Toz pembe bir ev kapısı güllerle süslü,çardakta oturmuş elimde fincanım,yüreğimde umutlarım çayımı yudumluyorum...
Mis kokan bir bahar,ağaçlar şenlenmiş kuşlar onlara eşlik etmekte...
Sokakta annesinden kaçan afacan bir çocuk dudaklarımda
tebessüm bakıyorum...
Bisikletli bir kız çocuğu eteği pileli okadar mutlu bir ifade yüzünde bir an o mutluluğu kıskanıyorum...
Yerimden kalkıyorum hole geçiyorum kulaklarıma yavrularımın sesi takılıyor sessizce odalarının kapısından onlara hayran bakıyorum...
O kadar mutlular ki...
..
Eski Ev
Fevzi paşa, Maraş’ta bir mahalle,
Tarihi ev, orda yemiş bir sille.
Bir kapısı kalmış, bozuk bil dille.
Gel de, dertleşelim, tarih senle.
..
Kar yagıyordu,etraf siyah beyaz
ve bil bakalım ben ne yapıyordum,
tabiki seni seni düşünüyordum..
ne yaparsın uyku yok geceleri,
fırlıyorum sokaga,bu ev boguyor beni
ait olamıyorum,yerimde duramıyorum
evdeyken sokak çagırıyor sokakta ev,ikisindede huzur yok bulamıyorum
..
sonu olmayan bir hayatdı bizimki yaşarken var olduk ölürken kaybolucaz senin vardığın benım yokluğumda bir anı şimdi kadınımsın hayat ağacımsın belki de benım tek yaşam nedenimsin gururum o kadar katı ki sevgile sana olan hislerıme içimde yaşadığım gibi sana göstermiyorum içimde yanan ateş dudaklarıma dökulunce sözler birden kayboluyor anlatmıyorum kendimi sana yeşeren bir,fidan, dalın,dan kopmuş bir gül içimde yanan bir ateş kaplar butun içimi yakar beni anlatamam sana olan duygularımı sen pınlar gözlum içimdekı bu ateşı söndür bırak içimdekı ateşi senınle öldüre biliyim canım yıkık bir ev kap kara bir köşede kıvranıp sözlerde sana bakarak konuşmak bana acı verıyor yanlızım kaldığım geceler sana ne kadar hasretim bir bilsen gün bir günde bana doğru dönse güneşini bana çevirse yolumda karanlık köşeleri bana gösterse sevgilim ömrümde sen varsın her anında her dakasında sen varsın sen
..
Şev reş û tarî, bahoz û bandev
Nakevî dest me: ne razan ne rev
Hewrên rêzanî tarî û giran
Berfê bibarî, yan gulebaran?
Em reşhewravin kevneperestî
..
Sen... Sana sunacağım alternatif yaşam biçimlerinden hangisinde benimle yaşayabilirsin?
Ben... Taşın, toprağın üzerinde... Ben kirden kağıt gibi yırtılan battaniyelerin ve bitli yatakların
olduğu Sirkeci otellerinde… Ben yıldızsızından beş yıldızlısına kadar her mekan ve otelde
ortamın karizmasına uyarak ve günlerce banyo yapmadan yaşadım ve konakladım…
Bir damla suya aşık, bir yudum su ile yeni dünyalar kuran ben bu ortamlarda suskunluğuma,
isyankarlığıma muhalefet ederek sustum. Yüzüm, tavrım, dışım sustu ama yüreğimin deli maviliği
hiç susmadı..hiç dinmedi… İçimde depremler, fırtınalar, anaforlar yaratmasına rağmen susmadı, susmayacak...
..
Ağlasam ağlasam diyorum
Bu yağmur akşamında,
Karışsam şebekelerine şehrin.
Dolaşsam dursam borularında,
Ev ev, hane hane arasam seni
Ve gelip biriksem diyorum hani,
Musluğunun ucunda.
..
bir ev yaptım mercanlardan
sevdam yolu üzerinde
senin için, sana özel
halılar gökyüzünün
gece mavisinde dokundu
koltuk takımlarını
..
Dudak misafirliği değil bu aşk
Yüreklerin ev sahipliği.
..
Merhametim kapsıyor diğer hayvanları da,
Üstelik vicdanlıyım insan ve doğaya da…
Mahvetmiş bel fıtığım, astım ve romatizma,
Yıprandığımdan mı bu hayat lazım şahsıma…
Bu hayat özlemiyle itibar edinirim,
..
Ferhat’ın Yaşam Sevgisi’nin Hikâyesi (Öyküsü)
Yıl 1973 bir güz dönemi. Yaprakların rengârenk şekil aldığı bir dönemdi. Sararan yapraklar duygu dolu ifadeler sergiliyordu. Öyle bir mevsimdi ki ileriki günlerde kışın gelişini haber veriyordu. Güneydoğu’nun göl kenarında küçük bir köy vardı. Bu köydekiler genellikle akrabalardı. Erkekler hep askere gitmeden evlendiriliyordu ve Mehmet dayı da askere gitmeden evlenmişti. Dört çocuğu vardı. Karısı Halime Teyze yine hamileydi. İşler çok ağırdı köy hayatında. Yoksulluk bir yandan, derken Mehmet dayının askerlik günü geldi. Bir taraftan çocuklarını düşünüyor, içine oturan bir kaygısı da eşinin hamileliği. Dört çocuk nasıl bırakırdı. İş vatan borcu olunca göğsümü gere gere giderim, vatana canım feda diyerek kendini teselli ediyordu. Köydekiler askere gidecek gençlere her gün bir evde yemek veriyor dualar okuyorlardı. Son gün köy meydanında, tüm köylüler toplandılar. Köyden askere giden beş genç vardı. Kurbanlar kestiler, sac kavurmaları, pilavlar yapılıp herkese sofra açıldı. Yenen yemeklerin ardından, yemek duası okundu ve askerlere halay eşliğinde eğlence yapıp moral verdiler.
Ertesi sabah erkenden köyden ilçeye giden askerler ayrı ayrı yerlere birliklerine teslim olmak için yola koyuldular. Mehmet dayı hem gidiyor hem de hamile olan eşini düşünüyordu. İçinde bir burukluk vardı. Çocuklarının ailesiyle birlikte olduğuna da seviniyordu. Beni aratmazlar diye içinde düşünerek gidiyordu. Yol kenarlarında gördüğü çocuklar hemen içini hoplatıyor, yavrularını gözünün önüne geliveriyordu.
Geride kalan Halime teyze için için ağlıyordu. Gözyaşlarını evdeki kayın pederi ve kayın validesi görmesin diye evin bahçesinde oyalanıyor, çocuklarına bakıyordu. Zor geçen hamileliği onu epeyce yıpratmıştı. Üzüntülerini içine saklıyordu büyüklerinden utandığından. Mehmet dayı daha yirmi iki günlük askerken bir gece Halime teyzeyi doğum sancısı tutmuştu. Ne yapacağını şaşırdı. Evdeki büyüklerden de utanıyordu. Uzunca bir çabadan sonra görümcesi Ayşe’yi dürttü. İşaret ederek bebek geliyor dedi. Ev halkını uyandıran Ayşe, yakınlarda ebe anaya haber verdiler. Çabucak gelen ebe ana, “koşun hazırlık yapın bebek geliyor” diyordu. Bir müddet sonra bir ağlama sesi duyuldu. Gelen bebek ağlıyordu. Bir erkek çocuğu dünyaya gelmişti. Diğer dört çocukların üçü kız biri erkekti. Çocuk sayısı beşe çıkmıştı.
Halime teyze doğum yaptığı günden beri bebeğin ağlaması hiç durmuyordu. Sürekli ağlayan bebek ailede herkesin huzurunu bozmuştu. Çünkü bir odalı evde oturuyorlardı. Günler geçiyor bebeğin ağlaması hiç durmuyordu. Doktora götürmeye karar almıştı aile fakat köyden kente gitmek çok zahmetli bir işti. Loğusa bir anne ne yapsın? Havalar soğumaya başlamıştı. Yol uzaktı ve tek seçim trenle gidilecekti. O vakitler kara tren vardı. Halime teyze kayın pederiyle yola koyuldu. Hem utanıyor hem de ağrılarından dolayı acı çekiyordu. Yol epeyce uzundu. Nihayet yol bitti, hastaneye vardılar. Bir müddet sıra beklerken bebek hiç durmadan ağlıyordu. Dışarıda sesi duyan doktor durmadan ağlayan çocuğu alın içeri demişti. Doktor muayeneden sonra bir takım tetikler istedi. Bu tahliller yapılıp sonuçlar alıncaya kadar akşamüstü olmuştu. Bir yandan geri eve dönememenin kaygısı diğer yandan bu yirmi günlük bebekten bu kadar işlemler. Ne oluyor diye Halime teyze kaygı edip duruyordu. Sonunda sıra onlara geldiği zaman doktor hiçte iç açıcı şeyler söylemedi. “Hanım çocuğunuzun doğuştan kalbi delik” derken Mahmut dede ve Halime teyze sanki tepelerinden sıcak su dökülür gibi oldular. “Peki, doktor bunun tedavisi nasıl olacak bizim ailede hiç kalp rahatsızlığı yok”...
Ferhat, üstüne titrenip bakılan bir çocukluk dönemi yaşıyordu. Askerde olan Mehmet dayı aldığı bir mektupta görmediği bebeğinin hasta doğmasına çok üzülmüştü. Yüzünü tanımadığı yavrusu hastaydı. Günler günleri kovalıyordu. Derken izine gelme zamanı gelmişti ailesine kavuşma hayaliyle günler gelip geçiyordu. Askerliği on dört ay olmuş izin kâğıdını almış ve Edirne’den güneydoğuya epeyce yol vardı. Saatler geçmek bilmiyordu. Derken yol azalmış hasta çocuğunun hayalini kuruyordu. Oysa Ferhat bebek hasta olmasına rağmen boyu diğer çocuklardan daha uzundu. Aile onun üstüne titriyordu. Mehmet dayı yolu bitirmişti. Köye gitmek için bir araç yoktu. Pazara gelen biri var mı diye bakındı. Sonunda bir traktör buldu. Havada çok soğuktu ama ailesine kavuşma isteği soğuğu fazla umursatmıyordu. Nihayet köye vardı. Ev halkının haberi yoktu. Evden sevinç çığlıkları yükseliyordu. Mehmet dayı gözleri hiç görmediği hasta bebeğini arıyordu. Kız kardeşi Ayşe’nin yanında elinden tutmuş yürüyerek biri belirdi. Bu Ferhat olmalı diye düşünen Mehmet dayı iyice yaklaşınca onu kucağına alarak koklamaya başladı. “Oy oy bu benim bebeğim mi”? Diyordu. İçi özlemle onu kucaklarken bir yandan da içi sızlıyordu. Ailesiyle olmaktan mutu olan Mehmet dayı bir yandan da içi buruktu. Çocuğunun hastalığı içinden çıkmıyordu derken sayılı gün doldu geri dönmek günü gelmişti. Köydeki gölün kenarına varan Mehmet dayı eline aldığı küçük taşları göle atıyor suya düşen taşların çıkardığı halkalara dalarak hayal kuruyordu. Döndüğü zaman buraya bir ev yapmalıyım diye hayaller kuruyordu. Ferhat’ın okula gitme yaşı gelmişti. Sekiz yaşındaydı okula ilk başladığı gün onun tanıyan çocuklar yanına gelerek senin kalbin delikmiş diyerek daha ilk günden Ferhat’ı üzmeye başlamışlardı. Bir taraftan da üst sınıfta olan ağabeyi onu koruyordu. Ferhat yaşıtlarından çok daha iri yapılıydı. Çokta akıllı bir çocuktu. Yıllar yılları kovaladı. Ferhat liseyi bitirdi. Ailede çocuk sayısı on üçe yükselmişti. Dokuz kız dört erkek. Halime teyzeye de bir kuma getiren Mehmet dayı ondan çocuğu yoktu. İkinci eş olan Sultan teyze, diğer çocuklara çok iyi bakmıştı. Bir ev köyde diğer ev ise ilçedeydi. Sultan teyze ilçede oturuyordu. İlkokulu bitiren okumak için ilçeye geldiğinden Sultan teyzenin yanında çocuk sayısı daha fazlaydı. Onlara kendi çocuğu olmadığı için öz evlatları gibi bakıyordu. Ferhat’a ayrı bir düşkünlüğü vardı. Ferhat arada kendi annesine ben diğer annemi senden çok seviyorum diyordu. Çünkü Sultan teyze onu çok seviyordu ve onun hastalığından dolayı farklı değer veriyordu.
..
Kadınlar çalışmalı mı?
Yoksa ev hanımlığı mı yapmalı?
Bu soru bana göre sakat,
aynı zamanda ev hanımlığı mı? sorusu
ev hanımı kadınlarımıza en büyük
haksızlık.Evdeki işlerin iş sayılmaması
inkar edilmesi,küçümsenmesi
..
Söz der Jüpiter=yapet
Bir adı müş-teri cet
Müşteri=turoğlu o
mars ay arz onun ebet
O mars ki mar’ın oğlu
Mar emir S’si çoğlu
..
Atıkların geri dönüşümü
yasalaştığından beri;
Ev yapmaya,karton bulamaz oldu
sokak yetimleri.
Eminim bilmiyordu hiçbiri
görmemişlerdi ''Ev Ekonomisi'' diye bi dersi.
Ama yinede
..
Kavgada; Ev: Ya Hapishane, Ya Hastane! . Mücadelede; Ev: Yuvamızdır! .
Bir kavganın içinde değil, bir mücadelenin içinde yer alacaksın, azimle! .
Kendi varlığınla da mücadeleci olacaksın ve BARIŞ GÜCÜ için var oluş! .
Kendi varlığınla mücadelede; büyüğümüzü de tanıyacak, sınırı bileceksin! .
Bir başına yaşadığını düşünür isen eğer; bencil, duygusuz ve de zavallılık! .
..
Seni hep odanın kenarına koyardik.etrafını minderle doserdik çevrenide boş birakirdik ki iyice isinalim diye
Kış gunllerimizin en sıcak dostu sendin
Senin cevrenide toplanıp sohbeten haz aldık,senin çayın ile tatlandik,ben ilk Siirimi o ela gozlu kıza senin yani başında yazdım sen çitir çitir odunlari yerdin içimdeki korda beni izmirin o soğuk ayaz gecelerinde yorgznim ile,senin sıcaklığın vardı üzerimde.senin uzerinde babamın abdst gugumunun ıslık sesi hayallerimin fon muziigi gibiydi tavana vuran sarı golgende askimin resmini cizerdim..
Hele pazar sabahları şöminende kızaran ekmeğe margarin sürüp afiyetle yemek yokmu yanında bi tutam çökelek birazda zeytin ee bide çayın Uff be halil ibram sofrası gibi tatlı olurdu...
Içli yanardin bazen agit tuterdi bacandan sevda türküsü fisilfardi yüreğin gümbür gümbür sezermiydin ne içimdeki burukluğu kederi derlesir gibiydin benimle...
Hep senin dibindeki pencereye verirdi yüzünü babam elinde tesbihi dilinde Allah dalar giderdi rahmetli senin sıcaklığında kestirirdi namaz vaktine kadar.anam mutfağı yanına taşımıştı malum senin sıcaklığında yemek...bir başka tatliydi hic unutmam bi keresinde çok usumustum isinalim dedik yaktın avuclarimi,yüreğimin yanigi yetmezmiş gibi yinede sana kizamadim hee bide neyi severdim,bizim evin karşısındaki tepelerden mantar toplardim da uzerinde pisirirdik bide tuzladimmi hani suyu cikardida icerdim Uff be ne datli olurdu ama...
Yıllar geçti sobacik yıllar oldu seni fırlatıp attık kimimiz bir eskiciye sattık seni oysaki sattığımız hayatimizmis
..
Öyle bir oturdun ki hüzün içime,!
Sanki sen ev sahibi ben kiracıyım…
..
Esiyor.
Kağıttan gemiler alev alev.
Kağıttan katlı bir ev,
Esiyor.
Kağıtlar rüzgarları kesiyor.
Kırmızı şarap,
..
biz yiğit delikanlıyız,bizim sevdamız aşkımıza destan olur
biz yiğit adamlarız,kanımız sevdamıza sel olur
hayat kın biz kılıç bir sevdiğimize çıkmaz kılıç kınından
biz yiğit delikanlıyız,sevdamıza kangren söz ettirmeyiz
tozu toprağa katar önce allaha sonra sevdamızı sevdiğimize emanet ederiz
biz öyle mert delikanlıyız ki,el el üstüne ev ev üstüne durmayız
..
Şu dünyada ev sahibi değilim deplasmandayım
Onun için az gülen, çoğu zaman depresyondayım
..