Dedemin bir eski kılıcı vardı, ta Çanakkale Savaşından kalma, aldım elime ’’Gel ulan zındık Korona gel bakalım, bak seni tam ortadan ikiye böleceğim billahi.’’ dedim, demeye de arkadaşım Sinan ’’Oğlum o öyle bir şey değil, onu kılıçla kolay kolay öldüremezsin, hatta kılıç sinek vızıltısı 0’na, O, efsunludur.’’ dedi...
İyi de ne yapalım, böyle bekleyip, içimize girmesine göz mü yumacağız? Bir de beylik tabancam var alsam onu elime, herhalde kaçacak delik arar Korona... Ne dersin Sinan? Sinan da bir alem ’’Tabancayla bıçakla olmaz oğlum olmaaaaaz ben sana hep anlatıyorum ama anlamak istemiyorsun galiba.’’ Anlasam ne anlamasam ne? Anlayana da bulaşıyor, anlamayana da...
Sinan da bir alem ki ne alem, şaşar buna el âlem... Sinan kardeşim, ’’Bunun tek çaresi aşı aşı, kolunu açacaksın, cızzzz diye iğneyi yiyeceksin, sonrada yakalanmadım ve de aşı oldum diye Allah’a şükür edeceksin, bu kadar yani bu olay.’’ diyor da başka bir şey demiyor...
Maskemin altından türkü söyleye söyleye gidiyordum yolda, millet de bana bakıyor, ne yapıyor bu adam diye... Siz de söyleyin bilader, içinizden geliyorsa, dışınıza aktarın. Bir yakalansak Koronaya Allah muhafaza beş on günde ahiretin yollarını tutarız belki de türkü söylemedim ben hiç yollarda diye içimde kalmasın işte, ondan yani başka bir şeyden değil...
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla