Mülûk-i ‘âlemün ser-tâcı sultân Ahmed-i gâzî
Ki gerd-i âstânı bâ’is-i zîb oldı şâhâna
O şâh-i şevket-âyîn-i cihânbân-i mu’azzam kim
Şeref virdi vücûdı hânedân-i âl-i ‘Osmâna
Hudâvend-i ‘adâlet-kîş ü şâhenşâh-i hayr-endîş
..
Âsaf-i hân Ahmed-i gâzî vezîr-i bî-nazîr
Kim refâh-i kevne bâ’isdür vücûd-i nâfi’i
Hazret-i şâhenşehün dâmâd ü sadr-i a’zamı
Zıll-i Yezdânun çerâg-i pür-fürûg-i sâtı’ı
Sâhibü'l-hayrât İbrâhîm paşa kim odur
..
Şehenşâh-i cihân sultân Ahmed hân-i gâzî kim
Vücûd-i bî-nazîri mülk-i dîne oldı pîrâye
Yegâne-pâdşâh-i bahr ü ber hâkân-i ‘adl-âver
Cihânbân-i muzaffer tâcdâr-i âsmân-pâye
Hıdîv-i mesned-ârâ-yi mu’allâ-hâne-i ikbâl
..
“Susurluk” ismi su sığırından geliyor
“Manda” demek yani
3 Kasım 1996`da
Susurluk yolunda
O iblis Mercedes`in
Masum kamyona çarpmasıyla
Gazi tarafından vaktiyle
..
Sakarya'da ebedilik sırrına eren
Kahramanlar arasından geçiyor tren.
Hatırasız harabeler önünde durup
Duyuyoruz ruhumuzda hazin bir gurup.
Sonra yine tiren sesi, yine yolculuk,
Her saniye karşımızda başka bir ufuk!
Ey bu yolda sıralanan gazi tepeler!
..
Gene on beş sene evvel gibi Gazi geliyor,
Gene on beş sene evvelki kadar yükseliyor.
Gene başlarda oturmuş, gene göklerde başı;
Yıldırımlar gene bir eski silâh arkadaşı.
Ölümün bitmeyen ufkunda yatarken gene sağ;
Bir avuç toprak olurken gene yüksek, gene dağ.
Gene bir memleketin satveti bir tek emeli.
..
Onu tarihe sorun, yoktur eminim bir eşi,
O güneş yüzlü, güneş sözlü, güneşler güneş!
Sözü halkın dilidir, gözleri hakkın ateşi,
O güneş yüzlü, güneş sözlü, güneşler güneşi! !
Yurdu sarmıştı karanlık, onu yırtıp atan O.
Soğuyan kanlara bir başka hararet katan O.
Kararan gözleri bir lâhzada aydınlatan O.
..
Şah olan gedaya eylemez cebri
Ama şahtan şikayetim çok benim
Beytullah gönlümün içine girdi
Bundan sonra kuldan davam yok benim
Kalb-i geda Yaradana gereksiz
Olsa idi yaratmazdı direksiz
..
yetiniyorum seslerin bıraktığı izlerde dolaşan hayaletinle,
ağaran günün içine yetişmek isteyen bir yolcuyum
defalarca eriyor ve tekrar katılaşıyorum bu göz yangınında
lastikleri yanan bir arabadayız: sen, ben ve hadisemizdeki mücevher!
arka arkaya fırlatılan iki havai fişek gibi çarpıştık
gökyüzünde;
..
Kalktı yelken eyledi Murat Reis,
Baş başa düşmana varırım demiş.
Vaktinize hazır olun gaziler,
Ya ser verir, ya ser alırım demiş.
Biz şaşırttık ol düşmanın yolunu
Kimse bilmez gazilerin halini,
..
Yazın geldiğini neden bileyim
Bülbül dikendedir güller daldadır
Eyyup'un teninde iki kurt kalmış
Biri sar'ibrişim biri baldadır
Ali din uğruna sancağın açtı
Dini bütünleri ayırdı seçti
..
Tîguñ içürdi düşmene zahm-ı zebânları
Bahs itmez oldı kimse kesildi lisânları
Gördi nihâl-i serv-i ser-efrâz-ı nîzeñi
Ser-keşlik adın anmadı bir dahı bânları
Her kanda bassa pây-ı semendüñ nisâr içün
..
Ey vatandaş, Türk yavrusu büyüdü,
Kahramanca çalış koş yardımına,
Atan gazi aslın şehit öğüdün,
Vatan ihtiyaçlı, genç yardımına.
Sana emanettir sevgili vatan,
Sancak milletimin demişti ATAN,
Sivilde kahraman, ordu da arslan,
..
Dâimâ fikrimde zikrim ya Muhammed yâ Ali
Gönlümün evinde şükrüm yâ Muhammed yâ Ali
Kendi özün tanıyamaz seni yakin bilmeyen
Âlemin âyînesisin yâ Muhammed yâ Ali
Kalmışam zulmet içinde sen inâyet kıl bana
Men günahkârem günahkâr yâ Muhammed yâ Ali
..
Hünkâr Hacı Bektaş'ın talibiyim ben
Değilim Abdalı Aksarayi'nin
Şems-i Tebriz gibi galibiyim ben
Mevlevilerdeki "def ü "nay"inin
Çok küheylan kuyruğunu düğerim
Şah-Merdan Ali'ye boyun eğerim
..
Gönlüm bulandı da çıktım dağlara
Gönlüm eğlencesi dağlar merhaba
Aktı didem yaşı döndü çaylara
Çeşmim berketi çaylar merhaba
Yürüyen duvara dur dedi durdu
Nişan kalsın deyu belini verdi
..
tomalara gelesice
biber gazı yiyesice
gezi gezi diyesice
bilen hakla bilir seni
polislerin dövesice
zulme dört nal sövesice
..
filistin ağlıyor israil bombaları devam ediyordu heryer kana bulanmıştı heryeri barut kokusu kan kokusu sarmıştı toz dumana karışmıştı herkes çığlık çığlığaydı ellerine aldıkları herşeyi fırlatıp atıyorlar çaresizce savaşın ortasında can çekişiyorlardı o halde iken bile ağızlarından düşmeyen sadece iki kelime vardı allah peygamber diyorlardı susmaksızım bir an durakladı herkes gözlerine ilişen bir genç filistin askeri vardı bu genç şiir okuyordu ama öyle mısraları vardı ki herkezin kulaklarının pası siliniyordu adeta can çekişiyordu kanıyordu yarası durmaksızım ama onu hissetmiyordu bile ama az bir zamanı kalmıştı bunu o dahi herkes biliyordu sonra duraksadı gözüne bir çocuk ilişti ürkek adımlarla ona yaklaştı başını okşadı ağlama dedi bu da bitecek birgün güleceksin yalvarıcasına ağlama ne olur ağlama diyordu çocuk ona sordu peki sen neden ağlıyorsun gidiyorum çok az bir zamanım kaldı rabbime gidiyorum belki sizlerde geleceksiniz işte o zaman güleceksiniz şimdi sil gözyaşlarını üzme beni ne olur o küçük kızla sohbet ederken herkes savaşın o acımasız haline geri dönmüşlerdi işte genç filistine en derin hişlerile yazdığı şiiri okuyor filistin ağlıyor filistin ağlama sen sil gözyaşlarını birgün savaş bitecek kanlar dinecek bomba seseri susacak umudunu kaybetme güneş senin içinde doğacak senin de umutların yeşerecek ağlama sen gözyaşlarını akıtma kan kokusu artık koklamayacaksın acılar sona erecek birgün seninde yüzün gülecek artık kanlar akmayacak yürek acıları dinecek gözyaşları sona erecek artık feryatlar da sona erecek ey filistin sen yeterki umutlarını yitirme... şahadet getirerek can verdi oracıkta küçük kız ağlamıyor çünkü söz verdiği için alnından öpüyor abisinin ben de gelicem yanına bekle beni diyerek o da savaş alanına karıştı savaş şiddetle devam ediyor filistin kanlara bürünmüştü o kanlar bizim şehitlerimizin kanıydı onlar filistin için kanıyla canıyla savaşıyorlardı bir yandan filistin bayrağı sanki gururlanıyormuş edası ile dalgalanıyordu filistinliler şehitlerimize ağıt yakıyorlardı onlar hiç güneşi görmediler ezan sesleri duyulmuyordu bu şehirde bu şehrin insanların kulaklarını pas tutmuştu oranın çocukları oyun oynamıyor gerçek oyunlarını sergiliyorlardı o çocukların kulaklarına eğlenceli şarkı sesleri değil onlar silahlarla oynuyordular hayatın gerçeklerini görüyorlardı hayat onlara çok acımasız geliyordu gözleri kan bürümüştü düşünceleri kinle dolmuştu karanlık çökmüştü düşlerine sevgileri nefretle dolmuştu bu çocukların filistin işkencelere devam ediyordu israil askeleri onları esir almış işkence ediyorlardı esirlerin içinde bir genç vardı ki onlara yenilmiyor baş eğmiyordu ama birşey vardı ki o acıyı hissetmiyordu bedeni buz gibiydi çok üşüyor ve dudakları titriyordu ruhunun bedeninden çabuçak çıkmasını diliyordu esirlerin gözleri ona çevrilmişti ibret olsun diye ama o bedenini hissetmiyordu ki kalbi buz kesilmişti yinede direniyordu dudakları ölüme susamıştı canı bedeninde çıkmak bilmiyordu ölmek bu acılardan kurtulmak istiyor biliyordu ki ölüm tek kurtuluştu onun için hissediyordu son nefesini vermenin zamanı gelmişti israil askerlerinin yaptıkları karşılığında tek kelime etmiyor ağlamıyor yalvarmıyordu bile herkes bu gençe hayranlıkla bakıyordu ve işte azrail gelmişti genç israil askerlerinin yüzüne ve orada bulunanlara son kez baktı ve kelimeyi şehadet getirerek vefat etti filistin durmadan can veriyordu durmadan kan akıyor geceleri gündüzleri gündüzleri ise geceleri olmuştu rüyalarında bile savaşı görür olmuşlardı taki uyurlarsa uyumuyorlardı ki onlar hep savaştılar yılmadan bıkmadan yorulmadan savaştılar çocuk çoluk yaşlı genç kadın hepsi savaşıyorlardı ellerin de hiç bir şey olmadan filistinliler diri diri yanmaktaydı kucakakları sevgiye hasret kaldı onlar savaşın içinde büyüdüler sevgiyi hiç tanımadılar bile gözlerinde sevgi yerine acı ve keder vardı heryer cesetlerle dolmuştu cesetler bütün değildi bedenler bir tarafta başlar ve kollar bir taraftaydı bu nasıl kindi nasıl nefretti bu filistinliler adeta israil askerlerine saldırıyorlardı ne çareki hiç bir şey yapamıyorlardı onlara karşı ama onların imanları vardı onlar yanlız değildi israil askerlerin cephaneleri vardı kılon komutan yanındakilere emir veriken filistinin bir kısmını kendi tarafına çekmişti kılon komutan çok zalimdi filistinlilere işkence ediyor kimisinin kollarını kopartırıyor başlarını vurduruyordu filistin yine yenilmiyor teslim olmuyor israil askerlerine teslim olmaktansa ölümü tercih ediyorlardı bir gün acıları bitecekti buna bütün kalpleri ile inanıyorlardı yürekleri sızlıyordu onların yaşadıklarına yılar geçiyor filistin yok olmaktaydı ölümler artıyor kılon komutan işkençelerine devam ediyor filistini kan gölüne çeviyor esir aldıklarını da öldürüyordu zalimce hiç gözlerini kıpmadan arkalarından da kahkaha atıyor cesetlere tekme atıyor gülmeye devam ediyor filistinliler ona kinle bakıyordu melisa kılon komutanın yüzüne öyle masumca bakışı vardı ki kılon komutan küçük kıza kinle bakıyordu melisa yanında şehit olan askeri düşündü filistin için şiir okumuştu kendisine söylenenleri aklına getirdi ve onu çok özlüyordu çok sevmişti filistin çok yanlız kalmıştı istanbul da bir genç vardı askerliğini filistinde yapacaktı yusuf çok seviniyor o insanların yanına gidiyordu 3 gün sonra uçağı kalkıyordu hazırlıklar da yapılmış gün çabucak gelmişti.yusuf gideceği gün çok heyecanlanıyordu ama tek başına yolculuk yapmak ona zor gelicekti öyle değildi ama onun yanında yaşlı bir adam yer ayırtmış.Yusuf ailesiyle vedalaştı gözyaşları aktı artık zaman gelmişti yusuf yerini almıştı.bir yandan ailesiyle ayrılııyor diye çok üzülüyor bir yandanda filistin için savaşıcak diye huzurluydu.yusufun uçağı kalkmıştı yusuf için yolculuk başlamıştı artık... yanındaki yaşlı dedeyle tanıştı dedeye gazi diyorlarmış yusuf ise ona gazi dede demeye başlamıştı gzi dede askerliğini çanakkalede yapmıştı yaşı ise doksan altı idi.çok hasttaydı belkide bu yolculuk ona iyi gelmiyecekti.yusuf gazi dedenin haline çok üzülüyor ve ağlıyordu gazi dedenin hayatı yusufa dokunmuştu yusuf daha yirmi yaşındaydı gazi dede iyi değildi tek başına yolculuk yapıyordu bu hayattanda çok yorulmuştu.yusuf onu yanlız bırakmıyordu hep sohbet ediyor hayatını dinliyor gazi dedenin çocukları ona hiç bakmıyorlarmış gazi dedenin yolculuğu çok zor geçiyordu.yolun sonuna geldim diyordu yusufa, yusufun gözleri dolmuştu gözlerinden iki damla yaş süzülmüştü yusufun çok yufka bir yüreği vardı....gazi dede sanki son nefesini vermeye hazırdı yusuf farkına varmıştı ama elinden bir şey gelmiyordu gazi dede yusufa baktığı zaman kendi oğlunu görüyormuş gibiydi ama yusuf onun için daha yufka yürekliydi artık iyice yolculuğu zorlaşıyordu gazi dedenin, böylece zaman geçiyordu yusuf uçağın camından dışarıya dalmıştı cam buharlaşmıştı yusuf eli ile camı silmeye başladı hava karlıydı çok kötü bir hava vardı. yusuf dışarıyı seyrediyordu gazi dede ise dinlenmekteydi.hep uyuyordu.yusuf merak etmişti onun düşünüdüğü başkaydı endişeye kapılmıştı yusufun yolculuğuna az bir zaman kalmıştı.filistini hiç aklından çıkartamıyordu hep onları düşünüyordu.saat ilerlemişti. yusuf gazi dedeye bakmak için ilkilerek yerinden kalktı.gazi dedeye bir dokundu bedeni buz gibiydi.yusuf hemen elini çekti inanamıyordu donup kalmıştı dili tutulmuştu.öylece yerinde kıpırdamadan neler olduğunu anlamaya çalışıyordu ve anlamak çok zordu.çünkü uyuyor gibiydi ama vefat etmişti.yusuf çok şaşkındı gazi dedeyi burda böyle bırakamazdı bir şeyler yapmalıydı çünkü o yanlızdı hiç kimsesi yoktu ama nasıl.? ? onun bir görevi vardı.yolculuğunu tamamlamalıydı.kendi için ve filistin için filistine çok üzülüyordu yusufun yolculuğu az bir zaman kalmıştı gazi dedeyi birisine teslim etmesi gerekiyordu ve cenazesinin kaldırılması lazımdı yusuf gazi dedenin başından ayrılmıyordu.yusuf hala kendine gelememişti çünkü ilkez bir cenazenin başında bekliyordu yusuf etrafına bakıyor ama o bakış inşanlaradı kinle bakıyordu onlara hiç gelip demezlerdi bu insanın neyi var hasta mı hiç dömüp bakmıyorlardı bile yusuf gazi dedenin yüzüne bakıyordu gazi dedenin yüzünde nur vardı yusuf hayran hayran seyrediyordu onu ve gözyaşlarını döküyordu o an bir yolcu sorar evladım niçin ağlarsın yusuf bir cevap vermez bu sesin sahibine ahmet bey tekrar sorar evladım sen neden hıçkıra hıçkıra ağlıyorsun yusuf başını çeviryerek sesin geldiği yere bakar karşısında orta yaşlı eli veya kırk yaşlarında adam belirmişti ahmet bey yusufa biraz daha yaklaşır ve dizlerinin üstüne çüker bir daha sorar bu yaşlı amca senin neyin olur yusuf hiç diyebilmiş o an orası sesizliğe bürünmüştü hiç kimseden ses çıkmıyordu herkes nefes nefeseydi herkes yusufun bir kelime etmesini bekliyorken yusuf ona gazi derlermiş çanakkalelimiş askerliğinide orada yapmış bana anlatırken öyle güler yüzle anlatırdı ki ben ise onu can kulağı ile dinlerdim.ahmet bey yusufun söylediklerinin can kulağıla dinler yusuf gazi dedenin hayatını ahmet beye gözyaşları için de anlatırdı öyle içli anlatırdı ki sanki gazi dedeyi uzun süredir tanıyor gibiydi yusuf ahmet beye herşeyi anlatır yusuf bir türlü kendine gelemez hıçkırıklara boğulmuştu ahmet bey gözyaşlarna yenilmışti saatler geçiyor ahmet beyin yolculuğu bitmişti yusufa söz vermişti gazi dedeyi o alıcaktı cenaze namazını kıldırıcaktı duasını edicekti yusufun içi çok rahatlamıştı öyle bir içini çekti ki ciğerlerinden nefes alıyordu sanki yusufun yolu ahmet beyin yolu aynı tarafa düşüyordü zaman gelip çatmıştı yusuf kendi yoluna ahmet beyde kendi yoluna devam etmekteydiler ahmet bey yoluna gitmişti yusufta ucaktan inmişti yürümeye başladı yollar yıkık tüküktü insanlar bir kuşuşturma halindediler kimisi de feryat ediyor kimişi ailesini kotamara çalışıyor yusuf ise durmuş insanlara baka kalmıştı
..
Bakkal Gazinin İntikamı
Bir zamanlar evlerin üst üste değil, yan yana yapıldığı, kapıyı açtığında komşusunu görüp selam veren, hal hatır soran, bir birini çaya, kahvaltılara, yemeğe davet eden, tenceresindeki aşını bölen, hastasını kendi hastası, ölüsünü kendi ölüsü gibi bilen insanların yaşadığı bir mahalle varmış. Bu mahallenin muhtarı, her şeyi bilen, danışılan akil adamı, dükkânı adres verilen, herkese veresiye verip ama parasını bazen hiç alamayan, benzen geç alan, ama yine de kimseden bir şey esirgemeyen, çocuklara şekerleri çoğu zaman bedava veren Gazi adında bir bakkalı varmış. Mahalleli hem birbirleriyle hem de Bakkal Gazi ile gül gibi geçinip, mutlu bir şekilde ve birbirlerine destek vererek yaşarlarmış.
Bakkal Gazi bir gün dükkânın önünde sigarasını tellendirirken, çocukların ellerinde bayramda el öperek topladıkları para ile geldiğini görür. Bayram yeni bittiği için, çocukların şekerden bıkmış olacağını düşünmüş ve çocuklara dağıtmak üzere bir kutu sakız almak için içeri girmiş. Dışarı çıktığında çocukların dükkânı geçip gittiğini görmüş ve arkalarından “nereye gidiyorsunuz” diye bağırmış. En arkada kalan zayıf çelimsiz küçük çocuk “aşağıya yeni bir dükkân açılmış, her şey varmış, merak ettik bakmaya gidiyoruz Bakkal amca” demiş. “Kim açmış, sahibini tanıyor musunuz” diye sormuş Bakkal Gazi, çocuk ise “Migiros mu mikrop mu öyle bir şeymiş adı” deyip hızla uzaklaşmış. Bakkal Gazi, “bu da nerden çıktı şimdi, bu mahalleye bir dükkân yetiyordu, başka yer mi yoktu” diye söylene söylene dükkânı kapısını bile kapatmadan çocukların peşlerinden gitmiş. Gitmiş ama ne görsün, Migiros öyle bir dükkân açmış ki, kapıları bile kendi kendine açılıp kapanıyor. Camdan içeri bakıyor, sadece şeker ve sakız yokmuş, domates, sigara, içki, kap kacak, giysi bile varmış. “Herkes kendi kısmetini yer” diyerek dükkânına dönmüş.
Artık mahalleli Bakkal Gazi’nin dükkânına sadece ekmek ve postacının getirdiği mektupları almak için gitmeye başlamışlar. Ay sonlarına doğru paraları bittiği için veresiye almak için de gelenler oluyormuş. Çocuklar ise hiç uğramaz olmuş. Şekerleri raflarda erimiş, sakız kutuları tozlanmış. Bakkal Gazi, büyüklerin Migirosun dükkânına gitmesine pek aldırmıyor ama çocukların ayaklarının dükkânından kesilmesini çok ağırına gidiyormuş. Çünkü Bakkal Gazi çocukları çok severmiş, onlar dükkâna geldiğinde sadece şeker, sakız vermiyor, hikâyeler anlatıp sohbet de ediyormuş. Bakkal Gazi, Migirosu düşündüğünde içi içini yiyormuş ama mahallelisine de güveniyormuş. Kendi kendine “mahalleli hevesini alır gene bana döner” diyormuş. Sonra duyuyor ki, Migirosun yanına Karafır diye biri daha dükkân açmış. Dayanamayıp gidip bakıyor ki, mantar gibi türemişler. Dükkânların adlarını okumayı bırakmış, dalmış Migirosun dükkândan içeri. Bütün çocukları orada görünce, başlamış sağı solu dağıtmaya. Raflarda ne püsgevit, lokum, ne makarna, ne içki bırakmamış, hepsini indirmiş aşağı. Bunu gören Migirosun güvenlik görevlileri Bakkal Gazi’yi yakalayıp dışarı çıkarmışlar. Bakkal Gazi çok güçlü imiş. Vurduğunu deviriyormuş. Migiros baş edemeyeceklerini anlayınca hemen Karafırdan yardım istemiş. Büyük bir haçlı ordusu kurmuşlar adeta. Sağlı sollu tekme tokatlara maruz kalan Bakkal Gazi, mahallelinin kendisine doğru geldiğini görmüş ve onların gelişinden cesaret alarak daha bir coşkuyla haçlı ordusuna saldırmaya başlamış. Mahalleli kavgayı sadece kenardan izliyor bir yandan da telefonlarına kaydediyormuş. Hiç kimse de demiyor ki, bu Bakkal Gazi senelerce bizim kahrımızı çekti, mektuplarımıza adres oldu, düğünlerimizde geline yarım altını Bakkal Gazi taktı. Hiç kimse düşünmüyor ki, yarın ölüsü olanca tabutun altına Bakkal Gazi gelip girecek. Migiros veya Karafır ya da onların haçlı ordusu değil. Veresiye defteri Migiros veya Karafır da yok, sadece kendisinde var. Kimse umursamıyordu bunları, hiç kimse.
..
israil bombaları devam ediyordu heryer kana bulanmıştı heryeri barut kokusu kan kokusu sarmıştı toz dumana karışmıştı herkes çığlık çığlığaydı ellerine aldıkları herşeyi fırlatıp atıyorlar çaresizce savaşın ortasında can çekişiyorlardı o halde iken bile ağızlarından düşmeyen sadece iki kelime vardı allah peygamber diyorlardı susmaksızım bir an durakladı herkes gözlerine ilişen bir genç filistin askeri vardı bu genç şiir okuyordu ama öyle mısraları vardı ki herkezin kulaklarının pası siliniyordu adeta can çekişiyordu kanıyordu yarası durmaksızım ama onu hissetmiyordu bile ama az bir zamanı kalmıştı bunu o dahi herkes biliyordu sonra duraksadı gözüne bir çocuk ilişti ürkek adımlarla ona yaklaştı başını okşadı ağlama dedi bu da bitecek birgün güleceksin yalvarıcasına ağlama ne olur ağlama diyordu çocuk ona sordu peki sen neden ağlıyorsun gidiyorum çok az bir zamanım kaldı rabbime gidiyorum belki sizlerde geleceksiniz işte o zaman güleceksiniz şimdi sil gözyaşlarını üzme beni ne olur o küçük kızla sohbet ederken herkes savaşın o acımasız haline geri dönmüşlerdi işte genç filistine en derin hişlerile yazdığı şiiri okuyor filistin ağlıyor filistin ağlama sen sil gözyaşlarını birgün savaş bitecek kanlar dinecek bomba sesleri susacak umudunu kaybetme güneş senin içinde doğacak senin de umutların yeşerecek ağlama sen gözyaşlarını akıtma kan kokusu artık koklamayacaksın acılar sona erecek birgün seninde yüzün gülecek artık kanlar akmayacak yürek acıları dinecek gözyaşları sona erecek artık feryatlar da sona erecek ey filistin sen yeterki umutlarını yitirme...
SALİHA ADIGÜZEL şahadet getirerek can verdi oracıkta küçük kız ağlamıyor çünkü söz verdiği için alnından öpüyor abisinin ben de gelicem yanına bekle beni diyerek o da savaş alanına karıştı savaş şiddetle devam ediyor filistin kanlara bürünmüştü o kanlar bizim şehitlerimizin kanıydı onlar filistin için kanıyla canıyla savaşıyorlardı bir yandan filistin bayrağı sanki gururlanıyormuş edası ile dalgalanıyordu filistinliler şehitlerimize ağıt yakıyorlardı onlar hiç güneşi görmediler ezan sesleri duyulmuyordu bu şehirde bu şehrin insanların kulaklarını pas tutmuştu oranın çocukları oyun oynamıyor gerçek oyunlarını sergiliyorlardı o çocukların kulaklarına eğlenceli şarkı sesleri değil onlar silahlarla oynuyordular hayatın gerçeklerini görüyorlardı hayat onlara çok acımasız geliyordu gözleri kan bürümüştü düşünceleri kinle dolmuştu karanlık çökmüştü düşlerine sevgileri nefretle dolmuştu bu çocukların filistin işkencelere devam ediyordu israil askeleri onları esir almış işkence ediyorlardı esirlerin içinde bir genç vardı ki onlara yenilmiyor baş eğmiyordu ama birşey vardı ki o acıyı hissetmiyordu bedeni buz gibiydi çok üşüyor ve dudakları titriyordu ruhunun bedeninden çabuçak çıkmasını diliyordu esirlerin gözleri ona çevrilmişti ibret olsun diye ama o bedenini hissetmiyordu ki kalbi buz kesilmişti yinede direniyordu dudakları ölüme susamıştı canı bedeninden çıkmak bilmiyordu ölmek bu acılardan kurtulmak istiyor biliyordu ki ölüm tek kurtuluştu onun için hissediyordu son nefesini vermenin zamanı gelmişti israil askerlerinin yaptıkları karşılığında tek kelime etmiyor ağlamıyor yalvarmıyordu bile herkes bu gençe hayranlıkla bakıyordu ve işte azrail gelmişti genç israil askerlerinin yüzüne ve orada bulunanlara son kez baktı ve kelimeyi şehadet getirerek vefat etti filistin durmadan can veriyordu durmadan kan akıyor geceleri gündüzleri gündüzleri ise geceleri olmuştu rüyalarında bile savaşı görür olmuşlardı taki uyurlarsa uyumuyorlardı ki onlar hep savaştılar yılmadan bıkmadan yorulmadan savaştılar çocuk çoluk yaşlı genç kadın hepsi savaşıyorlardı ellerin de hiç bir şey olmadan filistinliler diri diri yanmaktaydı kucakları sevgiye hasret kaldı onlar savaşın içinde büyüdüler sevgiyi hiç tanımadılar bile gözlerinde sevgi yerine acı ve keder vardı heryer cesetlerle dolmuştu cesetler bütün değildi bedenler bir tarafta başlar ve kollar bir taraftaydı bu nasıl kindi nasıl nefretti bu filistinliler adeta israil askerlerine saldırıyorlardı ne çareki hiç bir şey yapamıyorlardı onlara karşı ama onların imanları vardı onlar yanlız değildi israil askerlerin cephaneleri vardı kılon komutan yanındakilere emir veriken filistinin bir kısmını kendi tarafına çekmişti kılon komutan çok zalimdi filistinlilere işkence ediyor kimisinin kollarını kopartırıyor başlarını vurduruyordu filistin yine yenilmiyor teslim olmuyor israil askerlerine teslim olmaktansa ölümü tercih ediyorlardı bir gün acıları bitecekti buna bütün kalpleri ile inanıyorlardı yürekleri sızlıyordu onların yaşadıklarına yılar geçiyor filistin yok olmaktaydı ölümler artıyor kılon komutan işkençelerine devam ediyor filistini kan gölüne çeviyor esir aldıklarını da öldürüyordu zalimce hiç gözlerini kıpmadan arkalarından da kahkaha atıyor cesetlere tekme atıyor gülmeye devam ediyor filistinliler ona kinle bakıyordu melisa kılon komutanın yüzüne öyle masumca bakışı vardı ki kılon komutan küçük kıza kinle bakıyordu melisa yanında şehit olan askeri düşündü filistin için şiir okumuştu kendisine söylenenleri aklına getirdi ve onu çok özlüyordu çok sevmişti filistin çok yanlız kalmıştı istanbul da bir genç vardı askerliğini filistinde yapacaktı yusuf çok seviniyor o insanların yanına gidiyordu 3 gün sonra uçağı kalkıyordu hazırlıklar da yapılmış gün çabucak gelmişti.yusuf gideceği gün çok heyecanlanıyordu ama tek başına yolculuk yapmak ona zor gelicekti öyle değildi ama onun yanında yaşlı bir adam yer ayırtmış.Yusuf ailesiyle vedalaştı gözyaşları aktı artık zaman gelmişti yusuf yerini almıştı.bir yandan ailesiyle ayrılııyor diye çok üzülüyor bir yandanda filistin için savaşıcak diye huzurluydu.yusufun uçağı kalkmıştı yusuf için yolculuk başlamıştı artık... yanındaki yaşlı dedeyle tanıştı dedeye gazi diyorlarmış yusuf ise ona gazi dede demeye başlamıştı gazi dede askerliğini çanakkalede yapmıştı yaşı ise doksan altı idi.çok hasttaydı belkide bu yolculuk ona iyi gelmiyecekti.yusuf gazi dedenin haline çok üzülüyor ve ağlıyordu gazi dedenin hayatı yusufa dokunmuştu yusuf daha yirmi yaşındaydı gazi dede iyi değildi tek başına yolculuk yapıyordu bu hayattanda çok yorulmuştu.yusuf onu yanlız bırakmıyordu hep sohbet ediyor hayatını dinliyor gazi dedenin çocukları ona hiç bakmıyorlarmış gazi dedenin yolculuğu çok zor geçiyordu.yolun sonuna geldim diyordu yusufa, yusufun gözleri dolmuştu gözlerinden iki damla yaş süzülmüştü yusufun çok yufka bir yüreği vardı gazi dede sanki son nefesini vermeye hazırdı yusuf farkına varmıştı ama elinden bir şey gelmiyordu gazi dede yusufa baktığı zaman kendi oğlunu görüyormuş gibiydi ama yusuf onun için daha yufka yürekliydi artık iyice yolculuğu zorlaşıyordu gazi dedenin, böylece zaman geçiyordu yusuf uçağın camından dışarıya dalmıştı cam buharlaşmıştı yusuf eli ile camı silmeye başladı hava karlıydı çok kötü bir hava vardı. yusuf dışarıyı seyrediyordu gazi dede ise dinlenmekteydi.hep uyuyordu.yusuf merak etmişti onun düşünüdüğü başkaydı endişeye kapılmıştı yusufun yolculuğuna az bir zaman kalmıştı.filistini hiç aklından çıkartamıyordu hep onları düşünüyordu.saat ilerlemişti. yusuf gazi dedeye bakmak için ilkilerek yerinden kalktı.gazi dedeye bir dokundu bedeni buz gibiydi.yusuf hemen elini çekti inanamıyordu donup kalmıştı dili tutulmuştu.öylece yerinde kıpırdamadan neler olduğunu anlamaya çalışıyordu ve anlamak çok zordu.çünkü uyuyor gibiydi ama vefat etmişti.yusuf çok şaşkındı gazi dedeyi burda böyle bırakamazdı bir şeyler yapmalıydı çünkü o yanlızdı hiç kimsesi yoktu ama nasıl.? ? onun bir görevi vardı.yolculuğunu tamamlamalıydı.kendi için ve filistin için filistine çok üzülüyordu yusufun yolculuğu az bir zaman kalmıştı gazi dedeyi birisine teslim etmesi gerekiyordu ve cenazesinin kaldırılması lazımdı yusuf gazi dedenin başından ayrılmıyordu.yusuf hala kendine gelememişti çünkü ilkez bir cenazenin başında bekliyordu yusuf etrafına bakıyor ama o bakış insanlaradı kinle bakıyordu onlara hiç gelip demezlerdi bu insanın neyi var hastamı hiç dönüp bakmıyorlardı bile yusuf gazi dedenin yüzüne bakıyordu gazi dedenin yüzünde nur vardı yusuf hayran hayran seyrediyordu onu ve gözyaşlarını döküyordu o an bir yolcu sorar evladım niçin ağlarsın yusuf bir cevap vermez bu sesin sahibine ahmet bey tekrar sorar evladım sen neden hıçkıra hıçkıra ağlıyorsun yusuf başını çeviryerek sesin geldiği yere bakar karşısında orta yaşlı eli veya kırk yaşlarında adam belirmişti ahmet bey yusufa biraz daha yaklaşır ve dizlerinin üstüne çüker bir daha sorar bu yaşlı amca senin neyin olur yusuf hiç diyebilmiş o an orası sesizliğe bürünmüştü hiç kimseden ses çıkmıyordu herkes nefes nefeseydi herkes yusufun bir kelime etmesini bekliyorken yusuf ona gazi derlermiş çanakkalelimiş askerliğinide orada yapmış bana anlatırken öyle güler yüzle anlatırdı ki ben ise onu can kulağı ile dinlerdim.ahmet bey yusufun söylediklerinin can kulağıla dinler yusuf gazi dedenin hayatını ahmet beye gözyaşları için de anlatırdı öyle içli anlatırdı ki sanki gazi dedeyi uzun süredir tanıyor gibiydi yusuf ahmet beye herşeyi anlatır yusuf bir türlü kendine gelemez hıçkırıklara boğulmuştu ahmet bey gözyaşlarna yenilmışti saatler geçiyor ahmet beyin yolculuğu bitmişti yusufa söz vermişti gazi dedeyi o alıcaktı cenaze namazını kıldırıcaktı duasını edicekti yusufun içi çok rahatlamıştı öyle bir içini çekti ki ciğerlerinden nefes alıyordu sanki yusufun yolu ahmet beyin yolu aynı tarafa düşüyordü zaman gelip çatmıştı yusuf kendi yoluna ahmet beyde kendi yoluna devam etmekteydiler ahmet bey yoluna gitmişti yusufta ucaktan inmişti yürümeye başladı yollar yıkık tüküktü insanlar bir kuşuşturma halindediler kimisi de feryat ediyor kimişi ailesini kotamara çalışıyor yusuf ise durmuş insanlara baka kalmıştı
..