Ez bejim azadiyamın jı mın dur ketiye
Ez ne bejim ev mıriye ev eşka dılane
Ez bıçım teji bığura bıbım
De bıbım hewler de bıbım kurdistan
Dı kehramana dılani dı azadiya gulani
Dı hemu bajari dı hemu parastina geli
Dı biji bıratiya gelani ey roniya çewan
..
Gönlüme Göre Ev:
-----
Şenol'un içi oldukça sıkıntılıydı. Yıllardır biriktirdiği para, istediği evi almaya yetmiyordu. Büyük borçlar altına girmeye de bir türlü cesaret edemiyordu.
Oysa her evi beğenmemişler, özellikle çocuğunun bol güneş alabileceği, yakınında okul olan bir ev aramışlardı. Bu buldukları ev yeni bitmiş çok güzel görünümlü bir evdi. Evin güneşi de, okula yakınlığı da güzeldi, üstelik hemen yanı başında park inşası da vardı.
Şenol'un da eşi Sedef hanımın da içi gitmişti bu ev için. Aksi gibi eş-dosttan da çoğu ya ev, ya da araba almıştı.
..
Bir ev yap bize
Babacığım,
Yüreğin kadar büyük,
İnancın kadar sağlam olsun.
Çatısında al kiremit,
yan yatmış bir de bacası...
Göçmen kuşlar konsun diye...
..
Ev Kızı Hayriye
Evvelden ev kızıydın,
Siyah beyaz rüyaları olan.
Şimdi el kızısın renkli ve sinemaskop,
Bir dünyada yaşayan.
..
Dün gece hiç uyuyamadım
Gelen elektrik faturasından
Asgari ücretli bir işçiye
Çok değil mi?
Gelen on altı bin lira.
Ev sahibi atıp gitmiş
..
Emlaktan kiralıktır yazıyor evin penceresinde
Komisyon vermeden birşey alınamıyor gayri
Bir aylık fazla verecek para yok ki cebinde
Neden ev sahipleri bunları hic anlamıyor oy
Kamyona verecek taşımak için bir sürü para
Daha da para gerek temizlik boya ve badanaya
..
Işıklı bir ev gibiyim
Ben seccademde
Karanlık bir şehirde
Işıklı bir ev gibiyim
Seccademdeyim
..
Ebem dedem bizimle kalırlardı babam sert gözükürdü önce babamdan herkes çekinirdi
Ama babam yumak bir kalbi vardı özellikle deneme karşı dedemin gözüne bakardı dedemde hep babama dua ederdi hasanım yüzün gülsün bolluklar sesinle olsun gibi Babam her akşam eve kızartışmış tavukla gelir dedemi kaldırır onu yedirtmeden uyumazdı babam lokantasını sabah ezanıyla açardı lokantanın önünden geçenler içeriye bakıp iç çekenleri görür içeri davet eder çorba ikram ederdi param yok derlerse de babam sen çorbanı iç parayı vercek birileri var derdi yüzünden gülümsemeyi atmazdı
Babamın bu tavrı çok hoşuma giderdi dükkan hiç boş kalmazdı kiminden para alır kiminden almazdı
Etrafta ki herkes severdi akşam eve gelirken çoçukları sever okşar şeker verirdi elinde erzakla gelir yarısını eve bırakır yarısını komşuya bırakırdı ilk okula başladığımda tam konuşamıyordum kekeliyorum diye öğretmeni uyarmış üzerine gitmeyin diye ya Annam yedi evladı var dı hepsinin üzerine ayrı ayrı titrerdi hiç hatırlamıyorum kirli paslı sokakta gezdiğimi hemen temizlerini giydirdi
Beni hep döverdi ama aglayınca dayanamaz kuşaklardı anam bizimle uğraşması yetmiyor gibi
mahallemizde bir amca vardı bizim ev sahibimizdi kalaycı kadir derlerdi adamın beş tane çocuğu vardı her zaman gelmezlerdi eşi rahmetli olmuş tek başına yaşardı mahallemizin kadınları evini süprür yemediğini yapar çamaşırlarını yıkarlardı erkekler altını temizlerdi kalaycı kadir amca hep annemi çağığrdı çocukları hep ay başı ugrar babalarının ev kira paralarını alırlardı mahallenin kadınları her akşam evleri gezelerdi ellerinde yemek ekmek diye birbirine ikram ederlerdi çocuklar evin önünde oyunlar oylardı gecenin birinde eve girerlerdi her güzel şeyin sonu olduğu gibi bununda sonu gelmişti kalaycı kadir amca rahmetli olunca çocuklarından kimseler gelmedi mahalleli cenazeyi taşıdı defin etti aradan bir hafta sonra çocukları geldi bize evden çıkın dediler evi satmışlar mahalleli karşı çıktı ama annem babam gerek yok mahalleli bir olup tren yolunda bir eve taşıdılar
..
Şehirlerarası Yolculuk Yaparken Camlardan Manzara İzlerken Taa Dağın Başında veyahut Tarlaların Arasında 1 2 Tane Ev Gördüğümde İçinde Yaşayan İnsanların Geçimini Hep Merak Etmişimdir.
..
Her şeyin çivisi çıkmış sanki
sokak eskicileri
ev ev sokak sokak topluyorlar
eski moda düşünceleri
kutsanmışları
yeniye dair bahaneleri
..
…
Burası öyle kötü bir ev ki
Nemli, rutubetli! ! ! Hatta ıslak.
Ne fark eder ki
Burada yazdım bütün güzel şiirlerimi
Seni burada sevdim
Ben sırılsıklam aşık
..
Eninde sonunda gelecek ev sahipleri
boşaltacak insanlık dünyayı
neyi var neyi yok toplayıp;
hiç kızma, alınma!
Aynısı yok mu ki yüzeyde de?
Dolduktan sonra miyadı kontratın
..
Bu gün için fakir ya da orta gelir grubuna sahip bir insan olabilirsiniz. Sade bir yaşam sürüyorsunuz haliyle. Çok lüks evlerde oturmuyorsunuz, çok muhteşem arabalara binemiyorsunuz. Çok da önemli değil çok lüks bir ev de oturmak ve çok fazla gelir sahibi olmak. Namerde muhtaç olmayalım da keşke o da yeter. Bu gün varlık içinde yüzenlerde gün gelip ölecek siz de günü gelince öleceksiniz. Allah'ın mükemmel adaletinin ortaya çıktığı bir alan ölüm. Bakıyorum o televizyonda ki magazin programlarına çıkan ünlülere, onlara zerre kadar imrenmediğim gibi, kendime dua da ediyorum zaman zaman ''Allah'ım bana böyle bir hayat nasip etmedin, bundan sonrada etme asla diye.''
İnsanın elinin emeğini, alnının terini ağız tadı ile yemesi kadar güzel ve insanı mutlu edebilen başka bir şey var mı hayatta? Tiriliyonlarınız olsa ne yazar? Takip etmişsinizdir mutlaka eski zenginlerimizden birinin ölünce cesedini bile çaldılar, adamı mezarda bile rahat bırakmadılar. Ne yapayım öyle zenginliği, öldükten sonra bedenimi de ruhumu da rahat bırakmayacaklar ise...
Bakın çevrenizde bir anda ünlü olanlara, her ne hikmetse çoğu korumasız gezemiyor arkadaşların. Tut bir de onlara maaş ver. Hasmın seni mutlaka öteki tarafa götürmek istese götürür çok zor engellersin bunu. Ha, yolda yürürken yanına sıra dışı adamlar da yaklaşmasın diyorsan eğer, zaten sen halktan kopmuş bir sanatçısın demektir.
Bilmem kimin havuzlu evi varmış. Bana ne ve de size ne. Çok canınız istiyorsa üç kuruş verir bir havuza gidersiniz bir kaç saatliğine. Onlar yetmiş liralık peynir yer, ben de on beş liralık peynir yerim sonuçta ikimizin midesi de beyine aynı doydu sinyallerini göndermiyor mu, ne farkı var?
..
Birisi bana çocukluğumun ilk hatıralarını sorsa, hayatımın bazı acı sergüzeştlerini bir yana bırakıp şu oturduğumuz kocaman evin kocamış halini anlatırdım herhalde. Çocukken kapısından ilk girişimde bu evin bana neler göstereceğini, hayatımın acı yanı bol olan hengâmelerini yaşatacağını ve burada bu kadar çok kalacağımı, kaldıkça alışıp seveceğimi, ayrılık vaktini hiç düşünmemiştim demekte ilk sözlerim olurdu tabiî ki...
Ev şehrin en eski mahallelerinden birinde ve o mahallenin en güzel yerindeydi. Ben küçükken bu ev o kadar büyüktü ki dünya sadece bu mahalle ve bu evden ibaret zannederdim. Ben büyüdükçe bu evin küçüleceğini sonradan anlayacaktım. Ama yinede dede yadigârı olan bu evin diğer bütün evlere inat güzellikleri vardı. Mesela kale kapısına benzeyen o zamanlar gözüme büyük mü büyük görünen öyle bir kapısı vardı ki, iki tane vuruşlu olan tokmakları çalındığında mahalleyi inim inim inletirdi. Evet, iki vuruşlu diyorum. Çünkü bu ev bir Osmanlı şaheseriydi. İnce düşünceli o büyük mimar dedelerimizin bilinçli olarak yaptığı bu vuruşlardan ince ses çıkaranı kadınlar, kalın ses çıkaranı erkekler içindi ki hane halkı kapıyı ona göre açsın. Tabi ben bunları sonradan öğrendim benim ilk gördüğümde bu güzel Osmanlı işlemeli tokmaklar hane halkını sinirlendirmek için yapılan birer oyun edevatı idi. Neden mi boş zamanlarımda kapıyı çalıp bu tokmakların o güzel seslerini dinlemek çok eğlenceliydi de ondan.
Kapıdan içeriye girilince betonarma küçük bir avlu vardı. Avlunun sonunda enli enli üç basamak merdivenle inilen, Arnavut kaldırımlarına benzeyen daha büyük bir avlu vardı ki burası evin en göz alıcı yerlerinden biriydi. Mesela iki tane karşılıklı dikilmiş dut ağacı vardı. Bunlardan birisi siyah diğeri ise beyaz duttu. Ben büyüdükçe büyüyen bu dut ağaçlarının zamanla kesileceğini, dallarına kurduğumuz salıncakların ben on sekiz yaşıma geldiğimde birer anı olarak kalacağını anımsamak bile istemiyorum.
Ve bu avlunun öyle bir havuzu vardı ki işte önceleri bu evin kalbi bu havuzdan atarmış. Köpük köpük kaynayan suyu öyle tazyikli akarmış ki evin bütün damarlarına can verir, can verdikçe sevinir, komşuların kıskanmalarına rağmen bu suya göz nazar değmez, güzelim havuz dolup dolup taşarmış. Tabi bütün bunlar o çağlayanlar gibi, oluk oluk akan suya belediye el koymadan önceymiş. Şimdi o havuzcağız küçük bir belediye musluğu ile yetinmek zorunda bırakıldı. Ne acı değil mi.
Dede yadigârı olan ve belinin bükük hali, orasına burasına çakılan direkleriyle de elinde bastonla gezen ihtiyarlamış dedelere benzeyen bu evde odaların çok olması hesabiyle çok insan yaşarmış. Aşağı kattaki odalarda yukarı katta insan yaşayan odalara karşılık yine dededen kalma meslek olan dokumacılık süregetirilirmiş. Biz bu eve gelmeden önce memleketin en güzel kumaş dokumaları bu evden çıkarmış. Şimdi boş duran bu odalarda sadece kırılmış dokuma tezgâhları,duymak isteyenlere de bu tezgâhların sesleri var.
Bize gelen yaşlı misafirlerimizin gözleri gençliklerini arar, eve baktıkça anıları tazelenir ve de anlatmaya başlarlardı en güzel hatıralarını. Masal gibi dinlerdim anlatılan anlatıldıkça özlenen o gençlik hezeyanlarını. Kimi gelin gelişini kimi gelin gidişini anlatırdı bu evden. Doğan çocuklar,onların ebeleri kim bilir kaç bebek dünyaya gözünü açmıştı bu evde. Kavgaların, küskünlüklerin pişmanlıkları başlamış bu evden çıkınca o insanlarda. Ölenlerin acısı kat kat artmış yüreklerinde.
..
GÜNLÜĞÜMDEN 6
Biraz elmalı kurabiye yedim,az önce.Ayşe yapmıştı Pazar günü.Elmalı kurabiyeyi çok seviyorum.Arada bir canım istiyor.
Bu gün evde kaldım.Dün ve önceki gün,mobilyacıdaydık hep.Başka bir eve geçeceğiz.Burası geçici zaten.Sevgili Tutku:Apart otel,geçici olarak çok güzel de.Sürekli bir ev yaşantısı için,iyi değil.
Bize uygun bir ev bulduk.Tam benim de gidip göreceğim gün,ev sahibinin,gencecik oğlu ölmüş.Cenazeyi almaya gitti adam.Sanki bizim bir yakınımız ölmüş gibi,çok üzüldük Şerife’yle.Öyle olmalı zaten.Herkesin acısını-sevincini paylaşmalıyız.
Başka eve geçtiğimiz zaman,yatacak yatağımız bile yok be tutku.Otelin yataklarını kullanıyoruz şu an.Şerife’nin birkaç parça eşyası var.Benim de,bilgisayar masam ve bir dolabım var.Yeni baştan bir ev kuracağız,yavaş yavaş.
İlk olarak,birer tane yatak odası beğendik.Mutfak masası ve sandalyeleri de,Şerife beğendi.Ben,o kata inemedim.Asansör o kata ulaşmıyormuş.Boş ver.Onları,sonra görürüm.
Yatak odası takımım,çok güzel,sevgili Tutku.Birazcık pahalı.Ama ucuzlarını beğenemedim.Beğenmediğim bir şeye,niye para vereyim? Hem benim,hayatım boyunca,hiç kendi yatağım ve yatak odası takımım olmadı.
..
Ben mezereye bir ev yapsaydım
İki odası olsun isterdim
Seherde kuşları konuk ederdim
Orman tarafında penceresi olsun
Ay ışığı odama dolsun isterdim
Ben yaylaya bir ev yapsaydım
..
Dumani tuten kirmizi kiremitli ev!
Yok mu baska siir yazilacak yer?
Pembe kazak kizil sac bir cift sari cizme.
Bu evde bir guzel vardi simdi nerde?
Dumani tuten kirmizi kiremitli ev söyle...
Sokaginda ben penceresinde sen!
Kizil sacli pembe kazakli kiz,
..
İhramını kuşandı. Beyazın başlangıcı. Her renk statüler çıkarılmıştı. Üzerlerinden çıkarıp atmışlardı gündelik ölüm uykusunu. Beyaza soyunmuşlardı. Dirilişe soyunuş. Ev’ de uyanışa doğru kanat açtı.
“Lebbeyk” i söyledi. Seslendi. Çiçekler, böcekler ve bedeni sınırlandı.
Kıyametin provası başladı. Beyaza soyunurken, beyaz yaşamın dışındaki siyah ölümler sustu.
Cidde. Gecede ışıldayan tarla. Gök ve teknolojinin birleştiği teneffüs alanı. Devam eden yolculuğun ardından yorgunluğuna yenik düşmüşken, açtı gözlerini huzur kapısında. Mekke.
..
Hayatım
Nerde doğmuşum ben. İzmit’in en köşe en tenha semtinde. Mehmet Ali Paşa Mahallesinde. Annem karnı burnunda- bu onun tabiridir-köyden yaya olarak gelmiş şehre. Dayımın evine yerleşmişler iki Abim ve Baba’mla birlikte.
Burası yeşilliklerle dolu yarı köy, yarı kent bir küçük semt. Ufak bir camisi var. Yollar yer yer çamur, ter yer çakıl taşlarıyla kaplı. Kentin tek ünlü caddesi baştanbaşa uzanan Bağdat Caddesi. Kentin iç ulaşımın sağlayan tek otobüs sahibi bizim sokakta otaran İdris Amca.
Babamın köyü Yuvacık. Oturdukları yer köyün dışında Arap oğulları Mahallesi. Dedem oradaki arazilerini kardeşine satarak çıkmış. Bu mahalleden bir arsa satın almış köydekinin onda belki yirmide biri kadar bir yer. Bir kısmına kendi ev kurmuş bir de ahır. Babam ondan sonra inmiş şehre. Ahırın üstünde ufak bir ev yapmış. Ben dayımın evinde doğmuşum o sıra. Babam orayı kendi elleriyle yapmış. Ben o evde bebekliğimi geçirmişim. Bu yüzden mi acaba hayvanları çok sevişim bilmem.
Ben doğduğumda babam hademe-i hayrat kadrosuna atanmış. Çocuk yardımı almak için nüfus kaydı olmayan benden iki yaş büyük abimle beni nüfusa ikiz olarak kaydettirmiş.
Kendimi aynı arazi üstünde halamla bitişik ahşap evde hatırlıyorum. Küçük odaları hiç kullanılmayan misafir odası ve salonda yattığımız yatağı içinde odun yakılan ocağı olan mutfağı tahayyül ediyorum.
..
Ayaklarımı sürekli yıkarım. Her gün hem de hiç sektirmeden. Bu neden ile ayaklarım kokmaz. Kokmadığı gibi arkadaşlarımda ''Bırak bu ayaklar koktu be İsmail.'' diye espriyi zor yaparlar bana. Çoğu yapmaz da bazı muzip arkadaşlarım zaman zaman diline getirir yine de bana takılmak için... Bırak bu ayakları koktu İsmail diye laf sokmaya çalışırlar ben de o sokulan laflara hiç takılmam.
Geçenlerde dört çift çorabımı çöpe attım. Parmaklarım özgürlüğüne düşkün herhalde tutup da çorabımdan firar etmeye kalkarken tam hemen yakalıyorum parmaklarımı, kulaklarından tutup yerine sokuyorum derhal... Hadi bir çift at iki çift at, dört çift ne oluyor arkadaşım, boru mu ya! Sonra çift rakam yani ya üç at ya da beş çift at değil mi ama, dört nedir dört?
..