çok sessizim, günlerdir pek bağırmadığımı anladım. neden böyleyim biliyorum.
bağıran benden en çok ben korkuyorum. sabah yine hiç acelesi olmadan gelip
duracak kapıma.
'umut ölünce insanda ölür'
sabah kar yağmış ve neden bu zamanı beklemiş biliyorum. kar en çok mart ayına
yakışıyor sanki. sanki zamanın programlı halinin dışında en serseri takıldığı zamanı
mart ayı içinde yaşıyor. şayet böyle ise ve bunu her sene tekrarlıyorsa “o zaman
o da kendini bir programa bağlamış olmuyor mu” diye kendime soruyorum.
aslında hiç umurumda değil, çünkü; kar bu aralar, bu seneler o kadar az düştü ki
yaşadığım şehire, sanki küsmüş gibi, sanki bıkmış gibi, sanki şehirlerde kendi
güzelliğini gösteremiyormuş gibi, en nazlı, en güzel halini yamaçlarda ve uzak
tepe, dağ gibi yerlerde gösteriyor kendini.
kar havalar ısınınca, bahar gelince güzelliğini yitiriyor. bunun o kadar farkındaki,
dayanamayıp acısına ağlıyor. içi içini yerken, acısını hatırlatan havayı
görüp erimesinden anlıyorum. çoğunlukla utanıp saklanıyor. toprakta sıza bildiği
nereyi bulursa oralarda saklanıyor. bazen kendini suya gizleyip yatağını bulup
akıp gidiyor.
eskiden bu kadar baraj yokken, nehirlerle annesi büyük mavi sulara karışıp giderdi.
esir olduğu yerlerde artık daha somurtkan yüzüyle kendisinde olmayan ya da azalan
mutluluğu daha az veriyor çevresine.
“acıya alışır mı” kar bilmiyorum. çocukların ve çocuk kalmış büyüklerin ellerinde kartopu
olması, kardan adam yapılması, üzerinden kayaklarla, kızaklarla kayılması herhalde
ona varlık nedenini bulması işinde faydalı oluyor. birilerinin onun farkında olması belki
erimeden daha uzun süre kalması için çabalamasını sağlasa da, bahar gelince gitmek
zorunda biliyor.
kar üşüyor ve üşüdüğünde gitmek istiyor. sevindirip mutlu ettiği, varlığının büyük huzur ve
mutluluk verdiği insanları kendinden bıktırmamak için eriyip gidiyor. ne kadar güzel bir
düşünce ama ya bir daha dönemezse acaba, bunu hiç düşünüyor mu bilmiyorum.
çok sessizim bugün. hangi mevsimdeyim dışarıya baktığımda anlıyorum. yeniden doğuşun
zamanı geldi. milyon yılın kültürü yeniden doğanın elinden tutup ayağa kaldıracak.
doğa uyanıyor, çünkü; kar üstünden çekip gidiyor. 'bak artık üşümeyeceksin, o yüzden yorgan
olarak bana ihtiyacın yok diyor” toprağa.
toprak tuhaftır, karın bu sevgisini istese de, içinde taşıdığı hayatın büyüklüğü sebebiyle, onun
gidişine çok aldırmıyor. yakında cemreler düşüp de, hava, su, toprak ısınmaya başladığında,
yeni bir sevgili ile yan yana gelecek. o ağır kasvetli gri bulutlar gidince, güneş çıkacak
ardından bunu biliyor.
toprağın sevgisini verdiği rüzgar, yağmur, dolu var. bu kadar sevginin içinde kar tutkusunu
yenemeyişinin sebebi kendininde bilmediği bir şeydir. bunda ilahi bir yan görmesi sebebi
onunla uyuduğu gecelerin sessiz derinliğidir. kimse onları gece vakti bilmez nasıl yarı gün
doğa ananın koynunda karışıp gittiklerini. belkide tutkularının bir meyvesi olsa asla
gizleyemeyeceklerdi o tüm kem gözlerden sakladıkları gizlerini.
“insan aşkın nefesidir”
bugün her şey çok sessizdi. kar eridi gitti ve saklandığı, aktığı yerlerin ona verdiği güvenle
bir süre uyuyacak. belki uykusunda kabuslar görüp uyanacak ve üşüdüğünde onu asıl
ısıtanın toprak olduğunu hatırlayıp, belki yüzünü görmek için sadece yer altından yukarı
çıkacak.
'unutmak kolay değildir, unuttukça insan yarısını yitirir '
kar günlerdir görünmüyor. bazı günler üzerine yağan yağmurun ılıklığına aldanıp kendini ona
bırakıyor. bu ılık sarhoşluğun ona verdiği sıcaklığı görünce, toprağa sırtını dönüyor. toprak karı
en çok sırtından öpüyor. çünkü bir gün gideceğini bildiği karın öyküsünü her yanına işleyendi.
ondandır ki, sızıp içinde kalan kısmına ve nehirlere karışıp akıp gittiği onca yol boyunca ona
hep eşlik etmişti. kar bunu hiçbir zaman bilmedi. kim bilir belki onunda bildiği bir şeydi ama
yüzleştiğindeki kendisini sevmediği için bunu toprağa hiç söyleyemedi. ateşi içinde taşıyan
toprak sırf kar o ateşe dokunup yok olmasın diye çabalarken, onun deli gidişlerine sessiz kaldı.
ne gariptir ki gözyaşlarının kaynağında yine kar vardı.
“yarım kalan aşk değil, insandır”
onların milyon yıldır süren ve kimi zaman hiç bir mevsimin etkilemeden, eritmeden bir arada
yaşadığı o havanın kapalı, güneşin olmadığı, yağmurun kar ve toprağın aşkı arasına girmeden
geçtiği günleri özlüyor. çünkü toprak onu içinde ve dışında yaşatırken geride kalan ve yanında
duran her şeyden uzakta tutuyordu.
'özlemek hayatı koklamak, hayatın aldığı ve verdiklerini hatırlamaktır'
çok düşünüyorum kar, toprak, yağmur ve güneşin birlikteliğini. sanki aralarından biri çekip gitse,
atmosfer yer çekimi yok diye ortadan kaybolsa asıl kıyametlerini yaşayacaklar. o zaman toprak
ve güneşin karşı karşıya kalması toprağın güneşin sıcaklığı sebebiyle kavrulup yok olması
manasına gelecek ki, geçmişte yaşadıkları tüm anıların yok olması manasına geleceğini
düşündüğüm için, onları biri birinden koparmadan yan yana yazımın içine yatırıyorum.
kar küsüyor bahar geliyor diye ve belkide kar hiç görmediği o baharı yaşayamadığını sandığı
için küsüyor. ısrarla ve yeniden inat edip eriyip gidiyor.
bugün çok düşünmekten yoruldum. ağrıyan yanlarımı uykuya biraz olsun bırakmışken,
bu çözülmez bilmecelerin zihnime soktuğu kabusları yaşayıp uyandım. artık kar gibi uyumak
mümkün değil. bahar geliyor ve o eriyip gidecek. yarın ne olur bilmediğimden bu bilinmezliğin
içinde başka öyküleri yazmayı düşünerek sigaramı yakıyorum.
'her şey bir hasretin yeniden yaşamasını anlatır'
elmalar, kiraz çiçekleri, kuzular yakında gelecekler. onları bekleyip karın gittiğini kulaklarına
fısıldayan o tatlı esen rüzgar birden ansızın karla dönecek. kar özlenip özlenmediğini o gün
görüp varlığının sebebini bir kez daha kendi içinde onaylayacak.
kim bilir belki daha sert bir rüzgara denk gelip dolu olarak düşecek ve kendisini özlemeyen elma,
kiraz çiçeği, kuzulara kızgınlığını gösterecek.
'anılar canın yongası'
kar gidiyor ama hüznün sonundaki mevsim geldiğinde dönecek, çünkü bunu hep yaptı.
en çok istendiği ve sevildiği zamana dönmesinin tek nedeni, kendini bildiği o zamandı.
yerin altına sızıp kaldığı o zamanlarda üşüdüğünü gördüğü gün, bilecek ki toprağa kavuşmayı
bekleyen güneş değil, kendisiydi.
sessiz gecelerin söylediği o şarkı rüzgarın karı kollarına alıp gittiği zamanlardı. oysa rüzgar
bir kuytuluk bulsa karı orada bırakıp başka zamana uçardı. kar hep böyle zamanlarda nerede
olduğunun farkına vardığında bilecek ki, toprağın koynunda doğa ananın izniyle uzanıp
yorgunluğunu atmaktaydı. toprağın varlığını bilip sürekli peşinden gitmek istemediği rüzgara
olur olmaz karşı çıkıp, zorbalığı yüzünden paylardı.
her şey var ve kar varların içinde hiç değişmeyen o varla yan yana binlerce kez tekrar ettiği
hayatı yeniden yineleyerek yaşamaya devam edecek. dilimin ucuna gelip düşüncelerimin
cümlelere dönüştüğü bu yerde ölene kadar bu hikayenin izleyicisi ve düşünürü olarak yazmaya
okumaya devam edeceğim. zaman her yanımdan hızlı geçerken neden sessizliğimi alt üst
ediyor bilmiyorum ama kendimce “kendini hatırlatıyor” diyor başka bir zamanda kendisini,
kendine bırakıyorum.
kar kokusu vuruyor burnuma. aylarca bekleyip yeniden geldiğini gördüğümde kartopu
yapacağım. kardan adam yapıp üzerinde kayıp, uzanıp onunla gökyüzüne bakmaya
çalışacağım. şimdilik tek sorun olan zamanda onun eriyip gittiği ve son halini aldığı
sudan bile hızlı akıyor.
“su zamana uyamaz”
>
Zafer Zengin EtnikaKayıt Tarihi : 16.3.2009 02:12:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
“! ” tırnak içindeki aforizmalar denemeleri bu metne aittir. konu metin tamamen doğaçlama olup, bittiği an yayınlanmıştır.
![Zafer Zengin Etnika](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/03/16/gizli-iz.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!