Hıdrellez hazırlığı hem gelenek hem adet,
Börek, mısır, yumurta poğaça ve peksimet…
Kuyruk denilen tepsi teferrüç de denilir,
Kalburüstü, peksimet, sütlaç ikram edilir…
Uğur gibi şeyler var yürekten inanılır,
..
Aşk nere gittiii. İşte bu feryadı basmadan önce aşkı nasıl elimden kaçırmam, bunu bilmek lazım. Kadın yada erkek, bedensel farklılıkları bir tarafa bırakırsak hepimizin sevilmek sevmek denen o doyuma ihtiyacımız var. Aşk bir heyecan fırtınasıdır. Olağanüstü şeyler hisseder hatta yaparsınız çoğu zaman,o zamanlarda herşeyde bir abartı yaşanır.Her zaman ki elbiseniz,eviniz,yürüdüğünüz yoldaki ağaçlar bile farklı gelir,oysa herşey aynıdır sadece siz aşık bir gözle bakmaktasınızdır etrafa..yakında görüş mesafesin de ıse o aşk duyduğunuz aşkınız siz uzaktan olsun görebilmek için defalarca denenmemişleri bile denersiniz..ya uzakta ise işte aşkın ızdırap defteri sayfalarını açmıştır çoktan..Şarkılarınız hasret çığlıklarıdır,halay bile çekseniz ritminde özlem vardır mutlaka...Ya şiirler, kiminde kavuşmayı,kiminde uzaklığa isyanı,bir çoğunda da o an ki ruh halinizi etkileyen ne varsa onu dökersiniz dost satırlarınıza..satır aralarındakileri aşıklar daha bir anlar..nedense.. Ya da sessiz iletişimler yaşarsınız. bakışında, yüzünde oluşan her mimik sizin radarınıza girer,binlerce gelgit yaşarsınız o kısacık zaman aralıklarında bile. Birgünnn..işte o gün yakınlığın günüdür.Gün bugün vakit bu vakittir hani..Gözlerin başlattığı yolculuğa iki kişi çıkarsınız. O anda yine renk değiştirmiştir tüm alışık olduğunuz mekanlar,olumsuz, berbat görünen ne varsa sizlerin pembe gözlüklerinizin ardında nede farklı görünür.Hayat ne güzeldir..lay lay lomm. Para.. ne önemi var canım. Aile.. ben seviyorsam ailem dünden sever..ya da onlar bizi rahat bırakırlar canım..Annem sen mutlu olursan (onunla) ben daha çok mutlu olurum.Yalannn.. Hiç bir ebeveyn o yaşa kadar onu seven sevdalısından öyle kolay vazgeçmez. Elinde saçlarından yapılı süpürgesi,ömrünü verdiği banka kumbarası vardır. Nasıl olur...olmaz... Hadi o kadar uzağına gitmeyelim yine o ilk el tutuşmaya dönelim. Dönelim mi.. Döndükkk. Gözler birleşti..kalp atışları 110 a çıkmış eene oluyorr, etkileşim başladı. Boğazınızdan akan o sıcak şey ne. Halbuki daha bir şey içmediniz.. Belkide kış ayazında o an parkta,yada sahildesiniz soğuk,ama ikinizde hissetmezsiniz,hatta terleyen ellerinize 320 volt elektrikle yüklenmiş vücüdunuzdan dışarı taşan sıcaklığa hayret edersiniz. İşte aşıksınız..Buna benzer bir sürü olağanüstü duygular sizi sarmıştır artık.O gün,belki de bir daha asla yapmayacağınız bir şeyi yaparsınız.. Birbirinizin gözlerine bakarsınız,bakışlarda aşk konşur..siz susarsınız.. ilk günlerde ki bu heyecan fırtınası,tabiatın gereğine de bağlı olarak yerini daha hafif esintilere bırakır. Bu arada sizler konuşmaların en faturasızını,uykuların en hafifini, gülme ve ağlamaların zamansızlarını yaşarsınız.Yemek yemeyi,onu düşünürken unutursunuz, onun olmadığı zamanlarda..Herkese karşı ne kadar da sevgi dolar yüreğiniz.Üst kattaki komşu dün üstünüze halı çırpmış bile olsa, başınızı kaldırıp ona gülümsersiniz..Hayat ne güzell,aşığımm, kuşlar gibiyim..yada herşeyi yapabilirimmm güçlüyüm benn aşığımm. Zaman geçmeye devam ediyor...ilk günlerde buluşma yerine erkenden gelen sevgililerin geciktim afedersin, trafik tıkandı..tam çıkarken misafir geldi gerçekleri başlar. Burkulmalar,incinmeler, acabalar,yoksalar düşüncelerinizin yatılı misafirleri olur artık..Belkide ailelerle tanışılmıştır bie bu arada..İki aileninde tek düşüncesi vardır başlangıçta 'yavrumuz mutlu olsun' üzerimize düşen neyse yaparız.Ben bu sözü bir çok aile için çok gecikmiş bir eylem bulurum.Çocuğun hayata hazırlanmasında,ailedeki örnek yaşamın büyük rolü vardır.Her insan öncelikle ailesinden gördüklerini kopyalar hayatında, sevgiyi,saygıyı,değer vermeyi,şiddeti,küfürü vs daha birçok şeyi adının evlilik olduğunu ögrendikleri,evlilerin evlerinde öğrenirler..tabi bunda o evin ev mi yuva mı olduğu konusudur işin bam noktası.,yuva ise içinde olumlu alışkanlıklar edinebilirsiniz. Amaa sadece ev se yaşanan birlikteliklerde olumsuz ne varsa,kopyalandığı için taşırsınız hayat boyu..'biz böyle gördük'.hayırrr efendim..olmaz, yaşayacağınız hayat farklı olmalıdır.Ne siz annenizsiniz, ne o babanız, yada o sizin anneniz değil,sizde onun babası değilsiniz. İkinizde farklı bireylersiniz, aileniz,kültürünüz,hayat felsefeniz,arkadaş çevreniz,belki işiniz hatta diş fırçalamanız,giyim tarzınız farklıdır.Bu örneklemelere daha yüzlerce farklılık eklenebilir. işte aşk bu farklılıkların farkedilmesi haline kadar fırtına haline devam eder.Zaman durmaz..insanın da doğası gereği durağan olması beklenemez, Fırtınanın ardından güneş açar bazen..dingindir.Onun ışığında huzur bulursunuz, gözlerinizde o pembe gözlükler yoktur ama. renkler parlar,herşey aslına uygundur.İşte bu sevgidir. Kalıcı olan budur.Tüm farklılıkları farkederek birlikte olmayı istemek..sevmek. Ayakları yere basarak,olduğu gibi,değiştirme savaşına girmeden,üstünlük kompleksine kapılmadan,onu sadece onu yaşamak,Aşkı bir guguklu saate koymak lazım bence.Yada takvimlerdeki her ayın 1inci gününe...saat başı heyecanı hatırlatsın. Ayın ilk günlerinde geçmiş ayın yaşanmışlıklarının ardından heyecanı tekrar hatırlatsın diye..Aşk ve sevgi o zaman kaybolmadan, bir yerlere kaçmadan hayatımızda olurlar belkiii.. ne dersiniz...
..
Eve yatırım yaptın ama ev tenha yerden,
Uzaklaştın milletten yazlık ev diyerekten…
Toplumum kötü değil tümden de terk edilmez,
Şaibeli köşeler fazla da sevilemez…
İt köpek dadanırsa baş dahi edemezsin,
..
Piyango
Her zamanki gibi akşam saat 20.00 de eve geldi. Geliş saatini şaşırdığı, senede iki defa olurdu; ikramiye aldığı günler. O da evden izin almak kaydıyla. Arkadaşlarıyla imece şeklinde felekten bir gece çalarlardı. Hepsi maaşları ay sonuna kadar yetiremediklerinden ucuz bir lokanta bulup, hep aynı yere giderlerdi. Lokantanın müşterileri dar gelirli işçi, memur ve küçük esnaflardan oluşuyordu. Kapıyı anahtarıyla açtı. Ceketini kapının yanındaki askıya asarken, kilitte bir anahtarın dönme sesini ve arkasından kapının açılıp kapadığını duyan hanım koşturarak adama terliklerini verdi ve “hoş geldin bey günün nasıl geçti. Önce yemeğe mi oturalım yoksa biraz sırtını mı ovdurursun,” dedi. Adam içinden” garanti bir şey isteyecek beni tavlama numaralarına başladığına göre” diye düşünürken dışından “Yok hanım yemeğe oturalım, sende akşama kadar yoruluyorsun. Çocuklar nerde niye gözükmüyorlar? Garanti bir kabahat işlemişlerdir gene; sende beni yumuşatmaya mı çalışıyorsun? ” Diyerek hücuma geçti.
Yirmi senelik evlilik hayatı onlara şimdi on beş yaşında bir kız ve on sekiz ya-şında olan bir erkek çocuk vermişti. Kız lise ikide, oğlan da ikinci defa Üniversiteye hazırla-nıyordu. Dershane parası çıkışmadığından sınav dergilerinden ve gazetelerin, tiraj arttırmak için verdikleri eklerle idare ediyordu. Annesi de oğluna hak verip diğer talebelerin, on bin-lerce lira dershane parası ödeyerek; kazandıklarını söylüyordu. Adam bir şey söyleyemiyor, tevekkül ile boyun eğiyordu. Kadın kocasına büyük sevgi ve saygı duyuyor, ama ne çocukları, ne de kendini başından beri ezdirmiyordu. O yetersiz maaşla evi pek de güzel idare ediyordu. Kuaför ve makyaj gideri yok denecek kadar azdı. Paralı günlerden aldığı birikmişlerle; evin bir eksiğini kapatıyordu. Çocukların harçlığını ve eğitim giderlerini kısmamaya çalışıyorlardı, ama bir türlü çocukları memnun edemiyorlardı. Adam karısının ev idaresinden oldukça hoşnuttu. Ama bazen de iş yerinde ki stresinin eve gelince arttığını hissediyordu.
Kadın” aaa hiç öyle şey olur mu, bizim için koşturuyorsun, yorgunluğunu alalım da güler yüzle iki çift laflayalım istedim, zaten söyleyen gitti, ne halin varsa gör. Çocuklar hadi sofraya… Babanız geldi” diye içeriye seslendi. Adam söylediğine söyleyeceğine pişman olmuş, başı önde lavaboya geçmişti. İçinden de; (bu sefer tutturamadık ve 1-0 yenik durumda başladık akşama, bakalım beraberlik gelecek mi?) diye geçiriyordu. Sofrada çocuklar babala-rının hatırını aldıktan sonra, anneleri tarhana çorbası koymaya başladı tabaklara. Oğlan (gene mi çorba?) derken lafı yuttu, bu sene boş gezdiği gelmişti aklına. Kız, hazmı kolay ve kilo yapmadığını düşünerek; ses çıkarmadan üfleyerek ekmeksiz içiyordu. Adamcağız başka yemek yoktur kaygısıyla; çorbanın içine yarım ekmek doğradı. Kadın kocasına baktı ve “bu gün çok açsın herhalde, kıtlıktan çıkmış gibisin. Bulgur pilavını da ekmekle yersen şaşmam” diyerek ikinci yemeğin sinyalini verdi. Adam bu işi sevdi ve karısını pohpohlamak için “Bu kadar az parayla böyle leziz ve çeşitli yemekler yapmanın bir sırrı olmalı değil mi çocuklar? “ diyerek de müttefik aradı kendisine. Çocuklar hafta başında aldıkları haftalığın üçüncü gün bittiğini; babalarına nasıl söyleyeceklerini bulamamanın sıkıntısıyla, yarım ağızla destekle-diler. Kadın birden bire; ev sahibinin hanımının geldiğini ve bir aydır geciken kiranın bir an önce ödenmesini, sert bir dille rica ettiğini söyleyiverdi. Ev sahibesi ayrıca bu semtte; iki oda bir salon evlerin bu fiatın iki katına, o da bulunursa kiralandığını, beş yıllık kiracıları olma-salar, çoktan tahliye işlemlerine başlamış olacaklarını da; münasip bir lisanla sözlerinin arka-sına eklemişti. Bulgur pilavı adamın boğazına durmuş; aşağı gitmiyordu. Nefes alamadığın-dan, yüzü kızarmaya başlayınca; bir eliyle masaya vurup dikkatlerini çekmeye çalışıyor; öbür eliyle sırtını gösterip, vurun demeye getiriyordu. Hanım adamın sırtına üç-dört yumruk attık-tan sonra biraz rahatladı. Üstüne bir bardak da su içince; yeniden Dünya ya gelmiş gibi oldu. Şimdi, kapıdaki yumuşak karşılamanın sebebi anlaşılmıştı. Ne ucuz ev bulabiliyorlar, ne de geciken kirayı, ikramiyeden önce ödeyebileceklerine inanıyorlardı. İşe gitmek için iki vasıta, gelmek için keza iki vasıta ücretini de kiraya eklerse; maaşın yarısı böyle gidiyordu. Gazete-lerde icra-iflas haberlerini okuduktan sonra, kredi kartı almaktan korkmuş; iyi de yapmıştı. Mahallede ki bakkal, veresiye yazdıranlara birazcık pahalı verse de; ay sonunda ne verirsen fazla itiraz etmiyordu, ama aydan aya, hesap hiç düşmeden kabarıyordu sanki. Kasap peşin istediğinden değil beyaz etin daha sıhhatli olduğundan, beyaz ete dönüş yapmışlardı. Ayda bir yarım kilo kıyma alıp bol ekmek katıp köfte özlemini giderseler de; balık bile kara etin tadını unutturamıyordu. Giyim, kuşamı da pazardan hallettikleri halde; her ay açık veriyorlardı. Adam” Hadi az şekerli bir kahve yap da… Yok, yok, istersen çay demle de hep beraber içelim ve aile meclisi olarak bu durumumuzu konuşalım.” Dedi. Kız sofrayı toplayıp masayı silerken, annesi de çayın suyunu ocağa koyuyordu. Oğlan harçlıkları arttırma talebinin, bu akşamı kötü sonlandıracağını düşünerek ertelemeği yeğ tutmuştu. Aslında dershaneye de gitmediği için; biraz harçlık artırımı yapsalar; hiç de fena olmazdı. Ama kira gündemdeki ilk sırayı almış, diğer maddeler önemini kaybetmişti. Çaylarını içerken, adam ilk sözü aldı ve ekonomik yetersizliği kısaca özetledikten sonra; bu durumdan çıkmak için fikirler ve önerilerinizi bekliyorum dedi. Kadının dikiş makinesi alınırsa; terziliğini konuşturabileceğini ve aileye önemli katkıda bulunacağını, söylemesi üzerine; adam bunun olmayacak duaya amin demek olduğunu, dikiş makinesi alacak para olsa; kira sorunu olmayacağını söyledi. Bu sefer de kadın evlere temizliğe gidebileceğini, çalışmaktan utanmayacağını, bilakis mutlu olacağını söyleyince; başta adam olmak üzere çocuklar da itiraz ettiler. Evin işlerini kim yapacaktı? Pazara kim çıkacaktı? Yemeği kim yapacaktı? V.s. Aslında annelerinin yapacağı işten utanıyorlar; toplumda ki sosyal durumlarına uygun görmüyorlardı ve itirazlarının asıl nedeni buydu. Çocukların katkısı da harçlıklarıyla yetinmek; demek oluyordu. İkisinin de suratları biraz ekşimişti. Adam dua etmekten başka çaremiz kalmadı artık derken; kadın da “duayla maaş arttığı? Hiç görülmüş mü bey? İyiden iyiye saçmalamaya başladın. Kalk yat bari, dinlen, kendine gel” dedi. “Gelmeli hanım bu yılbaşı para gelmeli! Yoksa ne yaparız? ” dedi adam. Cevabı hazırdı kadının. “ Demek verdiğin siparişin naklini bekliyorsun bey.” Diye hafiften dalga geçiyordu kocası ile. Adam istihzayı sezinlemiş ama üstüne gitmemişti karısı-nın, bir tatsızlık daha çıksın istemiyordu, bunca tatsızlığa ek olarak. Elini pantolonunu cebine atarken de hepsine birden sordu.”yılbaşına kaç gün var? ” Bir ağızdan cevap verdiler iki gün var. Adam tekrar sordu ”yılbaşı çekilişinde büyük ikramiye ne kadar? ”
Oğlan cevap verdi “On beş milyon, ama şehirde bilet kalmadı herkes küçük yerlere gidiyor; bilet bulmak için. “
Adam elini cebinden çıkarıp “üçüncü ve son soru bu elimde gördüğünüz ne? Dedi. Çocuklar piyango bileti diye bağırırken; kadın histeri nöbetine tutulmuşçasına katıla, katıla gülmeye başladı. Gözünden yaşlar gelene kadar güldü. Gülmesi bittiğinde yorgunluktan divana uzandı. İçinden kim söylemişse iyi söylemiş; güleriz ağlanacak halimize diyordu. Adam fena bozul-makla birlikte; Peki karıcım ya çıkarsa o zamanda ben gülebilir miyim? Hem çıkmış gibi hayal kurmanın, iki gün umutla yaşamanın, iki gün boyunca bütün isteklerimizi sanal olarak yapmanın kime, ne zararı olur? ”
Adam, önce bir araba alırım deyince kadın yattığı yerden doğrularak “Saçmalama bey, bize önce ev lazım. En az dört oda bir salon iki banyo, çocuklara birer oda, bir misafir yatak odası, banyonun biride misafir için, mutfak hazır dolap ve ankastre olmalı ve geniş olmalı ki; yemek masası da orada olmalı” dedi. “Çok haklısın anne! Çok yerinde görüşlerin var” dedi kız. Oğlan hemen taşı gediğine koydu. “Harçlıklar yetmiyor. Üniversite hazırlık için dershaneye yazılmalıyım, gidip-gelmek için de; takdir edersiniz ki bir motora ihtiyacım var” deyince; kız lafa girdi “motor deyince aklıma geldi, bizim bir deniz motoruna ihtiyacımız olacak değil mi babacığım? ” “Haklısınız bunların hepsi de bizim ihtiyacımız, herkesin ihtiyacı tek tek yerine getirilecektir. Ben de spor bir alfa-romeo alacağım kendime.
..
Ev ev kapandı yine yeryüzü geceye
Dilinin altında kalan yüreğiyle yine
Kimbilir gün doğuyordur yine de
Bir yerlerde
Birilerine
..
Hani bir şarkımız vardı,
İlkokulda söylediğimiz,
Orada bir ev var uzakta,
O ev bizim evimizdir,
Yatmasak ta kalkmasak ta
O ev bizim evimizdir.
..
GÜNLÜĞÜMDEN-8
Merhaba sevgili Tutku! Epeydir söyleşemedim seninle.Ama boşuna değildi sana gelemeyişim.23 Mayıs 9 Haziran tarihleri arasında,Buket bendeydi.Bu arada,Işık teyzemi de ağırladım.
Tutku,tüm düşlerim gerçekleşiyor.Bir evim var ve konuk ağırlayabiliyorum.Kardeşim,benim yanımda tatil yapabildi.Teyzem de gördü,özgür yaşamımda,bir evi nasıl çekip çevirdiğimi.
Tutku,özgür olmak,kendi evinde,dilediğini yapmak,çok güzel.Artık,ait olduğum yerdeyim.Normal bir hayat yaşıyorum.Güzellikleri-mutlulukları ve her tür sorunlarıyla.Herkes gibiyim.
Akşamüzerleri ve geceleri,balkonumda oturuyorum.Diğer apartmanlardaki evleri ve yoldan geçen insanları seyrederken,mutlulukla gülümsüyorum.Ben de onlar gibiyim diyerek,evimi seyrediyorum.Huzur doluyor içime.
Hapishaneden çıkmış gibiyim.Hiç kendi hayatım olmamıştı.Ailemin yanında bile.Hep başkalarının hayatını yaşamıştım.İstanbulda,son yıllarda,bahçeye çıkıp,apartmanlara bakıp bakıp,çok ağlıyordum.
Şimdi her şey düş gibi.Ama gerçek.Bu eve geldiğimde, hafifçe tedirgindim.Komşular beni,nasıl karşılayacaklar? Düşüncesi vardı usumda.
..
Ev meh meha Ramazan......................Bu ay Ramazan ayıdır
Mü'min dühinı Kur'an............................Mü'minler Kur'an okur
Belı kırıme iman....................................Elbet iman etmişim
Tu hır hati Remezan.............................Sen hoş geldin Ramazan
Roci emrı Rahmane............................Oruc Allahın emri
..
Hoy ev hoye dem ev deme ji bo gelan xweş xelate
Me destpêkir dijrabûne, em serpêne roj ev waxte
Bo me Kurdan doz pêşeme, pêşengê me dil û cane
Pir zaneye pir serwexte, xwe jî serokê Kurda ye
Bi can bi dil gel tev rabûn çalakîya me gelane
Rawestan jî tu ne kare çalakîya me gelane
..
zımané me zımanek şirine hüngüviye.
jı gülu nergızare bexçeye u zeviye.
ne rénın ku iroj bé kese bé xwediye.
rewşa teveké zımana zımané kürdiye.
dı navde hınar hene.yek yek lıbé tırine.
teveké cihané lefiyane wi jı xwere ne kırine.
..
HAYATIMIN GİZEMLİ ANLARI
7
Validemin 5.erkek çocuğuyum. Validem 4. erkek çocuğundan sonra kız çocuk istemiş ama bu kez de amaçlarına ulaşamamışlardı. Ama yakışıklı olduğum için bir nebze olsun ferahlamışlar, bana çocukken ölen büyük abimlerden birinin ismini vermişlerdi.
..
***- Tündér az új év-001 -Hungarian -46
Tudja ön....
Tündér az új év....
Új év..
Boldog lesz...
..
8 mart 1857 yılında ABD yaklaşık 400 kadar çalışan kadının iş hayatında uğradıkları haksızlık ve zulümden dolayı başlattıkları ayaklanma sonrası kadının iş verene ve erkeğe karşı aldığı tutum karşısında tapular teker teker yıkılıp kadın hak ettiği değeri ve saygıyı elde etmeye başlamıştır geçte olsa.
M.K.Atatürk Cumhuriyeti ilan etmesi ve medeni kanunlar yasasından sonra Türk kadını bir nevi rahatlamıştır.Buna mutabık kılık kıyafet düzenlemesinden sonra kadınımız kara çarşaflardan çıkıp özgür giyime kavuşmuştur ne var ki halen günümüzde özgür giyinen kadın pek hoş gözle görülmemektedir.Atatürk,ün ilke ve inkılaplarından sonra kadınımız çalışma hayatında erkeği aratmayacak kadar beceri ve yeteneğe sahip olduğunu ıspatlamış bulunmaktadır.
Ülkemizde kadınımıza yapılan haksızlık ve bencilce davranışlar kadınımıza olmayan öz güven sonrası kadınımız içinden çıkılması güç bir duruma düşmekte çıkarsızlık ve yoksun kaldığı saygı ve sevgiyi anlayışı dışarıda aramaktadır.Ülkemizin kısmen dogu ve Karadeniz bölgelerinde kadınımız şiddete hakarete kısıtlamaya daha cocuk yaşta maruz kalmaktadır. Bunun sonucunda baskı ve şiddet altında yetişen kızımız evlilik sonrası eşinin uygulamış oldugu fili ve sözlü şiddete maruz kalmakla beraber ev hapisi yaşamaktadır bu böylemi olmalı neden kadın hak ettiği degeri görememekle beraber ugradıgı haksızlık karşısında sesini cıkartamamaktadır.tabiki bunun tek bir sebebi bulunmaktadır ilk öğretim sonrası kız cocugunun okul hayatına son verilmesidir.Batı bölgelerimizde ve gelişmiş illerimizde kültür seviyesi yüksek tahsilli devletin bir cok mercisinde görev alan iş hayatında kendini kanıtlamış kadınımız aynı şiddete maruz kalmaktadır.Peki neden susmakta boyun bükmekte bilmezlermiki ne kadar susarsan o kadar sürüp gider bu haksızlık.Bilirler elbette ne var ki cevrelerine rezil olma korkusu sebebi ile ses cıkarmaktan korkarlar maruz kaldıkları şiddet sonrası şiddetin eserlerini makyaj sayesinde kapatmaktadırlar.
Kadınımız dünyanın hic bir yerinde görülmemiş bir sadakat ve duygu ile evine eşine aile bireylerine bağlı olup aile ici gecim kalkınmada büyük önem taşımaktadır.Ne varki Türk erkeğinde kadın ev işlerini yapan bah bahce ile ilgilenen birde üç beş cocuga bakma ile yükümlü akşam eşinin cinsel isteklerini karşılayan hic bir sosyal hakkı olmayan bir nevi robot.Madalyonun öbür yüzüne baktıgımızda bir yuvayı yuva yapan erkegi adama yapan evi ev yapan kadındır.Erkek sıkıldıgı zaman kahvesi maçı alkolü arkadaş ile gezme hovardalık yapma hakkına sahip iken kadınımız robot misali evine tıkanıp kalmakta.Aile icinde olsun sosyal yaşantıda olsun bir bayan saygı sevgi kendine deger verilmesini kendinin anlaşılmasını beklerken bizim erkeklerimiz ikinci sınıf olarak nitelendirmekte kadınımızı.Hurafeler be örümcek beyinli olan erkeklerin saltanatı altında maruz kaldıkları şiddet ve cinsel tacize ses cıkaramamakta kendini savunamamaktadır. Gercege bakıldığında Türk kadını değimliydi cephede savaşan erzak cephane taşıyan yaralıların yaralarını saran. Bizler şimdi bu vatan üzeride huzurlu bir şekilde yaşıyorsak kadınımız sayesindedir.Bu gerçek kabul edildiği halde biz kadınımıza hak ettiği saygıyı göstermiyoruz.İşin aslı bir erkek kadına muhtactır kadının yönlendirmesi sayesinde adam olup toplum icine cıkabiliyor.
..
Ev çi dimen çi dûmane? Fîgana, fixana dilane,
Zordestî ya neyarane, hawarîya me gelane!
Derdê welat pir girane, deşt û zozan lê xopane…
Mal wêranin gund xeranin, xemgînîya me gelane.
Ev zor dewlet yê Tirkane, dijrabûna me Kurdan e,
Ev şerek pir girane, dijminê hov me nikare;
..
Çok, çok eskilerde bu bastığım yerdeydi evimiz. Solumda, Selçuklulardan kalma damlı, güdük minareli, tarihi Mescit. bitişiğinde Erciyes’in buz gibi suyunun pöğreğinden güldür güldür akıp yalağına döküldüğü, büyük baş hayvanların kana kana içtiği sokak çeşmesi. Önümden on adım ileri de mahalle arasında kalmış mevsimine göre, lahana, pırasa, havuç, turp. marul, domates, biber ve salatalığın yetiştirildiği büyükçe bir sebze bahçesi.
Bu sebze bahçelerinden hemen, hemen her mahalle aralarında vardı. Mübalağasız her evin ahırı, ahırında da, birer büyük baş, yada küçük baş hayvanı olurdu. Sabahları Camız ve inekler harman yeri denen yerde toplanırlar, çobanın ıslık sesiyle otlanmaları için o zamanlar mera olan, şimdilerde yerleşim alanına dönüşen Gaziosmanpaşa Mahallesi, Karpuzatan mevkine götürülür, akşam yine aynı yerden de ıslık sesiyle evlerindeki ahırlarına dağılmaları sağlanırdı. Hayvanlar toplanma yerine kendileri gider kendileri gelirlerdi. Çoban azık bohçasını her gün ayrı hayvanın boğazına bağlardı. Sahibi sabahları hayvanıyla birlikte toplanma yerine gelir, çobanın azığını ve ücretini elden verirdi.
Okullar kapanıp yaz gelince genelde aileler bağ evlerine göçerlerdi. Aile reisleri şehirde kalır ticaretle uğraşır, hafta sonları ya da her akşam canlı vasıtalarıyla bağ evlerine dönerlerdi. Hali vakti yerinde olanlar Talas, Hisarcık, Germir, Mimarsinan. Orta halliler, Eskişehir Bağları, Hacılar ve Mahrumlara göçerlerdi.
Bazı evlerin önünde, “Yaylı “ at arabaları vardı. Romalı gladyatörlerin savaşlarda kullandıklarının benzeri bu arabalar, uyarlanmış lastik tekerlekli iki kişinin bindiği süslü arabalara dönüştürülmüştü. Bu zenginlerin evlerinin ahırında ayrıca atlar için de Musullar vardı. Bahar geldiğinde ahırların tabanı bellenir, kemreleri gübre olsun diye sebze bahçelerine verilirdi. Baharları mahalle araları mayıs kokardı.
O dönemlerde bırakın mahalleleri şehirde sayılıydı otomobiller. Bazı evlerin önünde Tek ya da çift atın çektiği süslü faytonlar vardı, şimdilerde taksilerin yerini tutan. Sokaklar nal sesiyle inlerdi. Dört lastik tekerlekli at arabaları vardı çokça, nakliye işlerinde kamyon gibi kullanılırlardı.
Sokaklarımız taş kaplıydı, öyle sık sık eşelenmez, köstebek gibi delik deşik edilmezdi. Tek tırnaklı hayvanlar gibi hada çift tırnaklı İnek, Öküz gibi hayvanlarda nallanırdı, tırnakları aşınmasın diye. Kadınlar sokak çerçilerinin ne sattıklarını çığlıklarından, hayvanlarının nal sesi ya da kişneme sesinden bilirlerdi. Çerçiler katır ya da atlara çatılmış büyük küfeler içerisinde pazarlarlardı sattıkları ürünleri, sebzeleri. Hele bir çerçi vardı ki yarım asırdan evvel, çığırışıyla sokakları inletirdi. Katır semerine çatılı küfe içerisinde sakatatları satmak için “ Koyun ayağı var Kelle var” diye bağırır inletirdi sokakları. Bir seferinde Düven önünden, Kağnı pazarına doğru giderken, Adem ağanın konağının önünde, o sakatatçı yönünü konağın üst kat penceresine doğru dönüp iki elinin ayasını ağzına dayayarak, yine aynı ses tonuyla “ koyun ayağı var kelle var” diye avazı çıktığı kadar bağırır. Adem Ağa pencereyi açar, önünden geçip giden sakatatçıya “ ne bağırıyonğ lan, benim evden başga ev bulamadınğmı gandıracah, kosnüg der. Sakatatçı uzun boylu, Adem Ağa yaşlarında birisi idi. Biraz komik bir tavırla,bir eli katırının yularındayken, diğer eliyle küfeyeden çıkardığı kelleyi ağaya sallayarak, ne gızıyon ağa, belkim ağanın da canı çeker diyi bağardımdı ” der. Aynı nakaratı bir daha çağırarak uzaklaşırken.” Get lan işine sümsük herif diyi, sokranarak penceresini kapatır, Adem Ağa”
Her mahallenin ev ekmeği pişiren fırını vardı. Ev hanımları hane halkına göre, bir hafta yetecek kadar hamuru akşamdan yoğurur, sıra kapmak için sabah namazını müteakip bakır leğenler içerisindeki hamurlar omuzlarda fırınlara taşınırdı. Ekmek pişiricisinin arkasında bulunan bel hizasında yükseltilmiş tezkerelerin üzerinde sıra sıra. Bu tezkerelerin üzerinde bazen otuza yakın leğen sıralanır, geç kalanların ekmeği öğleden sonraya kalır, komşulardan ödünç alınırdı. Biz çocuklar birkaç gün sonra bayatlayan ev ekmeğinden bıkar, illa ki çarşı ekmeği diye tutturur mızmızlanır hadda bir tonda azar işitirdik ebeveynlerimizden. Yalanda değildi hani. Hamur mayalı o mis gibi kokan somun ekmeğine ve meşhur Şıhaslan Fırınının çıkardığı, kapalı uzunca pidesine doyum olmazdı. O pideler hemen hemen her bakkalda bulunurdu. Bakkalcı bilirdi pidenin yanında çemenin gittiğini. Öğlenleri okul aralarında veya oyun seyrederken. Yirmi beş kuruşa çeyrek, elli kuruşa yarım pide arası çemen ekmeği ne keyif ve iştahla yerdik Bilmezdik ne hamburger ne kola, ne döner, ne ayran. Bilseydik de alamazdık ki.
..
Güle güle git Arap...
Sen, nereden çıkıp geldin öyle birdenbire? O kadar ev varken, neden Hacer'imin evinin çatısını tercih etmiştin bilmiyoruz. Sanırım onun iyi gönüllü bir insan ve harika misafirperver bir ev sahibi olduğunu bilerek geldin, yerleştin oraya...
Çok iyi bakıldın; pişen tavuk ciğerleri, hazır mamalarla ve Mustafa’nın (Hacer'in eşi, benim de en eski dostlarımdan ve bana ağabeyliğini en güzel yaşatan insan) yaptığı özel kulübende, ooohh bir güzel kış geçirdin. Şimdi gittiğin yerde mutlu ol arkadaşlarını bul, sev onları, koş oyna, savaşma seviş, özgürlüğünün tadını çıkar. Tabii ki Hacer'imin güzel mamalarından bulamayacaksın sokaklarda, artık idare edeceksin kedicik, ne yapalım.
Gitmeyi sen istedin, aynen kendi isteğinle geldiğin gibi…
Aslında kimse kısıtlamadı senin özgürlüğünü, bu kendi seçimindi, inatla ve azimle kalmak istedin. Ev halkının ve arada benim de dahil olduğum, seni geldiğin yere tüm geri gönderme teşebbüslerine de karşı çıkarak yaşadın orada... Eh baktılar ki gitmiyorsun bir sebebi vardır,Tanrı misafirimizsin dediler bizimkiler ve terastan katıldın aileye. Zaman ne çabuk geçmiş, tam altı ay olmuş kaldığın süre.
..
Bir titreme sarsıntı-kısa bir baş dönmesi
Ne oldu ne oluyor-ışıkların sönmesi
Yıkıldı yıkılacak-ilk donup kalıyorsun
Akla kaçmak geliyor-altlara dalıyorsun
Ev sokak cadde ve köy-mahalle ilçe belde
Bu ışık sönmemeli-tutulmalıdır elde
Nere nasıl ne biçim-merdivenler asansör
..
Dostlarım gene geldi bir pazar.küçük
oğlum Burak henüz bir kaç aylık biz İstanbul Kartalda oturuyruz,eşim şark hizmetini yapmadığı için Merzifona tayinimiz çıktı yıl. 1976
Annem -Bak oğlum bizi burada herkes tanır sen eve barka gelmiyorsun karın
genç güzel senin eve gelmediğini takip eden biri eve hısızlığa da girse ne malum derler zaten şark hizmetin 4 yıl askeri uçaklar her hafta kuryeyle gelir gidersin ben gelir sizde kalırım evini hiç dağıtma dedi.eşim
-Bak Anne ben burdaki arkadaşlarıma uyuyordum oraya gittim mi herşey burada kalacak söz dedi.Kendiside
MERKEZ Komutanlığına atandığı için
tam onun karşısında yeni yapılmakta olan evin beşinci katını tutuyor ev sahibi Esat Bal-Kaç çocuğunuz var deyince eşimde-İki buçuk deyince bunlar daha fazla sormuyor eşi fadimeye-Buçuk ne olaki ya hamile ya
..
Deprem milletimize- açtı derin yaralar
Öyle büyük endişe-uzaklaştı aralar
Bizleri düşündüren-çevre felâketleri
Ortadan kaldıralım-topluca illetleri
Türkiye felâkette-millete başsağlığı
Yüzlerde yaş ve hüzün-kaybettik ev bağlığı
Birçok zehirli madde-aktı gitti yollara
..
Böyle olduğuma bakma benim. Sessiz ve sakin görünüyorum. Ama içimde kopan fırtınalara karşı koyamıyorum. Sevmiyorum diyorum herkese unuttum diyorum. Yalan söylüyorum sevdiğim. Unutmak çok zor. Sen yanında değilsin,kalbin başkasında ve mutlusun. Ne güzel! ! Yani güzeldir herhalde. Sayende bu duyguyu yaşayamadım bilmiyorum sevdiğim. Seni onunla görünce gülümsüyorum acı çektiğimi kimseye göstermiyorum, göz yaşlarım içime akıyor ama kimse bunu bilmiyor. Sevmiyorsun beni biliyorum. Belki nefret ediyorsun ama ben galiba seni seviyorum. Sen bana gitmek için gelmiştin gittin. Ben kalacağını sanmıştım. Ama giden bedendi ruhun,aşkın bende kaldı sevdiğim. Yüreğimle kalbimle karşındayım işte. Dimdik ayaktayım,acılar çekiyorum,ağlıyorum,lanet ediyorum hayata ama yıkılmıyorum! ! Ayaktayım! Senden vazgeçiyorum sevdiğim ümitsiz bir sevdanın peşinden kendimi harap edemem. Sevgi gibi kutsal bir duyguyu senin ümitsiz yok olmuş sevginle yok edemem. Bekliyorum… Bir gün mutlaka o gün gelecek gidenler tekrar dönecek ama unutma ki sen geldiğinde ben burada olmayabilirim. Sevgi eğer karşılığı varsa yaşar; yoksa ölür benim sana olan sevgimde ölüyor. Bir gün bana geri dönersen bu sevgiyi diriltmek çok zor. Sen bana ‘elveda’ dedin ben sana ‘merhaba’ diyemem kör olmuş gözlerinle, mühürleşmiş, kalbinle baş başa bırakıyorum seni. Belki bir gün sevmenin ne demek olduğunu anlarsın…. Bugün senden ayrıldım sevgilim! ! ! Oturdum sabaha kadar tek damla uyku uyumadan sana bunları yazdım... gittiğinden değil, ayrıldığımızdan değil,öyle anlama, hep yazmak istemişimdir.... hep çok sarhoş olup,seninle düşünmeden konuşmak istemişimdir söyleyeceklerim seni üzse bile... sana karşı bir şeyler saklı olsun istemedim içimde, nasıl gözlerimi anlayıp görebiliyorsan öyle gör istedim yüreğimi! ... ama ne yapabildim ne de anlatabildim sana bunları yazık... sırf tepkin ne olurdu diye; sana anlatabilmek için, senin beni anlayabilmen için, hatalar yapmak isterdim ve sana bunları anlatmak, seni bunlar kızdırsa bile... Şimdi anlayabiliyorum kendimi, yargılayabiliyorum gerçekten ve seviyorum ve seveceğim her zaman seni... Bugün senden ayrıldım sevgilim, Hani sen gidince, ölü gibiyim derdim ya, terkedilmiş bir ev gibi bir ev gibi soğuk ve yalnız cansız,ruh gibi, manasız! Sen gidince Yapamam derdim ya hayatımın anlamı kalmaz Anlamsız! Şimdi öyleyim işte, hem manasız hem anlamsız, Beni milyon kere yaktın ama dumansız! ... ölümü ve seni gözleyeceğim artık yatırıp uzaklara gözlerimi, elbet biri gelirde beni bu çıkmazlardan tutup elimi götürür diye... bir çocuk gibi bekleyeceğim bir çocuk gibi kim bilir belki çıkarda gelirsin bir gün diye.. bu yazdıklarıma kızma, çünkü sensiz hayal kurmadım, hep ümit ettim, hep umdum mutluluk çok uzak değil ha ulaştım ha ulaşacağım diye, ama inan sensiz hayal kurmadım... inan sensiz ummadım.... Bugün senden ayrıldım sevgilim, Ayrıldım diye yazmadım bunları, bu yazdıklarım gerçekten tanıdığını sandığını tanıtsın sana, “sevgi yetmiyor” tanıtsın sana... seninle hiç ayrılmayı düşlemediğim için böyle davranıyorum böyle yazılar yazıyorum sana, ama anlamı olmayacak biliyorum, sende bir gün eminim geç kalmışlığın ne demek olduğunu anlayacaksın benim gibi, şimdi anlamanı beklemediğim gibi... şunu merak ediyorum hep; yokluğuma alıştın mı! ! ! alıştın mı diyorum çünkü varlığıma bir zamanlar alıştığın için... ister kız ister darıl ama biricik, demek ki sen bana sadece alışmışsın... varlığıma, adım anıldığında şeklime alışmışsın ve sen bunu başka şeylerle karıştırmışsın... iyi bir sevgili olamadım biliyorum, ama iyi bir sevici olmuşum kendi kendime, hep de kandırmışım kendimi.. birde seninle beraber şunu öğretti bana ister sevgilin olsun, ister can ciğer arkadaşın,ister yarenin, ister dostun, vermeden alamıyormuşsun, bunu! ! ! ben böyle kandırmışım işte kendimi, başına gelmeyince anlamıyor, öğrenemiyor insan, öğrendik işte sağ ol sayende....
..