Atmosferdeki CO2 miktarı artıyor,karalardaki ve denizlerdeki cıva miktarı tehlike sınırlarını aşmış,okyanuslar ısınmış,buzullar eriyor,deniz seviyeleri yükseliyor,gezegenin kıyı şeridinde yer alan bereketli ovalar deniz taşkınlarının tehdidi altında,eriyen buzullar tekrar donamıyor,milyarlarca yıl doğal süreçler sonucu elde edilen denge bozulmuş,48 enlemden güneye geçen buz dağlarının sayısı 50 sene önce sadece 600 iken bu gün 1000 civarına ulaşmış.
Antertikada Larsen-B bölgesi çökmüş,okyanus sıcaklığı ve kimyasal yapısı gulf-stream yönünü değiştirebilecek kadar değişmiş,beyaz ayılar ne yapacağını şaşırmış,Avrupa kendisini fark ettiği günden beri sahip olduğu yağışlı iklimi kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya,toprak erozyon ile kayıp olmakta,ovalar yeterli yağmur alamamakta,bereketli topraklar cahil yerel yönetimlerin teşviki ile dünyanın her yerinde betonlaşmakta,kış sporları yapmak için Alplerde bile yeterli kar bulunmamakta,kayak merkezlerindeki turist bekleyen otel işletmeleri şaşkın,Orta Asya'nın ünlü iç denizi Aral Amu-Derya ve Suri-Derya nehir yataklarının değiştirilmesi sonucu bitkin düşmüş, göllerimiz kurumakta, sular çekilmekte, dağlardaki temiz su kaynakları birer birer yok olmakta, ovalarda kuraklık her geçen gün artmakta,çaresiz çifçiler yağmur duasına çıkmakta, yağmur yağmayacağını tahmin eden meteoroloji uzmanlarına dahi sanki yağmura onlar karar veriyorlarmış gibi kızmakta,yani kime kızacağını dahi bilememekte,kışlar eskisi gibi soğuk olmamakta,sonbahar geç ilkbahar erken gelmekte,kuşların göç yolları ve zamanları değişmekte,bir çok canlı bir daha geri gelmemek üzere yok olmakta,meyve ağaçları erken çiçek açmakta,çevremiz kendi yaşam sürecinde dahi farkına varabileceğimiz değişimler uğramakta,hastalıklar yayılmakta,denizlerdeki yaşamı tehdit eden yabancıl canlılar türemekte,amipler yok olmakta,yağmur ormanları çıkar sağlamak için tahrip edilmekte,orman yakınlarında kurdurulan yerleşim bölgeleri ormanları yok etmekte,siyaset bu yok oluşu teşvik etmekte,kömür yakan termik santrallerin bacalarından çıkan SO2 ve NO2 su buharı ile birleşmekte asit yağmurlarına dönüşmekte,havadan yağan bu zehire karşı yönetimler palyetif önlemler almakta,problemi çözücü uygulamaları yaşama geçirememekte,büyük sermaye kesimleri bu gidişi teşvik etmekte,iyi niyetli politikacıların ve sivil toplum örgütlerinin gelişmeler karşı yürüttükleri girişimler sonuçsuz kalmakta,açlık her geçen gün artmakta,dünya nüfusunun hemen hemen dörtte biri henüz elektriği tanımamakta,yeterli temiz su içememekte,kolera tifo gibi önlenebilir hastalıklar milyonlarca insanın ölümüne neden olabilmekte:
Bir buzul kütlesinin üstüne tünemiş ve ne yapacağını şaşırmış sevimli kutup ayısının çaresizliği insanlara sirayet edecek mi?
Ekonomik değer üretmeyi toplumların mutluluğu için tek seçenek olduğunu Dünya'ya dikte eden liberal ekonomilerin,gezegenin başına ne işler açtığı ortadadır.Beş milyar yaşındaki gezegenimiz,yaşanabilir olma özelliğini her geçen gün yitirmektedir.Son 30-40 senedir, büyük kentlerimiz cevresel ve sosyal kirlenme ile karşı karşıya bırakılmış, çağların değişimine tanıklık etmiş soylu İstanbul sonradan görme cahil bir kıro takımının işgaline uğramış,kanunlara saygılı devletine güvenen vatandaşlar için yaşanamaz bir kent haline dönüşmüştür.İstanbul'un kaderini Türkiye'nin de paylaşması uzak bir ihtimal değildir.Bu çarpık gelişmeler küreselleşme politikalarının ülkemize yansımasının sonuçlarıdır.Artık sade vatandaşların bu oyunu görme ve kendi çıkarları için tavır alma zamanı gelmiştir.Üretim ve tüketim çılgınlığına,gezegenimizin doğal kaynakları daha ne kadar dayanabilir? Bütün bu olgular Dünya'nın aklını kaçırdığı anlamına
..
seni tanımadan yazdık çoğu zaman,
seni tadamadan ağzı yandı çoğunun,
kah bir Eylül sonu oldun
kah Cumartesi sabahı
Kimisi şiire kattı seni sualsiz.
kimisi kaşlarını çizdi seni görmeden!
Ve sen hep yanılttın bizleri
..
Vefalı Mavzerimi
Yastığımın altına Koy,
Olaki;
Dağ Başını Gene Duman Alır...
Kur'an'ımı Sar Bayrağıma
Baş Ucumda İsterim,
..
1299 -OSMAN GAZİM DEVLET'LÜM
Ertuğrul gazi babası
Birlik olmaktır çabası
Hayme Hatun can abası
Kundağa sarmaya geldi
..
Bir kız sevmiştim
Senin adında
Soyadında oturuyorduk
O zaman
Karşıyaka’da
Şimdiye kadar
Sana söylememiştim
..
Sen gazı seviyorsun çocuk
Seviyorsun ama söylemiyorsun
En önde gidişinden anlıyorum.
Ellerinde karanfiller
Sanki sevdiğine koşuyorsun
Ya da bana öyle geliyor.
..
Eğer bu anket doğruysa,
Boşa çektiğimiz yazıklar.
İyice yağlasınlar bari,
Dışarı da kalmasın kazıklar.
Onlar alır beleş kontur,
Her şeyi kendine yontar.
..
üstünde ne gümbetin mahberi,ne ezanın şahitliği
karla kaplı üstüme örtülen toprak,
soğuğu, ayazını boş verde..
beni bu ülkeyi satanlar üşüttü...
yediğim kurşun helal olsun,ölmüşüm ne gam
bu aziz vatan uğruna
gazi olmuşum,şehit olmuşum boş verde...
..
İnsanlar var; Ege’de, Akdeniz’de;
Her gün bir başka çayda; bir başka partide,
Yine de mutsuzlar; her bir şişede, her bir kadehte.
Birileri altta; birileri üstte;
Lafa geldi mi sosyetenin dilinde;
Yer edinilir toplumda, işçiye biraz değinilince.
..
Var mı daha güzeli?
gıdığı en ekşisi
gazı çıktıysa eğer
hayat boşmuş
yalanmış dersin gerisi
çıkardığı ilk sesi
hayata verdiği tepkisi
..
Pir sultan abdal'dan ozan'ın dil'i,
Ömer'den miras kalem yazan el'i,
Yılanı dost yalanı düşman bilir,
Yüreği ise Hacı Bektaş Veli.
Gün olur kara çadırdan seslenir,
Varır Köroğlu gürzünden beslenir.
..
Fenerler yanıp sönüyor ve alışılmadık buzul gecelerinden
Kim çaldırıyor telefonunu silgili kalemin / şiirini yol ederken neden açılmaz kapı
Ateş külle değişiyor yerini / bacası yıkılıyor üstüne bileklerin / dil dökümü üşengeç bir sedir
Seslenilen mendirek sağır / atölye bahçesinde kurumuş dut gölgesi / küt gamzelerde yalan
Çapraz ifade özetlerinde pusula / hükümlüsünü arayan nevrotik saat meydanı
Ne ki topluca sünnet ettirilecek pastorlirikler derken perdeleri çekilecek hiçbir şeylerin hepsi
..
Gazi Acildeyim,
yine hastane önünde.
İnsanlar çaresiz koşturmada.
Kulaklar dikkatli, diller isim saymada.
Sanki Piyangodan ikramiye çıkmış,
Ne şanslı ismi okunan.
Dr. teşhisi koymuş gidebilirsin.
..
Anadolu'da babalar analar ağlıyor.
Padişah satmış Vatanı keyfine bakıyor.
Ingiliz, Fransız, Italyan ve Yunan askeri,
Vatanımızda bölge bölge kol geziyor.
Gecenin karanlığı, bittiği o günde.
Gün ağarırken, güneş doğarken göklerde.
..
Bana kalsa çoktan sönerdi fenerin
Lakin solundukça hava
Alev olur bıraktığın kutsal emanetin
Büyür içimde yüreğime ektiğin kor kor özlemin
Eğdim başımı hadi zafer senin
Sen gazi ben bu cengin şehidiyim
..
Çanakkale’nin Ecabat İlçesi ile başladı bu kısa ama kutlu yolculuğum… İçimde bir garip hüzün, burası sevgililerin diyarı.. Arıyor gözlerim onları. Onlar ki Çanakkale’nin ab-ı hayat sunan toprağında saklı. Çanakkale bir kutlu şehir… Etekleri Asya ve Avrupa’ya savrulmuş.65 kmlik boyuyla adeta bir selviyi andıran, çıkan orman yangınlarına inat hala yeşil gözlü kalan ve ötesine birleşiyor Ege ile Marmara iki sevgili heyecanıyla dalgalanan… Yukarıdan bakınca daha bir coşkun akıyor suları Marmara’nın, Çanakkale mi susamış; yoksa bağrındaki atalarım mı? Bu şehirde cesaret kaplıyor içini insanın. Bu topraklar benim demek geliyor içimden, bu topraklar atalarımın! Kilit Bahir köyüne doğru yol alıyoruz. Burası boğazın en dar yeri. İstanbul’u Ceneviz ve Venediklilerden korumak için iç içe girmiş iki kale dikilmiş. Sevgiyi, gücü temsil eden ve hatta kalbi andıran bir çift kale. Her adımda başka bir dünya. Evet binlerce dünya tek bir şehirde. Ötesinde Kaşıkçı Dede’nin kabri çıkıyor karşımıza Ne mübarek bir zatmış Kaşıkçı Dede. Bir testi suyla sulamış bütün alayı, menkıbelerde adı geçermiş bir de. Ölmemiş o, bakmayın yeşillerle bezeli kabrine.
Dar sokaklardan geçiyoruz… Solumuzda bir kale daha, iç içe 7 katlı bir abide adeta. Dışındaki avlu yonca yaprağı şeklinde. O kadar muazzam ki duvarları merdiven işlevinde. Biraz ileride Namazgah Tabyası… Buralar Mehmet’lerimizin mekanıymış bir zamanlar ve bir de kır atların.. Yerin içinde bir dünya gibi Namazgah… Bir ölmek için çıkılabilir yukarıya… Seyit Onbaşı’nın anıtına doğru ilerliyoruz. Garip bir havası var buranın. Adeta büyülüyor sehhar bakışlarıyla insanı. Belki de ilk gelişim sebebiyle olmalı… İçimden yazmak geliyor her şeyi. Her köşede bilinçli bilinçsiz insan kalabalığını. Maviyi, yeşili, kahverengiyi tüm renkleriyle Çanakkale’yi. Seyit Onbaşı’nın anıtının üst tarafında Mecidiye Tabyası var. Şimdi savaş meydanına gitme vaktidir. Kuin Elizabet Gemi’si bir yara alıyor. Bizden bir ses yükseliyor “Tekbiiiiirr! ! ! ! ! ” O öfkeyle Mecidiye Tabyası’na ateş yağdırıyor kafir! Yerle bir dağ taş. Canlı cansız! Cephe damsız… Yıkıntının altında yıkılmamış bir yürekle bir baş: Seyit Onbaşı! Başında Ali asker kurtarıcı. Bakıyor, çaresizlik sarmalamış tabyayı. Barınamaz çaresizlik tekbirle bir! Haydi Seyit çek besmeleyi ve cihada gir. Bir hamleyle kalkıyor, top ateşleyecek; topu kaldıramıyor ateşleyici. Bir tekbir daha çekiyor imanla yürekten. Ali Asker’e dayan diyor sırtlayayım topu. Zahirde artık iman ve Seyit Onbaşı’nın sırtında 275 kilogram. İlk atışta denk düşmüyor top.Haydi bir daha sırtlan Seyit Onbaşı. İçinci atışta vuruyor gemisini kafirin. Sendeleyen gemi mayınlara çarpıyor ve gömülüyor durgun sularına denizimin… Bir ödül vermek gerek diyorlar sana Seyit; iste altın, para, pul, mal, rütbe… İstemem diyor, vatanım kurtulsun, kafir kovulsun yeter! Sonunda razı ediyorlar bir ödül almaya. Peki diyor bir somun ekmekle aç kalıyordum, iki somun ekmek verseniz yeter. Veriyorlar… Herkes tek somunu bitirmiş ona bakıyor. O ise somununu parça parça edip can dostlarına sunuyor. Ve dir daha iki somun ekmek almıyor! Seyit Onbaşı’yı dua ve onurla anıp ilerliyoruz.
Bir yokuş çıkıyoruz etraf yemyeşil.. Burası insanın aklına en güzel anılarını getirecek cennet misali bir şehir.. Çanakkale… İlk bakışmamız bu ilk yürek atışmalarımız seninle. O elif gibi dosdoğru, bense binlerce genç gibi kamburlu. Yine de kan çekiyor.. Öyle ya ayaklarım atalarımın kanıyla beslenen bir toprağa basıyor! İleride bir ağaç topluluğu çarpıyor gözüme. Dua eden bir eli andırıyor uzaktan. Nasıl muazzam bir şehir ki, her kareye bir mana yüklemek istiyor insan.. Anlatacak çok şey var. Her köşe başında bir jandarma. Onları görünce aklıma takılan bir soru var: Koruyuculuğunu yaptıkları yiğitler kadar, sorsam kararlı ve imanlı mıdırlar? Ötede bir şehitlik ve önünde birkaç jandarma. Hastaneymiş burası bir zamanlar… Mal, can, namus, vatan kayarken ellerinden göğsünü siper etmiş Türk askeri. Böylece şehitlik haline gelmiş Çanakkale’min hastaneleri..
Birinin adı Mehmet, Kınalı Mehmet; Namıdeğer İsmail. Bir diğeri Ali, kursağında kalmış Zeynep’inin hayali! Bir öteki Osman, bu anasından ilk ayrılığı daha yirmisine basmadan… Onlar tarih yazdılar, kendi yazgılarının mezarına! Ve bizler bu anlamlı cümle içindeki belirtisiz nesneler gibi okuyoruz mezar taşlarını, anıyoruz o anılası adlarını….
..
Enerji yakıtı, ideal olabilmesi için aşağıdaki koşulları sağlamalıdır:
· Kolayca ve güvenli olarak her yere taşınabilmeli
· Taşınırken enerji kaybı hiç veya çok az olmalı
· Her yerde, örneğin, sanayide, evlerde, taşıtlarda kullanılabilmeli
· Depolana bilmeli
· Tükenmez olmalı
..
Yıllardır bu köşede yazdığım konuların dışına çıkıyorum bu sayı, hem bilincim hem parmaklarım istiyor bunu. Bugüne kadar edebiyatın konularıyla, sorunlarıyla, kitaplarla daha çok romanla ilgiliydi buradaki yazılar. Bağımsız ya da birbiriyle ilintili değiniler olduğu gibi tek parça “deneme” de yayınlamıştım bu köşede ama bu yazı, yazıyı kaleme aldığım gün, saatler, başka alana bir “sıçrama”ya neden oluyor! Yine de edebiyatla ilgi kurmaya çalışarak...
2 Haziran, İstanbul, öğleden sonra
Hiç tanık olmadığım bir eylem, büyük bir gösteri; üstelik günlerdir. Aslında bu yazıyı yazmanın başat nedeni bu olsa da, yukarıda sözünü ettiğim sıçrama’nın tikel nedeni şu: Göstericilerin bir kısmı, belediye çalışanlarıyla birlikte, önceki gün alanda kalanları temizliyor; tabii ki Gezi Parkı’nda da! (Bu arada da birileri hâlâ “Atatürk’ün askerleriyiz” diye slogan atıyormuş!)
..
AÇILIM MI DEDİNİZ?
Barış kelimesi, savaştan da kavgadan da kandan nemalanan vampirlerin ruhundaki karanlıklardan da efdal ve sevimli bir kelime. Lakin son günlerde şehir merkezlerinde yaşanan bombalı molotoflu saldırılar ve gördüğümüz feci manzara beni bu şiiri yazmaya mecbur etti.
Bir gazi olarak, teröröün acısını ruhunda, bedeninde ve en yakında aile içerisinde can evinde yaşamış biri olarak akan bu kan dursun diyorum.
Ama bu şirret ve zalimlikte sınır tanımaz heriflere, dağdaki, şehirdeki ve meclisteki teröristlere anladıkları dilden konuşmaktan başka çare bırakmıyorlar.
..
Yiğitler yurdunda çakallar geziyor,
Tarih bu acı günleri maalesef yazıyor.
Gazide diş gösterip,Vanda havlıyor,
Uyan Mehmedim uyanda gel,Sancağa.
Leşler sarılıyor renkli bezlere,
Gözdağı verdigini sanır bizlere,
..