Ormanda çalışırken yorulduğunda dinlenmek için, en irisinden bir çam bulup sırtını ona yaslardı.”Sırtını yasladığın ağaç senden kalın olmalı, evlat! ..” derdi. Sonra da orman muhafaza memurluğu üniforma aksesuarından olan kasketini çıkartıp dizine birkaç kez vurarak tozunu silkelerdi. Cebinden çıkardığı büyük bez mendille başının terini silerken, kasketin içindeki vesikalık fotoğrafına uzun uzun bakardı. Nasıl bakmasındı ki? Fotoğraftaki Ormancı Yakup henüz 23 yaşında,askerliğini yeni tamamlamış, iri çimen yeşili gözleri, kaytan bıyıkları, dığandaki tereyağ gibi kırışıksız yüzü ile genç kızları peşinden koşturan, Hazreti Yusuf kopyası bir delikanlıydı.
O gün, Ormancı Yakup şiddetli baş ağrısıyla uyandı. Kalkmaya davrandı fakat başaramadı. Evin ahşap tavanı dönüyordu çünkü. Neler olmuştu? Evine nasıl gelmiş, yatağına nasıl yatmıştı? Hiçbir şey anımsayamıyordu. Bir ara“Hatun! ”diye bağırdı. Fakat uykusu oldukça ağır olan Zarife Hanım uyanmamıştı. Saate baktı. 23.30’u gösteriyordu. “Sabaha daha çok var.Şimdi yatıp da sabahı nasıl bulacaksın? ” diye söylendi.Tekrar kalkmayı deneyince karyoladan düştü.Emekleyerek ve acı içinde karyola demirlerine tutunarak ayağa kalkabildi.Sesini biraz daha yükselterek bir daha bağırdı hanımına. Güçlükle yattığı yerden doğrulan Zarife Hanım:” Ne oldu, adam? .Neden kalktın ki? Daha yeni yatmıştık” deyince, gittiği düğünde söylenen bir türkünün sözlerini mırıldanmaya başladı.
'Bal yapmayan arıdan, / Çuval doldurmayan darıdan, / Adamdan sonra kalkan karıdan, / Hayır gelmez, hayır gelmez.'
Bu alaycı türkünün sözlerine çok sinirlenen Zarife Hanım “Eeh! .”diyerek yorganı başına çekti ve tekrar yattı. Ormancı Yakup odadan dışarı çıkarak, soğuk suyla bir güzel başını yıkadı. Bu baş ağrısına bir miktar iyi gelmişti işte. Derin bir oh çekti. Fakat karın bölgesinde yanma ile karışık kaşıntı hissi vardı.Göbeğini açtığında nokta nokta koyu kırmızı lekeler olduğunu görünce telaşlanarak, yatak odasında uyuyan hanımını kaldırdı ve: “Bak hatun şunlara! Nedir ki bu lekeler? ” diye sordu. Zarife hanım ikinci kez uyandırılmanın kızgınlığıyla,”Ben ne bileyim be adam? Her Allah’ın günü zil zurna içersen her musibet gelir başına. Akşam dört kişi zorla getirdi seni. Git doktor Şerif kadına göster, ona sor.”diyerek tekrar yattı. (Şerif kadın tıp eğitimi görmemiştir. Fakat bilimsel olmayan yöntemlerle tedavi yaparak pek çok hastayı iyileştirdiği için kendine doktor diye hitap edilmektedir.) “Bu saatte Şerif kadın rahatsız edilir mi hiç? ” diyen Ormancı Yakup göbeğini açarak tekrar bakar. Fakat hiçbir anlam veremez bu lekelere. Bir ara askıdaki ormancı üniforması ilişir gözüne.Giysileri tamamdır tamam olmasına da, beylik tabancası kılıfında yoktur. Hemen telaşlanarak yatak odasına yönelir. Zarife hanımı yatağından kaldırarak sorar. Zarife Hanım akşam eve tabancasız geldiğini söyleyerek uykusuna kaldığı yerden devam eder.
Ormancı Yakup’u alır bir kaygı. İçi yanmaktadır. Göğsü daralmaktadır. Eliyle epeyce uzamış olan kır sakalını karıştırarak, akşam gittiği düğünde neler olduğunu anımsamaya uğraşır. Fakat başaramaz. Yalnızca Yenice Mahalleye düğüne davet edildiğini ve çokca da alkol aldığını anımsayabilmektedir. Film sanki burada kopmuştur.
Düğünde çok sarhoş olduğu için sızan Ormancı Yakup’u cemiyet sahibinin isteği üzerine Ormancı arkadaşı Cin Ali ile Kel Hakkı evine götürürlerken yolun yarısında yorulurlar. Dinlenmek için oturdukları yer, Yeni Mehmet derler yaşlı ama genç karısından dolayı da oldukça kıskanç olan bir çiftçinin evine ait avlu kapıların önüdür. 90 kilo ağırlığındaki Ormancı Yakup’u taşımak istemeyen Cin Ali, Kel Hakkı’ya evi göstererek; “Var mısın Ormancıyı burada bırakalım? ” der. Kendisi de çok sarhoş olan Kel Hakkı, bu ağır sonuçları olabilecek şakaya önce karşı çıktıysa da sonra kabul eder. Ve Ormancı Yakup’u Yeni Mehmet’in avlu kapısından içeriye sokarak oradan uzaklaşırlar. Bir süre ev kapısının önünde sızmış bir durumda uyuklayan Ormancı Yakup, yatırıldığı soğuk betonun etkisiyle bir miktar kendine gelir ve “Hatun” diye bağırmaya başlar. Bağırtılara uyanan Yeni Mehmet, elinde öküzlerin örendiresi(sopa) olduğu halde dışarı çıkar. Yerde boylu boyunca uzanan ormancıya,” Ülen pis sarhoş sen ne arıyorsun benim evimde defol git şuradan, benim başımı belaya sokma” deyince.. ormancı Yakup gülerek: “Heh! heh! he! adama bak yahu! Kimin evinden kimi kovuyorsun? (Belindeki beylik silahını çekerek) Ev benim, silah benim, at benim avrat benim, sen defol git,”diye karşılık verir. Şuuru yerinde olmayan ormancı Yakup tabancasını Yeni Mehmet’e doğru ve düzgün bir şekilde tutamamaktadır. Yeni Mehmet bu durumu farkederek, kendisinden beklenmeyen ani bir hareketle elinden tabancasını alır ve başlar ucu çivili örendiresini ormancının göbeğine sokmaya. Yeni Mehmet, yediği dayağa daha fazla dayanamayarak bayılan Ormancıyı sürükleyerek avlu kapısının dışında yola koyar ve evine girer. Daha sonra da yoldan geçmekte olan ve Ormancıyı tanıyan bazı kişiler evine götürerek hanımına teslim ederler. Hanımı binbir güçlükle sürükleyerek yatağına götürdüğü kocasının üstüne beyaz geceliğini, başına da kukuletasını giydirip yatırır.
Kopmuş olan filmin bu bölümü sansür edilmiş ve kesilip atılmıştır sanki.Tüm enerjisini geceyi anımsamak için harcadıysa da sonuç vermez. Şiddetli baş ağrıları geri dönmüş, vücudu derin bir pişmanlık sızısıyla kavrulmaktadır. Ruhsatlı silah bu.. Bulunmazsa belki de memuriyeti bitecek. Ne yapardı sonra? Kim ekmek verirdi? Hem bu yaştan sonra nerden iş bulunurdu ki? Bu düşünceler içersinde her yerde tabancayı aramaya koyulur. Atının heybesinde olabilir düşüncesiyle ahıra gider.Heybeye bakarken her zaman yanında taşıdığı bir şişe kulüp rakısı geçer eline.Tabancasını bulamayacağına kanaat getirerek,aramaktan vazgeçer ve açtığı rakıyı içmeye başlar. Üçüncü bardağı doldururken baş ağrısı geçmiş; fakat sarhoşluğu yine nüksetmiştir.
Eski yaşantıları geçer gözlerinin önünden. En çok da rahmetli Bekir arkadaşı aklına gelmektedir. Çünkü pek çok sırrını paylaştığı bir insan olan Bekir’i her geçen gün daha fazla özlemektedir.Yaktığı sigarasından derin bir nefes çeker.Özlem ve acıyla inleyerek dumanını bırakırken (Bekir’i kastederek) , ”iyiler fazla yaşamıyor bu dünyada”, diyen Ormancı Yakup derin bir of çeker.Ardından 'Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır./Bugün bayram benim canım sıkılır./Ellerin mektubu gelmiş okunur... 'türküsünü' mırıldanırken; ansızın türküyü keserek yüksek sayılabilecek bir ses tonuyla 'Ama sarhoşun mektubunu okuyan yok! Neden kimse sarhoş Yakup kulunu dinlemiyor bu dünyada? 'diye bağırırak ayağa kalkar. Her zamanki alışkanlıkla askıdaki ormancı kasketini başına geçirir.
Tabancasını aramak düşüncesiyle Yenice Mahalledeki düğün evine gitmek üzere, çeyreği içilmiş kulüp rakısını ve hanımının çocukları için hazırladığı nohut kavurgalarını alelacele heybesine koyarak hızla evden ayrılır. (o yıllarda düğünlerde alkol almak isteyenler içeceğini kendileri getirirlerdi.) Kıl heybesi omzunda olduğu halde ilçe merkezine gelir. Gelir gelmesine de Allah’tan etrafta kimseler yoktur. Çünkü evden ayrılırken başına kasketini giymiş fakat üniformalarını giymeyi unutmuştur. (Orman Muhafaza Memurları mesai saatleri dışında da üniformalarını giymek zorundadırlar.) Tekrar eve dönmeye erinir. Düğün evine bu şekilde gidemeyeceği için buraya kadar gelmişken yakın olan Bekir’in mezarını ziyaret etmeye karar verir.
Cebinden güçlükle çıkardığı sigarasını sert esen rüzgar nedeniyle yakmayı başaramaz. Çarşı ortasında park edilmiş, çırçır diye çalıştığı için kendisine Çırçır Ramazan denmesine neden olan sahsın kamyonunun altına girerek benzini tükenmiş muhtar çakmağıyla yakmaya çalışır. Birinci, ikinci, üçüncü yakma denemesi derken; kamyonun yan tarafında bulunan ve Hacı Kandır’a ait olan evin penceresi açılır.Hacı Kandır, kamyonun benzin deposunun altında çakmak çakan Ormancı Yakup’a yangın çıkarabileceği endişesiyle ağzına geleni söylemiş fakat hiç oralı olmadığını görünce evde eline ne geçerse atmaya başlamıştı ki; durumun vahametini kavrayan Ormancı Yakup Yenice Mahalleye doğru koşmaya başlar.
Mezarlığa gelen Ormancı Yakup, yaktığı muhtar çakmağı yardımıyla güç bela bulabildiği Bekir’in mezarının baş ucuna oturdu. Önce bildiği birkaç duayı okudu. Sonra da oldukça duygusal bir durumda olduğundan yaşadıkları güzel günlerin anısına birkaç damla gözyaşı akıttı. Bir sigara yaktı. Eliyle mezarın üzerindeki otları okşayarak,”Ah ülen Bekir! Ne diye erkenden göçtün bu dünyadan? Şimdi sen olacaktın ki; ne biçim içerdik ha…değil mi? ” diye söylenirken elinin altındaki heybe gözüne ilişti. İçinden çıkardığı rakıdan susuz bir yudum içti. Koluyla ağzını silerek, 'Ya arkadaş ölmeseydin şimdi bir yudum da sen çekerdin” dediği anda rahmetli Bekir, “bana da biraz ver” demişti sanki. Bu paranoya onu çılgınlık derecesinde bir eylem yapmaya yöneltmişti. Elindeki şişeden bir miktar rakıyı Bekir’in mezarının üzerine döktü. Bu ilginç sohbetin; bir yudum kendine, bir yudum mezara sırasıyla devam ettiği sularda Yenice Mahalleye kına eğlentisi için giden bir gurup kadın, Cuma mahalleye, evlerine dönüyorlardı.
Bazı çok korkutur insanı. / Yok olmak duygusu bu, tanı. / Damarında aşkla akanı, / Buz gibi dondurmakmış ölmek. /// Ağlayarak doğan insanlar. / Ağlatarak ölür uçarlar. / Ölüm yoktur desem kim anlar? / Aslında doğmamakmış ölmek.
Kınadan dönen kadınların yolu, Ormancı Yakup’un içki içtiği mezarın da bulunduğu iki mezarlığın arasından geçmekteydi. Kadınlar tam iki mezarlığın arasındaki yoldan geçerlerken, içlerinden biri korku ile çığlık attı. Dehşet içinde kekeleyerek konuşamayan kadın, ne olduğunu merak eden diğer kadınlara yalnızca eliyle mezarlık içersinde hareket eden ve ay ışığında çok belirgin olarak seçilebilen beyaz objeyi gösterebilmişti. Yanındaki kadın elini geri çekiştirerek,” Parmakla gösterme sakın! Çok günahmış,” diyerek uyardı. Bir başka kadın,” Hortlak bu hortlak! .. Bir diğeri,” Evet biri mezarından çıkmış. Bakın bakın hareket ediyor.”diye bağırınca, bütün kadınlar feryat figan ağlaşmaya başladılar.Oysa mezarlıktaki obje, üstünde beyaz geceliğiyle içki içen Ormancı Yakup’tan başkası değildi. Bu sırada içlerinden en yaşlı olanı korkusuz ve babacan tavırlarla korku ve panik içinde bağırarak kaçışan kadınlara:” Durun! Kaçmayın! Topluca düğün evine geri dönelim. Durumu adamlara söyleyelim. Onlar bir çaresini bulurlar.” diye seslendi.
Bunun üzerine kadınlar düğün evine geri dönerler. Kadınların feryadından Yenice Mahallede herkes düğün evine toplanmıştır. Konuyu anlayan erkekler camii imamına haber verirler. Çünkü ölen insanları son yolculuğuna uğurlayan kişi imam ise böyle bir krizin aşılmasında ancak bir imamın rehberliği gerekliydi. Evinde uyumakta olan imam, yatağından kaldırılarak sorun anlatılır. Önce böyle bir şeyin olamayacağını söyleyen imam, ısrarlara daha fazla dayanamayarak topluluğun başına geçer ve mezarlığa doğru harekete geçilir.
Başta Yenice Mahallesi camii imamı Karaköy’lü (Pınarcık) İzzet Hoca olduğu halde, Yenice mahallesi sakinlerinden Reşat Bey, Kır Lütfü, Con Hamdi, Dıbır Talip, Efe Aliosman, Kopuk Mustafa ve Uzun Galip gibi şahısların da bulunduğu topluluk mezarlık kapısına geldiğinde duraklar. Mezarlıkta beyaz bir obje olduğunu onlar da görmüşlerdir. Fakat kadınların söylediği gibi hareket etmemektedir. Çünkü Ormancı Yakup aşırı alkolün etkisiyle mezarın başında uyuyakalmıştır. İzzet Hoca peşindeki topluluğa dönerek sessiz olmaları gerektiğini söyleyince, mezarlıktan bazı sesler(horlama) geldiğini fark ederler. Bu garip sesler topluluğu daha bir ürkütmüştür.
İzzet Hoca tekrar guruba dönerek abdestli olmayanların mezarlığa girmeyerek yolda beklemeleri gerektiğini, olanların da mevtayı ait olduğu yere geri gönderebilmek için hangi duaları okuyacağını açıklamasıyla içeri girerler. Ve İzzet Hoca’nın sesli bir şekilde okuduğu Arapça dualar eşliğinde mezarlıktaki beyaz objeye doğru yürürler. Hortlak olduğu düşünülen Ormancı Yakup’a beş on adım kala sesini yükselten İzzet Hoca Türkçe olarak, “Ya mevta gir yerine” şeklinde telkinlerde bulundu. Bunu yaparken daha yavaş adım atıyor ve bir şekilde herkes birbirlerine tutunuyordu. Çünkü konuyla ilgili duydukları bazı söylentilere göre hortlak kendi çıktığı mezara bir başkasını sokabilirdi. Beyaz objeye iki üç adım yaklaştıklarında İzzet Hoca titrek korku dolu bir sesle, “Ya mevta! sana söylüyorum! Haydi gir mezarına! ” diye bağırınca aniden hareketlenen Ormancı Yakup esneyerek, “Ne oluyor burada? Kimsiniz siz? Ülen adama mezarlıkta bile rahat huzur vermiyorsunuz. Şunun şurasında rahmetli arkadaşımla biraz sohbet ettik. Ne var bunda? ” diye sitemler eder. Beyaz objenin Ormancı Yakup olduğunu gören İzzet Hoca ve arkadaşları gergin geçen dakikaların ardından rahatlamışlardır.
İzzet Hoca: ”Yahu ormancı! Hiç bu yaptığın Müslümanlığa sığar mı? Çok ayıp. Bu düpedüz zındıklıktır. Size yakıştıramadım.'
Reşat Bey: “Bu yaptığını amirin duysa, seni görevden atarlar, vallahi..'
Uzun Galip: “Rezil herif! . Haydi kalk oradan da burada yatan mevtalar huzur bulsun.'
Con Hamdi: “(Elindeki sopayı kaldırarak) Sopa garibi bunlar. Vereceksin odunu. Bak o zaman böyle şeyler yapabiliyorlar mı? '
Kır Lütfü: (Con Hamdi’nin elindeki sopayı tutarak) 'Haydi Ormancı! Tüyün kuruyken terk et burayı..'
Bu sözleri duyan Ormancı Yakup yerinden güçlükle kalkarak mezarlığın arka kapısından çıkarken, Reşat Ulu arkasından “Doğru evine git ve yat. Bu iş aramızda kalsın.” diye seslenir. Efe Aliosman, “Neden aramızda kalacak yahu? Söyleyelim müdürüne, bir hal çaresi bulsun. Bu kepazelik cezasız kalamaz,” diye karşı çıkarsa da diğerlerinin “Yazıktır, çoluk çocuğu sefil olmasın” şeklindeki iyi niyetli yaklaşımlarıyla Reşat’ın görüşünde birleşilir. Mezarlıktan çıkan İzzet Hoca ve arkadaşları yolda bekleyen meraklı topluluğa, mezarlıktaki beyaz objenin sadece bir köpek olduğunu söylemesiyle dağılarak evlerine giderler.
Mezarlığın arka kapısından çıkan Ormancı Yakup ise evine gitmez. Kafasına takılan tabancasını sormak için düğün evine gitmeyi düşünür. Fakat oraya ulaşamaz. Düğün evine yakın olan Avdan suyu kaynağına oturur. Hiç elinden bırakmadığı şişenin dibinde kalan rakıyı da tükettikten sonra orada sızar kalır.
Avdan suyu Keles ilçesinin ilk yerleşim noktasıdır. Bir rivayete göre (1200’lü yıllar) Yörük Çoban keçilerini Akçaalan mevkiinde otlatmaktayken; sürü lideri olan en iri tekenin ortalıkta görünmemesi üzerine aramaya başlar. Tam hava kararıp da obasına geri dönerken teke gelir ve sürüye katılır. Ertesi gün aynı şekilde kaybolan tekenin, döndüğünde sakalının ıslak olduğunu fark eder. Üçüncü gün tekeyi gizlice takip eden çoban, Avdan suyunu keşfetmiştir. Obasına haber verir. Buraya yerleşme kararı verilerek, bu güzel suyu bulduğu için Yörük Çoban’a oba reisi tarafından at hediye edilir.
Oldukça soğuk olan Avdan suyu ile son rakısını içerek sızan Ormancı Yakup’un kasketi suyun aktığı kanala düşmüş ve sürüklenerek suyun birleştiği Keles deresine gelmiştir. Derede bir süre yol alan kasket sabah olduğunda, Ormancı Yakup’un evinin bulunduğu Çukur Mahalle yakınlarında oynayan çocuklar tarafından bulunur. İçinde bir kişiye ait fotoğraf olduğunu gören çocuklar, kasketi doğruca öğretmenlerine götürürler.
Öğretmen fotoğraftaki şahsın Ormancı Yakup olduğunu görünce hemen evine giderek kasketi eşine verir. Zarife Hanım, eşi Ormancı Yakup’un nerede olduğunu sorduğunda öğretmen, “Bilmiyorum, bana da çocuklar getirdi bu kasketi. Dere kenarında bulmuşlar.” yanıtını verir. Zarife Hanım, eşinin çok sarhoş olduğunu, suya düşebileceğini söylemesiyle muhtara haber verilir. En son mezarlıkta görülen Ormancı Yakup komşuları ve sevenleri tarafından mezarlıkta, dere kenarlarında ve dağlarda aranır, ama hiçbir ize rastlayamazlar.
Muhtar Batakçı Mehmet, Belediye Başkanı Ragıp Rıfkı’ya; Ragıp Rıfkı da orman müdürüne haber iletir. Belediye ve köylerin camii hoparlörlerinden anonslar yapılır ama nafile.. Ormancı Yakup yoktur. Yer yarılmıştır da içine girmiştir sanki. Halk arasında ölmüş olabileceği konusunda tahmini konuşmalar ağırlık kazanmaya başlamıştır. Çünkü Ormancı Yakup mezarlıkta içki içmiş ve bunun sonucu olarak da mevtalar onu lanetleyerek yanlarına almışlardır.
Neden sonra öğleye doğru yatmakta olduğu Avdan suyu kaynağında uyanan Ormancı Yakup, elini, yüzünü ve başını yıkar. Şapkasını arar fakat bulamaz. Üstünde gecelikler olduğu için kimseye görünmeden tarla ve bahçelerden dolaşarak evine gelir. Kendisini arayan hanımı evde değildir. Eve girerek üniformalarını giyer. Mesai saati geçtiği ve kasketi de bulunmadığından dairesine(Orman İşletme Müdürlüğü) uğramadan, yine aynı yoldan ormanda damga yaptıkları maktaya(bölme) gider. Burada çadırda kalan işçilerle çalışmaya başlar. Olanlardan haberi olmayan işçilerden birinin kasketi ne yaptığını sormasına kızarak “Yaktım.” diye yanıtlayan Ormancı Yakup, silahının nerede olduğu sorulunca da iyice zıvanadan çıkarak “Sattım! Sattım ülen! var mı başka sorunuz? Adam gibi çalışın. Yoksa keserim mesainizi(yevmiye) ha,”diye bağırmasıyla orman işçileri arasında soğuk bir hava estirmişti.
Bir süre sonra hem çalışanları denetlemek, hem de son bir ümitle Ormancı Yakup’u bulabilmek amacıyla orman işçilerinin kampına gelen Orman Bölge Şefi Şaban bey, Ormancı Yakup’u burada görünce sevinçle haykırarak; ” Vay! Yakup bey! Siz burada mıydınız? Tüm Keles seferber olmuş sizi arıyor.” deyince bu sözlere hiçbir anlam veremeyen Ormancı Yakup gülerek:”Allah Allah! .nereden icabetti acaba? ” diye sorar. Şaban bey:”Çocuklar sizin evin yakınındaki dere kenarında kasketinizi bulmuşlar. Öğretmenlerine götürmüşler. Öğretmen hemen evinize giderek eşinizi haberdar etmiş. Oda ne yapsın biçare? Muhtara söylemiş. Muhtar Orman İşletme Müdürüne, Müdür Belediye başkanına derken tüm Keles sizi konuşuyor şu anda. Haydi toparlanın da sizi ilçeye götüreyim,”der.
Ormancı Yakup, elini şefin omzuna koyarak: “Eee şefim! Bak siz gençsiniz şimdi.. Bu sözlerimi unutma emi? . Evinize gidemeyecek kadar içkiliyseniz ve içinde fotoğrafınız bulunan bir kasketiniz varsa; sakın ola ki, su başında veya dere kenarında uyuklamayınız. Bu sözlerle ne demek istediğini soran Bölge Şefine: “İşe bak! Benim bile bulamadığım evin yolunu şuncağız kasket nasıl da bulmuş, değil mi? Aferin ona..” deyince gülüşürler.
Ormancı Yakup emekli olduktan sonra, Bursa Altıparmak caddesinde bir tekel bayiini işletirken; işyerine geldiği bir günün sabahında, kimliği bilinmeyen bir aracın çarpmasıyla yaşamını yitirir.
Aradığım dost söyleşilerdi.
Ak saçımın her telinde,
Her akşam acılar bulduğum,
Gönlümün mayhoş gülüşüne aldanarak..
Aylak boğuntularda,
İhtiyar olmadan tükenirken;
Rakı bardağında yüzdüğüm meyhanelerin,
Soğuk mezeleri tadında,
İki yüzlü tanışlarıydı:
Selamları sayısınca unutulacak insanla,
Sarhoş yaşamak.
Kayıt Tarihi : 30.1.2007 10:59:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Ormancı Yakup'un anısına armağanımdır.
![Ahmet Zekai Yıldız](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/01/30/evin-yolunu-bulan-kasket.jpg)