(ahh benim saçları uzak deniz, gözleri yüreğimin gözü sevdiğim
sana bu balkon sofrasında ve fesleğen kokuları arasında
her gece olduğu gibi bu gece de sanki ilk olarak,
sana senin şehrini, İstanbul’u sunacak,
o hiç dokunamadığın ellerim)
....
/şehirleri yaşatanlar, o şehirle yüreklerinde aşkı yaşayanlardır/
.,
önce yıkılan bütün binaları, yeniden dikiyorum yıkıldıkları yerlere
eski tramvay raylarını döşüyorum sonra, söküldükleri caddelere
yürüdüğün kaldırımlar gülüyor, ihtiyari duraklar çiçeğini açarken
...ne kadar çok seviyor seni bu şehir,
ne kadar çok, bir bilsen.
boşa giden insanları topluyorum, kaybolan geçmişleriyle beraber
hep tanıdık yüzler söylesin diye günaydınlarını, hep aynı sesler
sokağa güneş açtı derken çamaşır ipleri, pencereden pencereye
... çok yıllık hasretler nasıl da fesleğen kokar,
gölgeler, gölge olunca mesafelere.
bu arada elbet, oyuncaklarını da bulup çıkardım, anılar arasından
dizildi hepsi merdivenin basamaklarına, söyleyeyim unutmadan
ama saçlarındaki dağınıklık, hasretleridir ellerine bez bebeklerinin
... bak dinle haykırıyorlar, koro halinde:
nerelerdeydin, nerelerdeydin.
haydi biraz da piyasa, işte bildiğin bütün mağazalar yerli yerinde
moda dersen bıraktığın gibi zaten, ben vitrin temizledim sadece
geriye sanki okul çıkışındaymış gibi, kendinle karşılaşman kalıyor
...ağustos dökmese bile yapraklarını,
zaman, zaman misali akıp gidiyor.
bütün filmler eski vizyon, yani sinemaya bile gideriz eğer istersen
makaraları sardım en başa, yetişiriz son matineye acele edersen
çıkış, boğaz lüferinin doğum vaktidir balık pazarında, tadında roka
...her tezgah, içinde ne varsa onunla parlar,
ışıkları yanan, ışıldaklar altında.
işte biz de tezgahımızı balkonda her gece, böyle kurarız canımın içi
boğazın dalgasını izleriz, öper Kızkulesi eteğinden ada sahillerini
sen bana ve İstanbul’a gülümseme olursun, biz de sana ağır hasret
...sıralı yokluklar bile varlığını doğurur bu sofrada,
böylesi de, hayret ki ne hayret.
.,
/aşkı yaşayanlar, yüreklerinde aşkı tanıdıkları şehirleri de yaşatırlar/
Cevat ÇeştepeKayıt Tarihi : 15.8.2011 09:19:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Filozof duvarda canlı fotoğraf, sen başını onun omzuna dayamış kız çocuğu. Ben sana bakıyorum sofradaki yerinden, sen bana. Karşımda oturuyorsun. Dans ediyoruz.
boğazın dalgasını izleriz, öper Kızkulesi eteğinden ada sahillerini
sen bana ve İstanbul’a gülümseme olursun, biz de sana ağır hasret
...sıralı yokluklar bile varlığını doğurur bu sofrada,
böylesi de, hayret ki ne hayret. '
Öyle bir güzellikti ki, bu bu prenses, balkonlarından rengarenk sarkan sardunyalarıyla gece sefalarıyla ve papatyalarıyla gözleri dolduran, ruhları neşelendiren bir güzellikti... Ya şimdi... Öyle şeyler diyesim var ki, ama demeyeceğim, ama o güzellikler şimdilerde görünmez oldu insanların gözlerine, ruhlarını neşelendirmiyor zira. Onu yerini şimdilerde, Akıllı telefonlar aldı ve filozof sofraları kayboldu, akıl ve izan kaldı mı? Bilemiyorum Cevat Bey. Bu duygu yüklü, duyarlı şiirinizi yürekten kutlarım. Mutluluklar sizinle olsun, esen kalın.
TÜM YORUMLAR (108)