adamla dalaşıyordu.Karanlık sokağın, karanlık yüzleriydi.Yalnızlığını peşinde gölge gibi sürükleyen bu adam,”dünyanın bilmem neresinde,bilmem hangi sokağında böyle gizli yüzler hep kol gezer” diye mırıldanmaktan kendini alamadı.Tek tük parlayan yıldızlar bu sokağa gelince saklanmışlardı.Gökte bir yıldız arıyordu.Bilmediği buydu.buraların semalarında yıldız olmazdı.Buralar hep karanlık hep karanlıktı.Çocukluğundan beri hep hayallar kurardı; hep yıldızlar altında yürür,ışık demetlerini savururdu göklere.alnı açık adamlar selam verirdi.Şimdi hayallerinden yoksun,dipsiz kör kuyuda kalmış gibi gerçeğin tam üzerinde yürüyordu.Bu sokak, benim kaderim olamaz; Bu sokak, bütün iğretilerini bende var edemez,düşünceleri gelip yerleşmişti ki; bu yalnız adamın, birden ayak uçlarına düşen ve renklerin bütününü kağıda bezemiş çirkinliğin resmine gözü ilişti.Bu sokak kirletmemeliydi,incitmemeliydi.Kadir-kıymet bilmezdi bu sokak…Eğildi ve ıslanmak üzere olan bu resmi avuçlarına aldı.Avuçlarında yer yoktu.Yoktu sanıyordu.Yüreğini avuçlarına alır gezerdi.Bir tılsım mıdır? Bir çocukluk hayali midir? Resim kendiliğinden yapışıverdi ellerine.Başını kaldırdı.Sokağın göz görmez ışıksız yamaçlarında bir ay parçası gibi resmin sahibi ışık huzmeleri gibi gözbebeğini iniyordu.Kağıda bütün renkler döşenmiş ve tabiat ananın bütün çiçekleri bezenmişti.Çirkinlik kendini hemen gösteriyor,resimle birlikte Çirkin Ayça ve portakal çiçekleri yalnız adamın avuçlarını yakıyordu…
“Yalnızlık kuvvettir” derdi.Yalnız olduğu zamanlar hep güvendeydi.bu sokak onun yalnızlığını yansıtırdı.Şimdi nerden çıkmıştı bu Ayça…Ay’dan güzel olan her şeye Ayça derdi.Tılsımı bozulmasın diye güzelliğin adını da Çirkin koymuştu.O anda, damarlarına taze kan yürümüştü.Tanrı gökten indirmişti bu karanlık sokağın,karanlık yüzüne bu çirkinliği.Yalnız adamın,bir kez daha burkuldu yüreği.Gönlünün bir yerinde saklanmış vuslat türküleri depreşmişti.Çirkinliğin şavkı gözlerini almış,kaybettiği dünyalarında bir filiz gibi yeniden doğmuştu umutları…Karanlık gözlerin karanlık sokağı birden silinip yok oluyor,artık ona beyazları çizmenin zamanı geldiğini söylüyordu.Yüreğinde yanan ateş onu ısıtmaya başlamış,bu karanlık sokağa artık ışık oluyordu.
-Sana gelirim.Adını yazdım çirkinim.Bu sokakta sana gelirim.Bütün karanlığı avucumda hapseder sana gelirim.Bir bulut akıyor yüreğimden artık korkmam karanlıktan,ölümden,bu seslenişlerle sana gelirim.Sokakta bütünüyle ışıklar yanıyordu artık.Karanlık sokakların karanlık yüzleri,çoktan göç mevsimine katılıp başka başka karanlıklara gitmişlerdi.Bu sokakta,çirkinliğin lambaları yanıyordu.Çirkinlik yağıyor,çirkinlik doğuyordu.
..