Ayaklanan, coşan
Bayrak açan, kaçan
Feryat, figan sesleri
Diyar diyar, dağ dağ
Beynimde çatışmaya
Yılışmayan mı kaldı ki
..
Biraz daha zaman…
Sana mı, yokluğunun sancısının dinmesine bilmeden, biraz daha zaman…
Hiçbir acı sonsuza kadar sürmez. Ama hep aynı handikap içinde de devam etmez hayat. Özledim demek bile bir mühür olup insanın diliyle gırtlağı arasına vuruluverir bazen. Yutkunmanın ne zor olduğunu anlarsın böyle anlarda. Çarmıhındaki İsa gibi bir daha yaşamaya bile fırsatının olmayacağını bile bile kopamadığın düşlerle yumarsın gözlerini geceye. Geceler nankördür. Önce uykularını, sonra sesini çalarlar. Suskunluğunun boşluğunda sesinin yitikliği doğacak güneşi bekler, feryat figan göstermek için kendini. İlk ışık huzmesinde gözlerini, kulaklarını tıkar duymazsın bile kopan çığlıkları. Konuş sevgili…
Bana beni değil, bana bizi değil, bana seni anlat.
Sen ki yarattığım dünyanın hakimi… As, kes, yargıla beni. “Biz” olmayı beceremez hale geldik. “Ben diye başla cümlelerine. Sonra “sen de, tut omuzlarımdan silkele. Kendimi kaybedeli çok oldu. Sana geleyim. Kadıköy sahilindeki yılların yitik mektubunu arayan martılar gibi telaşlı, ürkek… Serzenişlerime aldırma. Paranoyalarım prangam. Yıllarca usanmadım sürüye sürüye bir kambur gibi taşımaktan. Biraz daha zaman…
Aşk ya yenileyecek kendini sil baştan, ya da son nefesinde bir göz kırpacak utanmadan. Aşk utanmaz sevgili… Çıplaklığın en suçlu halidir o. En büyük günahların temeli.
Konuş sevgili…
..
Anam babamsın acılarımsın.
Bırakıp gidemem ki seni.
Derde katansın hüzün yağansın.
Bu gönlümde yer alansın.
Camilerinde meydanlarında
Feryat figanımsın....
..
Göz Görmez, Kulak duymaz! ..
Bî çare; Cellâdına, teslim olmuşsa millet, O toplum millet değil, toplum olmuştur illet. İster ezan sesini, istersen çan-ı dinlet, İllet olan topluma, müstahaktır bu zillet.
Gün geçmiyor ki her gün, fidanlar kırılıyor, Genç kızlar dul, sübyanlar, naçar yetim kalıyor, Lâ havle vela kuvvet, diyerek tesbih çekip, Hurafenin uşağı, ancak sabır diliyor.
Ocağına kor düşen, ne yürekler yanıyor, Analar feryat edip, bağrına taş basıyor, Gaflete dalmış millet, uyku’da horluyoruz, Gaflete dalan illet, sabrım taştı demiyor.
..
'' seni arıyorsam kaybolmuşum demektir ''
Suskunla geçiyor feryat eden hayatım
Ne sesim oldu sesin ne sesinsiz feryadım
..
Mevsim hazan olur, vakti gelince
Bir feryat yükselir, artık gizlice
Nakşeder kalplere, inceden ince
Daldırır mâziye, biraz sessizce
Canlanır anılar, dostlar gelince
Kavurur rüzgârı, veda edince
..
Yaşadığımız süre içinde kim bilir içimizde neler biriktirdik. Yaşamın anlamını çözmeye çalışırken nerelerde tökezledik ve her seferinde canı yanan biz olduğumuz için kimi zaman feryat figan kimi zaman sessizce gözyaşlarımızı kahır sarnıcına kim bilir nasıl doldurduk.
Ahh! O içimizden geçenler… Ahh! o kalbimizden sökülenler nasıl acıttı kim bilir bizi.
Bir yandan gerçekleşmesini isteyip de buna hayat veremeyişimizin acısını içimizde taşırken bir yandan da geleceğe ait umutlar biriktirdik. Hüzün bahşişlerinden bolca alacağımızı bile bile, attığımız tüm adımları aklında tutan bir tefeci olduğunu bile bile…
Çoğu zaman varlığımızın bir anlamı bile olmadı. Hele de akşamın tufanı kopup da gece azgın kederlerle örtüldüğünde karanlığın en koyusundan nasibini almış olanlar, niceden sonra yalnızlık namına uzandılar hatıralara, çıkınlarında ne varsa sererdiler önlerine. Gönülle göz arasına dalgalar girmeden önce sağlam bir dala tutunanlar da olmuştur elbet ya da tutunduğunu sananlar. Çünkü biriktirdiklerimiz bulunduğu yerde tüm ağırlığıyla aniden hayata dair her şeyi anlamsızlaştıracaktır, ufacık bir tökezlemede vuracaktır yüzümüze. Evet, içimizdekiler çok acıtan şeyler, hatta genellikle… Çoğunlukla acıtan şeyler. Bedelini ödeyemediğimiz borçlarımız gibi…
Farkına varmadan içimizdekilerle kuşatılmışız hep; ufacık bir dalgınlıkta bir düşman gibi çıkar karşımıza. Şöyle bir geçmiş günlere uzanalım desek orada belki az da olsa bir mutluluk vardır ama o mutluluğu değil mutluluğun arkasında gölgesi sezilen acıyı gösterir bize. Belki orada bir isyanın da şevki vardır ama o isyan için ödenecek bedelin ağırlığını hatırlatır. Hele de yeni bir sevdaya yelken açmaya gör, bu sevdanın arkasından gelebilecek terk edilme ihtimaline diker gözlerimizi. Yaşama yaklaşabilmek için bir adım olsun atma cesaretimizi alır elimizden. Belki mutluluk vardır diye geçirirsiniz içinizde o hemen ya sonra sorusunu dolar dilinize. Her hamlede bu sorudur silahı size karşı kullandığı. Bu yüzdendir yaşanacakların sonrasından korkmalarımız. Yaşanmamış bütün duyguların zehirli sarmaşıklar gibi ruhumuzu sarması bu yüzdendir. Sonrasını umursamayanlardan daha çok yara aldığımız da bundandır. Biz sadece içimizde biriktirdiklerimizin sayesinde günü kurtarma çabasındayızdır. Bizi güçsüzleştiren, çaresizleştiren ve değiştirebileceklerimizin üstüne gitmemize de engel olan budur.
Karanlıkların boşluklarında akıp giderken zaman bir gün fark edeceğiz yüreğimizin ne kadar üşüdüğünü bu birikimlerin yüzünden. Güneşin yavaş yavaş solduğunu, yürüdüğümüz değerlerin yolunda tutunabildiğimizin sadece susmak olduğunu, ve o zaman da unutulmuşluğun, yalnızlığın esvabı yapışmış olacak tenimize ve bir şafak vaktini daha toprağa gömerken, aynaya takılacak gözlerimiz. Derinleşen hayatın çizgilerinde korkularımız yürüyecek damarlarımızda. Acıyla ölümün çiftleştiği gözlerde yaşama hevesi silinecek, bir çırpınış sonrası teslim olunacak yokluğa, nefesimizin ağırlığından kurtaramadığımız duygularımız da gömülecek biriktirdiklerimize.
Oysa nabzını saymakta vardı hayatın, umutlarımızın avucunda. Geceden sonraki şafakla doğmak gibi, bilinmezlik, belirsizlik… Hayatta şimdi tek yanımıza kalan.
..
Duygularimin kötü adamı oluyor cümlelerim.
Darmadağınık ediyor beni yazdığım satirlar.
Nedenini bilmediğim bir acının içinde buluyorum kendimi.
Boguluyorum sensizlik denen saatlerde.
Zor işte boğazıma takılan acıyı yutmak.
ve o zaman...;
Yüreğimin sancısını duymuyor kulaklarım
..
26 Haziran, bu ne şerefli bir gün,
Mücadele yapılsın, kalmasın hiçbir hüzün…
Her tür uyuşturucu, Rab’bimden lanetlenmiş,
İrade yasaklamış, zayıf nefis emretmiş…
Zaten rızkın sınırlı, masraflar yapmaktasın,
..
Taşı duvara vursan,
Belki sesini duyarsın,
Sen yüreğimden vurmuşsun,
Feryat ne haddime,
Ağlamak ne haddime.
Farkına varamadan
Duvara vurduğun ben! .
..
ne sensiz, ne seninle geçmiyor günler
perde-i ah'tan sesi dinle.. yaslı düğünler
figanımda heceler, dilden kaçıyor
her feryat yeni bir yara açıyor
yegane hasmımmış meğer, baht-ı siyahım
..
Son gidişim biliyorsun
Feryat edip ağlıyorsun
Gitme geri dön diyorsun
Böyle giden dönmez yavrum
Yazımız böyle yazılmış
Yolumuz bugün ayrılmış
..
Garibim sazımın telleri çile
Istırap bestemin güftesi çile
Topraktan yoğrulmuş nâçiz vücudum
Vücut hamurumun mayası çile
Gaspedilmiş aşkın azap çiçeği
..
Aşk tezat, aşk mezat, aşk duygusal tat.
Aşk hoyrat, aş feryat, aşk tutkulu hayat.
Aşk düşüş, aşk gidiş, aşk bir dağılış.
Aşk geçiş, aşk çekiş. aşk hesapsız dalış.
Aşk aniden, aşk yeniden, aşk amansız.
..
(1997)
Her zaman geceydi
acı bir karanlık...
için de feryat göz kırpıyordu.........
kimsesiz odalarda yalnızlık.......
haykırıyordu hep gözleri ağlayarak.
..
Kırım da soykırım, Bağdat ta feryat
Gazze de kardeşim yaralanıyor.
Suriye ye gözdağ İran a tehdit
Hedefler bölgeler sıralanıyor.
Kuzgunlar dolaşır ortadoğuda
..
20.04.2007 09:00:38
Annemm! seni şimdiden özledim. Teselliler kar etmiyor. Her yerde sen varsın, her yerde senin bir parçan..
Son günlerde gözlerine baktığımda ışıltı aradım ama bulamamıştım. Sevgilin, rahmetli babam ‘gözlerde ışıltı gidince gidici’ diyordu biliyorsun babam jandarmaydı gözünden bir şey kaçmazdı..
Hep babamı gördüğünü söylüyordun bizde hastalığına yoruyorduk. Sen hastahaneden ikinizin hayalini görüyordum.Çocukluk aşkına kavuştu. Sende gözünü açtın sonradan sevgilin olacak babamı gördün annem Babam seni beklemiş, Ziya ağabeyi de senden önce kaybetmiştik. Birisinin tesadüf mü bilmiyorum Çorum’luymuş rüyasına girmiş. ‘sana gelmedim başkasını almak için geldim’ demiş.
Hastahaneyken neler çektiğimi bilemezsin. Bir sevindirdiler bir üzdüler. Hastahanedeki hangi zıkkımsa anneni kaybettik dedi. İnsan olan alıştıra alıştıra söylemez mi annemm. İnanamadım, kimse inananmadı annem Sendeki kibarlık kimde var annemm! Yalanları keşke doğru olsaydı.da evimize gelseydin aşkım
Herkes burada sen yoksun. Yerin doldurulamaz. Nükhet’in eltisi Meliha hanım da geldi ablası da geldi arkadaşlarım da gelcek sen yoksun haydi gari sende gel. Ateş düştüğü yeri yakarmış yakmıyor kavuruyor annemm!
..
Derin bir sükuttan ah eden o feryat benim.
Söylemem türküsünü o pis, hoyrat zamanın.
İsterim kör kuyuya kandil olsun bedenim.
Altından yürütüldü sular küflü samanın.
Limanda kaldı gemi, bitap ve köhne düştü.
Tarihi kanla yazar zulüm, elinde kalem.
..
- 643 -
Ötme bülbül ötme gönlüm yaralı
Seherde feryat edersin sen bu bağrımı delersin
Sarhoşsun böyle dersin
Ötme garip garip, ey dertli bülbül
..
Boşa adanmış hayatlar çıkmaz mı karşımıza?
İnsan gözlerini kapattığında, karanlık bir boşlukta, beyninin kuytularından fırlayıp çıkan boşa adanmış hayatları görünce, işte o zaman duracakmış gibi çarpan kalbini hisseder… Ve sürüklenir gider mazgallara doğru… Sessizce hem de çaresizlikle…
Tutunacak hiçbir şey bulamadan… Yanında sevgiye dair hiçbir anıya saygı duyamadan…
İşte o an, hayatımıza pes ettiğimiz zaman değil midir? Boş ver dediğimiz… Hem de feryat veya sessiz hıçkırıklarla omuzlarımız titrercesine…
..