EZELDEN AŞİNA
Gözlerimi kapatıyorum,
dünyanın bütün sesleri içime doluyor.
Bir deniz uğultusu gibi,
bir tren düdüğü gibi,
çocukların gülüşü,
yorgun bir işçinin akşam türküsü gibi.
Hepsi iç içe,
hepsi aynı anda var.
Ve ben,
o uğultunun içinde
tek bir sesi seçiyorum:
senin sesini.
Seni hiç tanımamış olsam da
tanıyor gibiyim.
Yüzünü görmemiş olsam da
çizgilerini ezberlemişim sanki.
Bir şarkıyı ilk kez dinlerken
aynı anda hatırlamak gibi,
hiç gitmediğin bir şehri
özlemle anmak gibi.
Biliyorum,
bu bir tesadüf değil.
Çünkü bazı ruhlar,
ezelden fısıldaşır.
Bak, ben sana anlatayım:
Daha dünya kurulmadan önce,
ışık ile karanlık birbirini tartarken,
dağlar henüz yükselmemiş,
ırmaklar yatağını aramıyorken,
birbirimize yaslanmış olabiliriz biz.
Belki bir yıldız tozuyduk aynı bulutta,
belki bir rüzgârın iki kanadı,
belki de sadece
bir kelimenin yarısıydık.
Ve şimdi,
tamamlanmak için
yüzyıllar ötesinden çağrılıyoruz.
Gözlerim,
her insanda senin izini arıyor.
Bir kalabalığın ortasında
tek bir bakış çarpıyor bana
ve diyorum ki:
“İşte bu tanıdık,
işte bu bildiğim yer.”
Oysa bilmiyorum adını.
Bilmiyorum ne zaman doğdun,
hangi şehirde büyüdün,
hangi şarkıyla uyuyakaldın çocukken.
Ama kalbim,
tüm bunları bilmeden de
tanıyor seni.
Kalbim diyor ki:
“Sen geldin.”
Ve ben korkuyorum biraz.
Çünkü aşk,
bir yangın gibi gelir.
Gözlerimizi kamaştırır,
elimizi yakar,
ama aynı ateş
küllerimizden bizi yeniden kurar.
Senin gözlerinde
bir yeryüzü atlası görüyorum.
Bütün yollar sana çıkıyor.
Her kıta, her deniz, her ada
senin ellerinin haritasına ekleniyor.
Bir kere daha anlatayım:
Aşk, yalnızca bir buluşma değildir.
Aşk, binlerce yılın hatırlanmasıdır.
Bir suyun kaynağını hatırlaması gibi,
bir ağacın köklerine dönmesi gibi,
bir rüzgârın
ilk estiği yeri araması gibi.
Belki biz,
bin yıl önce aynı sofrada ekmek böldük.
Belki bir savaş meydanında
aynı toprağa düştük.
Belki bir kervanda
aynı şarkıyı mırıldandık.
Kim bilir?
Ruhlarımız bilir.
Ama işte,
her hakikatin yanında bir şüphe de vardır.
Ve ben o şüphenin çocuğuyum.
Diyorum ki:
Belki bütün bunlar hayal.
Belki senin yüzünde gördüğüm tanıdıklık
sadece özlemin oyunudur.
Yine de bırakmıyorum bu hayali.
Çünkü insan,
bir hayali elinden alınca
çorak bir tarlada yapayalnız kalır.
Senin için şiir yazıyorum,
ama aslında şiir yazdığım sensin.
Her harfini,
her hecesini
senin göğsünden alıyorum.
Kelimeler benim elimde yan yana diziliyor,
ama kökleri sende.
Sen olmasan,
dil susar.
Geceleri düşünüyorum:
Eğer biz ezelden tanışıyorsak,
neden bu kadar geciktik?
Neden yollar,
bu kadar dolambaçlı?
Belki de sınanıyoruz.
Belki de kavuşmanın kıymeti,
yüzyıllık ayrılıkların acısından doğuyor.
Ama bir ihtimal daha var:
Belki biz hiç kavuşmayacağız.
Ve bu ezeli aşinalık
sadece rüyalarda kalacak.
Bunun da güzelliği var.
Çünkü bazı kavuşmalar,
hiç gerçekleşmediği için kutsaldır.
Bazı aşklar,
yalnızca hayaliyle büyüktür.
Benim içimdeki ses susmuyor.
Diyor ki:
“Yürü,
yolun sonunda bekleyen
o eski dostu bul.”
Ama diğer ses fısıldıyor:
“Yanılıyorsun,
o sadece bir yüz,
o sadece bir hayal.”
İki ses arasında parçalanıyorum.
Ama her seferinde,
kalbimin tarafını seçiyorum.
Şimdi sana soruyorum:
Sen de aynı şeyi hissediyor musun?
Senin de içine düşüyor mu
bu garip tanıdıklık?
Gözlerin birine çarpınca,
“Ben seni ezelden tanıyorum”
diyor musun?
Bilmiyorum.
Cevap istemiyorum belki de.
Çünkü bazen cevap,
büyüyü bozar.
Ben ise büyünün yalancısıyım.
Büyü bana yeter.
Çünkü büyü,
hayatın katı taşlarını yumuşatır.
Çünkü büyü,
bize çocuk olmayı yeniden öğretir.
Ve aşk,
en çok da büyüye benzer.
Şimdi bir daha söyleyeceğim,
bunu defalarca tekrar edeceğim,
çünkü kalbim ister:
Bazı ruhlar ezelden aşinaymış bir birlerine,
ben bilmem…
aşkın yalancısıyım.
Hüseyin Erdinç
Kayıt Tarihi : 1.9.2025 23:03:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!