Ey insan seni nerede bulmalı? Düz yazı

Mehmet Halil
1192

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Ey insan seni nerede bulmalı? Düz yazı

İnsan arayışındayız, en zor işe talip olmuşuz meğer… Her uğrakta kayaya tosluyoruz. İnsanlığın düşmanı olduğundan hiç kuşkusu olmayan insanlar, o sisteme karşı dururlar…
Sistemden zarar görmeyen çok az insan kaldı. Genel çoğunluk şikayetçi. Şikayetçi olmayan büyük bir kesim ise, görünen şartlarda, o sistemin değiştirilmesini imkansız gördüğü için,
yani çaresizlikten sisteme boyun eğmeyi yeğleyenler…
Konumuz sistemi değerlendirmek olmayacak. Yıllarımızı bu değerlendirmelerle geçirdik.
Hastalığı teşhis etmek ne kadar önemliyse tedavi etmek de o kadar önemli. Tedavi yapılmayacaksa doğru teşhis etmenin ne yararı var?
Doktorumuz bize kanser teşhisi koyacak ve sigarayı yasaklayacak ama biz gene sigara içmeye devam edeceğiz. Suç şimdi sigaradaki zehirde mi? Yoksa sigarayı üretende mi?

İşte biz şimdi her kanser hastası hem sigaradan vazgeçemeyen insanlarız…
Sistemin kötülüğünü biliyoruz. Kötülüğünü topluma ilan ediyoruz, ama kendimiz de sigara içmeye devam ediyoruz… Neden? Değişik yönlerden durumumuzu değerlendirelim…

Birinci olarak korku açısından bir bakalım..
Sistemin dünya çapındaki katliamlarından, en yoğun payını alan toprakların insanlarıyız. Bu korkuyu içinde yaşamayan yok gibi. O halde korkuya karşı savunmaya geçmek imkansız mı?

Bu konuda topluma önderlik edecek kesimler, bunun imkansız olmadığını değişik şekillerde açıklıyorlar. Kurtuluşun, yüzde onu geçmeyen egemen azınlığa karşı, yüzde doksan çoğunluğun örgütlü mücadelesinden geçtiği en çok dillendirilen bir konu. O halde sorun nerede?

Birlik sorunu, samimiyet sorunu, korku sorunu… Belki daha başka sorunlar ilave edilebilir… Ben bu üç sorundan değerlendirme yapacağım. Belki görüşlerime katılıp katkı yapan arkadaşlar çıkar ve sık sık ‘’Yeni Kuruluş’’, ‘’Yeniden yapılanma’’ gibi, lafta kalan söylemler yerine, gerçekten yeni bir yapılanma için, alfabenin ilk harfini yazmış oluruz.

Birlik sorunu: İnsan hakları konusunda, Barış konusunda, Seçim yasası konusunda, 12 Eylülcülerin yargılanması ve darbelere karşı tutum konusunda, Kandın hakları konusunda, Sendikal hakların ve demokratik örgütlenmeler konusunda anlaşamamazlık var mı, sosyalist partiler arasında? Bu konularda hangisinin programını okusak aynı şeyleri yazar. Peki neden bir araya gelmek sorun olur? Buna benzer en temel sorunlarda birleşmek mümkün.
Gerçek niyet toplumsal mücadelede yeni kazanımlar elde etmek ise, egemen güçlere geri adım atmaktan geçer, bu da güç ile mümkündür, bu güç de birlikten ve bilgiden geçer. Niyet üzüm yemekse bu politikalar ön plana alınır. Gerçek sınıf mücadelesi, işçi sınıfı ve müttefikler cephesini birleştirerek, buna karşılık egemen güçlerin arasındaki çatlaklardan yararlanıp onları bölüp zayıflatarak, yeni mevziler elde ederek ilerler. Tarihte bunu örnekleri var. ‘’Sosyalizm yenildi. Öyleyse reel sosyaliz geçerli yol değil’’ gibi gerekçelerle bütün tarihsel deneylerden, elde edilen bilgileri bir tarafa atmak, ancak egemen burjuvazinin yöntemidir. Aldatmacadır. İktidar hedefi için farklı görüşler, farklı düşünceler bu temel hakları elde etmeden ne kitleselleşebilir ne de bir adım ileri atabilir. Marjinal kalmaları da bunun en sağlam kanıtıdır.

Biz ne yapıyoruz. Anayasa referandumu nedeniyle farklı kararlar verildi. ‘’evet’’, ‘’Hayır’’ ‘’boykot’’… Her teori deneme ile yazılır. Deney sırasında yanılmalar, doğrulananlar ortaya çıkar. Yanlışlar düzelir. Bu olay sonunda sanki, amaç doğruları yakalamak, teorilerin eksiklerini tamamlamak değilmiş… Her gurup bir ötekini mahkum etmek için bir yarışa girmiş gibi… Suçlamalar birbirine ‘’hain’’ diyecek kadar
ileri gitti. Bu da gösteriyor ki kimsenin toplumsal çıkarları düşündüğü yok. Her gurup, cilalı
sözlerle arasına, sistemden bunalanlardan birkaç kişiyi kapma derdinde. İktidar olmak isteyen devrim yapmak isteyen, her küçük değeri yedeğine almak için gerekli titizliği gösterir.
Hiç düşünülmez mi, benim devrim yapmak için kitlelerle kucaklaşmam gerekli, bana en yakın bunlar, bunlarla anlaşamazsam kimlerle bir araya geleceğim? Bunlar düşünülmüyorsa, demek ki her şey laftan ibaret. Kimsenin öyle ciddi bir niyeti yok. Kapitalizm üç beş adap kapmak için yararlanabilecekleri bir araç gibi sanki.

Aynı hatalar Kürt hareketi içinde de var. Bu mücadeleye yıllarını vermiş, ama demokratik mücadeleyi ön plana çıkaran nice değerler hakarete uğruyor, ağır suçlamalarla dışlanıyor. Kazanılan küçük mevziler kimseyi şımartmamalı önemli olan kazanmak da değil, kazanımları kalıcı kılmak. Bütün bunlar için her zaman çoğunluğu ikna edebilmeli, o birlik ve bütünlüğü diri tutabilmeli… Düşman olanlarla, dost olabilecek müttefikleri iyi değerlendirmelidir.
Benim gibi düşünmeyen düşmanım gibi düşünüyor demek, kolaycılıktır. Yılların mücadelesi sonucu elde edilen mevzileri tehlikeye atmak demektir.

Samimiyet sorunu: Samimiyet sorunu ile güven sorununu beraber iç içe de ele alınabilir. Daha geniş irdelemek isteyen ayrı ayrı da irdeleyebilir.
İktidara gelmek güç ile mümkündür. Sistemden bu kadar bezmiş, bu kadar zarar gören
bir toplumda, kitlesel bir örgütlenmenin önündeki tek engel kitlelere güven verememekten kaynaklandığına inanıyorum. İnsan güzeli tarif edemez ama, birçok nesne arasında güzeli seçme yeteneğine sahiptir. Öyle olmasaydı, ya herkes sanatçı olurdu, ya da sanat eserleri ve sanatçı diye bir dal olmazdı. Sanatçılar sanatçı olmayanlara eserlerini beğendirme çabasındadırlar. Yine ilk gördüğünde ister insan olsun ister hayvan olsun, onun zararlı veya zararsızlığı konusunda bir kanata sahip olur, ona göre davranır. Bilinçli bir insan, insandaki bu özelliği değerlendirmek zorundadır. Bunu yapmıyorsa insan yeteneğine güvenmiyor, onu sadece kandırılacak varlık olarak görüyordur. Yine iktidara gelmek isteyenin, diğer gücü bilimdir. Bilim sadece şeflerin laf yapmasından ibaret de değildir. Kitlelerin arasında çalışacak kadroların da bilimle beslenmesi gerekir. Kadroları sadece asker olarak kullanmak değil, eline geçirmek istediği iktidara ve toplumu daha ileri götürecek felsefeyle donatmaktır.
Toplum, mücadeleye katılmakta çekimser kalarak gerekli uyarıyı yapmaktadır. O halde ‘’nerede yanlış yapıyoruz? ’’ diyerek, sorgulamak ve eksikliklerini gidermelidir. ‘’Herkes layığını seçer.’’ Diyerek toplumu suçlamak, kendi yetersizliğinin kamuflajından başka nedir ki?
On kişilik, onbeş kişilik gülünç ve hiç değişmeyen kişilerle bu mücadelenin yürümeyeceğini bile bile, iktidara oynamak samimiyet midir? Ya da bir takım ordu ile devrim yapmak mümkün müdür. Siz bunu iş edinmiş olabilirsiniz. Görev olarak görevinizi yapmaya devam edebilirsiniz. Ama kitleler yapılan hatalardan dolayı sizlere olan güveni yitirmiş. Güven öyle bir şey ki, ruh gibi, bir kaybedildi mi bir daha geriye gelmiyor. Onun için de kitleselleşme olmuyor. Bütün bu olumsuzluklardan sıyrılmadan ‘’Yeni bir yapılanma’’ dan söz etmek yine kitleleri aldatmaktan başka bir şey değil. Ya da, herkes kendini aldatmaya devam ediyor demek daha doğrusu…
Kitleleri ikna etmenin yolu da artık doğru iş yapmak. Söz artık anlamını yitirmiş durumda. Sözü doğru iş yapan söylerse ve iş üzerine olursa o zaman yine değerini bulabilir.
Bu durumda bildiri, afiş, kendi kendine tatmin olmanın ‘’Ben yaptım oldu! ’’ demekten başka bir şey ifade etmiyor. Paneller de öyle… Bir tarafta insanlar kıyıladursun, biz konuşaduralım.

Her burjuva diktatörlüğünü faşizm olarak kabul etmek faşizmin de anlamını yitirip meşrulaşmasına neden olmaz mı? Bu burjuva demokrasisinden çok şey beklendiğini göstermez mi? Sınıf mücadelesinde, sınıf olarak ne kadar güçlüysen alacağın haklar o kadardır. Gücüm yoksa sana verecekleri ölmeyeceğin kadardır. O da bizzat üretimin
içinde yer alıyorsan yani sana muhtaç oldukları kadar. Ben istiyorum öyleyse versin, vermiyorsa bu iktidar faşisttir. Adı üstüne burjuva diktatörlüğü değil mi? Ne bekliyordun?
Faşizm varsa nasıl on-onbeş kişiyle eyleme çıkıyorsun? Bu faşizm değilse neden, her baskıyı faşizm olarak değerlendirip, faşizmi meşrulaştırıyorsun?
İnsan gerçekten korkuyu hissediyorsa aynaya bakar, ben neyim, ne yapıyorum, nasıl yapıyorum? Sorar sorgular, ve savunma durumuna geçmek için gerekli hazırlıkları yapar.
Bu da en yakın müttefiklerle bir araya gelip ne yapacağını tartışmakla olur. Aynı düşünenlerle, kavgasız yaşamak değil önemli olan ayrı düşünenler konuşup anlaşabilmekte.
Üç beş eleştiri sonrasında onu dışlamakla başarılamaz mücadele…

Samimiyet konusunda somut iki örnek vereyim.
‘’Yılbaşında cezaevlerine kart gönderme kampanyası’’ açıldı. O gün Konakta malum yerde 20-25 kişi geldi. Bir kutu kart ‘’Bana da ver bakalım bir tane’’, ‘’Ne yazalım, nasıl yazalım’’
Ayak üstü gelişigüzel yazılan kartlar yine aynı sayı biraz eksilerek postahaneye gittiler…

Bunun amacı, sadece gösteriş, ben yaptım oldu, faaliyet raporunda abartılarak yazılmış bir paragraftan başka ne için?
Her biriniz cezaevlerinde yattınız. Bir mahkumun neler düşündüğünü, moralinin ne durumda olduğunu, dışarıdakilerden ne beklediğini, pekala çıkarabilirsiniz. Ama bunu yapabilmeniz için birazcık düşünmeniz gerekir. Kendiniz cezaevinde yatıyormuş gibi… Düşünmüyorsanız bu mücadeleyi içselleştirememişsiniz demek. O zaman sadece rol yapıyorsunuz. Ne olurdu, içerdeki insana moral verecek, ona direnme gücü verecek, onları onurlandıracak birkaç cümleyi düşünerek yazsanız? Cezaevlerindeki 97 mahkuma acaba bu kampanya kapsamında ikişer kart düştü mü merak ediyorum.

Samimiyet konusunda ikinci bir olay da HDK olayı. İzmir’de malum alanımıza, HDK oluşumu içinde yer alan (yalnız benim orada olduğum saate) 4 ayrı gurup 15 dakika ara ile
‘’Cezaevlerindeki mahkumlara Kart kampanyası’’ ile ilgili alana girdi konuşmalarını yaptı, ayrıldılar. Size sormazlar mı be kardeşim bu HDK’nın rolü ne? Ne için bir araya geldiniz?
Alana gelenler bir diğerinin kendisinden daha az mı, yoksa kendisinden daha çok mu olduğuna bakıyor. Kendisiyle sidik yarıştıran cüceler. İnsan öyle bir ortamda bulunmaya utanıyor… Bunun neresinde samimiyet?

Slogan devrimciliğinin iflası: Gün geçmiyor ki aynı yerde eylem olmasın ‘’Hep aynı sloganlar. ‘’Yaşasın halkların kardeşliği’’ ‘’insanlık onuru işkenceyi yenecek’’ Güzel…
Bular lafla mı olacak? Hangi kitle içinde, hangi mahallede, hangi fabrikadan kaç yeni insan kazandınız mücadeleye? Her gün o alanda harcayacak zamanınız varsa, demek ki halkın arasına girecek zamanınız da var. Bir görevi yerine getirmek için yapılan bir iş…
Diyelim ki yeteneksizsiniz, bu ayıp değil, peki (bunu sonradan bir arkadaş anlattı öğrendim)
BDP operasyonunda altı saat süren arama sırasında binada olan arkadaşlar, bütün partileri ve sendikaları, demokratik kuruluşları aramışlar. (polis ve sivil işbirliği- faşistler de karşıda toplanmış slogan atmışlar) Bu devrimcilerden, partilerden hiç gelen olmamış. İşte işkece, işte kardeşiniz… İş var ama adam yok! Bu utanç verici bir olay. Ya söz verme ya sözünü tut. O sloganları yırtınarak atmakla devrim mi yapacaksınız, kendinizi mi kandıracaksınız? ‘’Kol kırılır yen içinde kalır’’ mantığı solu, sosyalistleri bu noktalara kadar sürükledi… Artık hatalar konuşulmalı. Yeniden bir başlangıç yapılacaksa, çürümüş kadrolardan sıyrılıp, yenilik hamlesi yenilerle yapılmalı… Mutfakta çürüyen çöpe atılır…

Solucan ikiye bölünmekle bir parçası yeni diğeri eski olmaz. İki parça da yaşar ama yine solucan olarak.
Gönlü işçi sınıfın zaferinden yana olan bir vatandaş olarak, her ne kadar dikkate alınmayacağını bilsem de, sınıfımın neferi olarak, üzerime düşen görevimi yapmak için bunları yazma zorunluluğunu hissettim. Yanılmayı çok istedim. Benim durumumda olan diğer arkadaşlarım ne düşünür bu vesile ile öğrenmiş olmak bile benim için bir kazanım olacaktır.
Saygılar.

Mehmet Halil
Kayıt Tarihi : 18.1.2012 22:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Halil