Evet, bence dünyanın en önemli, en ağır mesleklerinden birisi. Doktorluk mu ya da maden mühendisliği mi, askerlik mi, polislik mi? Hayır hayır aklınıza gelen, gelebilecek bir meslek değil ilk etapta. Tabi ki daha önce saydığımız meslekleri yerine getirenlere saygımız ve hürmetimiz sonsuz ama benim işaret etmek istediğim meslek ev hanımlığı. Böyle meslek mi olur demeyin hemen. Onun kadar sorumluluk bilincinin ve sabrın dayanıklılığın olması gereken bir iş daha var mı şu dünyada, ne dersiniz arkadaşlar?
Tabi ki bu resmi bir iş değil. Tabi ki bu işte sigorta ve iş güvencesi diye bir şey yok. Tabi ki iş ve işçi bulma kurumu ilanlarında ''Ev hanımı aranıyor'' diye de bir ilana rastlayamazsınız ama ne kadar ağır ve sorumluluk gerektiren bir iş olduğunu kendi hanımlarınızdan ve çevrenizde ki bayanlardan tahmin edebilirsiniz sanırım.
Boşuna dememişler ''Ana hakkı ödenmez'' diye. Ne evlatlar, ne de biz erkekler kadınlarımızın hakkını, bize yaptıklarını herhangi bir şekilde ödeyemeyiz. Bu sebep ile elimizden geldiği kadar iyi davranmak ve onlara değer vermek mecburiyetindeyiz. Kadınsız erkek ve erkeksiz kadının değeri bir yokluk ve yoksulluktur. Her ikisi de bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerini tamamlayarak bütünlük oluştururlar. Dikkat ile inceleyin bakın, yalnız erkeklerin ve yalnız kadınların hayatta bir dolu ruhsal sıkıntıları ve problemleri vardır.
Düşünün bir kere, ev de bir eş, çocuklara analık yapmak, onların çamaşırı, bulaşığı, ütüleri, evin temizliği, okula gidip gelmelerini ayarlamak. Hafta sonları her türlü ihtiyaçlarını temin etmek. Bütün bunların arasında kendine zaman ayırmak. Evin alınacak her türlü malzemesini tek başına alıp onları usta bir aşçı titizliği ile ev halkına sunmak. Bunlar kolay iş mi?
Bir de hem çalışıp hem ev kadınlığı yapan bayanlar var ki aslında onlara iki meslekli demek daha doğru olur kanımca. Kadınlarımız bizim her zaman başımızın tacıdır. Bütün erkeklerin bunu bir an olsun akıllarından çıkarmamaları lazım. Onları üzen her şey fazlasıyla bizi de üzer. Yıllardır yüreğimizin orta yerine koyduysak, onlarda mutlaka bizleri yüreklerinin orta yerine koymuşlardır. Bazı zamanlarda elimizden geldiği kadar yüklerini hafifletmek hem bizi hem de onları manevi yönden rahatlatacaktır. Hayat bir paylaşım ve yardımlaşma ise bu yükü paylaşarak daha hafifletmek bizlerin elindedir...
..
Kim bilirdi acaba bu rezidans kelimesini bir iki senedir bu reklamlar hayatımıza girmeden önce. Birçok kimsenin de tam manası ile bildiğini zannetmiyorum. Ukalalık edip büyük sitelerde lüks daireye rezidans derler diye bir cevap da verip sizi sallayabilir, geçiştirebilirlerde. Sözlük açıklaması da aynen şöyle rezidansın onu da paylaşalım. ''Rezidans; içinde yaşayanlara hizmet veren, sosyal donatılara sahip, güvenlik imkânları olan, teknoloji açısından üst düzeyde olan ve yüksek kaliteli yapı olarak tanımlanabilir.'' ayrıca şu tanıma da bakmalı. ''Rezidans sözlükte, "oturma, konut, ev, ikametgah, mesken, ikamet, konak" gibi anlamlara karşılık gelmektedir.''
Dilimiz, güzel Türkçemiz bu rezidans kelimesini çok çabuk kabul etti gibi görünüyor. Bakıyorum televizyonlarda ki lüks konut reklamlarını hiç kimse ''kaliteli yapı'' kelimesini ya da ''ikametgâh'' kelimesini kullanmıyor. Sanki rezidans kelimesini kullanınca daha mı çok ev satıyorsunuz?
Artık bu lüks konutlar, diğer bir deyişle rezidanslar sosyete arasında birbirine hava atmak içinde kullanılıyor zaman zaman. Benim rezidansım senin rezidansından daha kaliteli ya da benim rezidansım senin rezidansına elli basar gibi uçuk cümleler. Bizim havuzumuz hem kapalı hem açık. Olsun bizim havuzumuzda olimpik havuz boyutlarında. Başka bir karşılaştırma, bizim saunamız var. Sizin varsa bizim de var saunamız hem de iki tane. İyi tamam saunanız var da ev sahiplerinin hepsi neden yine kilolu. Bizim yürüme bandımız var spor salonunda. Bizim de koşu bandımız var ne yapalım. ''Oğlum koşu bandı ile yürüme bandı aynı şey hızlandırırsan olur sana koşu bandı.
..
Bu gün için fakir ya da orta gelir grubuna sahip bir insan olabilirsiniz. Sade bir yaşam sürüyorsunuz haliyle. Çok lüks evlerde oturmuyorsunuz, çok muhteşem arabalara binemiyorsunuz. Çok da önemli değil çok lüks bir ev de oturmak ve çok fazla gelir sahibi olmak. Namerde muhtaç olmayalım da keşke o da yeter. Bu gün varlık içinde yüzenlerde gün gelip ölecek siz de günü gelince öleceksiniz. Allah'ın mükemmel adaletinin ortaya çıktığı bir alan ölüm. Bakıyorum o televizyonda ki magazin programlarına çıkan ünlülere, onlara zerre kadar imrenmediğim gibi, kendime dua da ediyorum zaman zaman ''Allah'ım bana böyle bir hayat nasip etmedin, bundan sonrada etme asla diye.''
İnsanın elinin emeğini, alnının terini ağız tadı ile yemesi kadar güzel ve insanı mutlu edebilen başka bir şey var mı hayatta? Tiriliyonlarınız olsa ne yazar? Takip etmişsinizdir mutlaka eski zenginlerimizden birinin ölünce cesedini bile çaldılar, adamı mezarda bile rahat bırakmadılar. Ne yapayım öyle zenginliği, öldükten sonra bedenimi de ruhumu da rahat bırakmayacaklar ise...
Bakın çevrenizde bir anda ünlü olanlara, her ne hikmetse çoğu korumasız gezemiyor arkadaşların. Tut bir de onlara maaş ver. Hasmın seni mutlaka öteki tarafa götürmek istese götürür çok zor engellersin bunu. Ha, yolda yürürken yanına sıra dışı adamlar da yaklaşmasın diyorsan eğer, zaten sen halktan kopmuş bir sanatçısın demektir.
Bilmem kimin havuzlu evi varmış. Bana ne ve de size ne. Çok canınız istiyorsa üç kuruş verir bir havuza gidersiniz bir kaç saatliğine. Onlar yetmiş liralık peynir yer, ben de on beş liralık peynir yerim sonuçta ikimizin midesi de beyine aynı doydu sinyallerini göndermiyor mu, ne farkı var?
Bazen belgesellerde rastlıyorum Afrika'da ki kabilelerin üstünde başında hiç bir şey olmayan, bizim yamyam dediğimiz ama bana göre birçok insandan daha insan olan vatandaşlara. En azından yaşamak için yemek zorunda olan yemek için yaşamayan insanlar. Hani derler ya ''Dünya yansa içinde bir tutam otu yanmaz.'' o derece bir hayat sürüyorlar. Her şey doğal yiyip içtikleri ve soludukları hava da dâhil. Soruyorum size şimdi, o atom bombasını yapıp insanlara atarak yüz binlerin ölümüne neden olan devletler ve onları yöneten insanlar Afrika'da ki bu insanlardan daha canavar daha gayri insani değil mi, ne dersiniz?
..
Ayaklarımı sürekli yıkarım. Her gün hem de hiç sektirmeden. Bu neden ile ayaklarım kokmaz. Kokmadığı gibi arkadaşlarımda ''Bırak bu ayaklar koktu be İsmail.'' diye espriyi zor yaparlar bana. Çoğu yapmaz da bazı muzip arkadaşlarım zaman zaman diline getirir yine de bana takılmak için... Bırak bu ayakları koktu İsmail diye laf sokmaya çalışırlar ben de o sokulan laflara hiç takılmam.
Geçenlerde dört çift çorabımı çöpe attım. Parmaklarım özgürlüğüne düşkün herhalde tutup da çorabımdan firar etmeye kalkarken tam hemen yakalıyorum parmaklarımı, kulaklarından tutup yerine sokuyorum derhal... Hadi bir çift at iki çift at, dört çift ne oluyor arkadaşım, boru mu ya! Sonra çift rakam yani ya üç at ya da beş çift at değil mi ama, dört nedir dört?
Kafamda binbir türlü sorular. Kim delik deşik etmiş olabilir ki çoraplarımı? Muhtemelen evi tahta kurular bastı ve çaktırmadan benim çorapların bir kısmını midelerine indirdiler. Her ne kadar Ramazan gelmiş olsa da hepinizin bildiği gibi tahta kurularının oruç ile alakaları yok... Başka bir seçenek duvara çarpmış olabilirim ev de gezerken çoraplarımı diyeceğim ama o da olmaz, çoraplarımı duvara çarpsam ben farkına varmaz mıyım bunun? Dalgının biriyimdir de o kadar değil ...
..
Seyredeniniz de vardır, seyretmeyeninizde magazin programlarını, ben de ara sıra bakıyorum yalan yok, ama sadece gülmek ve kafa yapmak için. İnanın bu programlar beni Kemal Sunal ve Şener Şen filmlerinden daha çok güldürüyor. Giriş aynen şöyle bazısında''flash flash flash bayan sanatçı bilmem kim ile, şarkıcı bilmem kim büyük aşk yaşıyor''Ne büyük aşkı kardeşim, onlar Ferhat'lı Şirin'li, Leyla'lı Mecnun'lu zamanlarda kaldı, şimdikiler para pul ve çıkar ilişkisi. Siz hiçbir sanatçının gariban, sıradan biri ile aşk yaşadığını gördünüz mü?
Yine bakıyorsunuz''Bayan sanatçı filanca mütevazi evinin kapılarını sadece bizim tv'ye açtı''mütevazi dediği ev saray yavrusu, senin benim gibi insanlar, güvenliği geçip de bahçesine bile giremez, on gün önceden yazılı dilekçe vermek lazım. Eve bir bakıyorsunuz her tarafı antika resim ve heykeller ile dolu, duvarda ki o tablonun bir tanesi bir ev satın alır. Garibanlar seyretti mi bu programları ne kadar hüzünleniyorlardır kim bilir? Ben de bu programlara magazin değil de Mag-Hazin demeye karar verdim bundan sonra...
Düzeyli yarışma programlarını bir tarafa koyalım, yine bir sürü şov amaçlı, insana hiç bir katkı sağlamayan fasafiso yarışmalarda var...
Magazin programlarının baş müdavimleri sanatçılar, sporcular, biraz da kendini sanatçı zannedenler. Çoğusu da sansasyonel bir olay yaratacağı zaman kendisi haber veriyor gazetecilere ve basın mensuplarına''Aman ben şu saatte şu gece kulübünde rezillik çıkaracağım gelin beni çekin''diye...
Dünyaca meşhur sanatçı bayanın çocuğu olmuş her ne hikmetse, basın mensupları görüntü almak için sıradalar, ama tabi ki sıraya geçenler bayana binlerce dolar para ödemek zorunda öncesinde. Bir garibanın çocuğunu çekmeye kimse gelmez. Oh ne ala doğumu da bedavaya getiriyor hatun...
..
Para ve maddiyat bu gün için inkâr edilemez bir gerçek ise de geçmişte ve günümüz dünyasında bazı şeylerin maddi karşılığı yoktur, asla ve asla bundan sonra da olmayacaktır. Bunların en başında gelenlerden birisi de vatan sevgisidir. Vatan hiç bir karşılık beklenmeden sevildiği zaman yücelecektir, kendini karşılıksız seven vatandaşları ile birlikte, yoksa nasıl insan canını dişine takıp da cephelerde savaşmaya gider, gider de hem yaralanır, yaraları iyileşmeden tekrar cepheye arkadaşlarının yanına koşar.
Bir ikinci önem ile üzerinde durulması gereken konu kişinin yüreğinin tam ortasında olan Allah sevgisi ve Allah korkusudur. Tek başına sadece sevginin de bir anlamı yoktur. Tek başına korkunun da bir kıymeti olmayacaktır. Allah korkusu ve sevgisi ancak ikisi bir arada bulunduğu zaman değer kazanacak ve bunların ikisine birden sahip olan insanı, yani kulu yüceltecektir. Bazı akıldan yoksunların düşündüğü gibi ''Allah'dan korkulmaz Allah sadece sevilir.'' düşüncesi temelden çürük ve sakat bir düşüncedir ki muhtelif ayetlerde de Kur'an-ı Kerimi layığı ile okuyanlar bilirler Rabbimiz Allah kendinden korkulması gerektiğini biz kullarına bildirmektedir. Rab olan Allah'a bağlılığın ve sevginin de hiç bir maddi karşılığı olmadığı gibi, bize kattığı manevi zenginlik para ile pul ile ölçülebilecek cinsten bir şey değildir...
Sevme duygusu yüce yaratıcımız Allah cc. tarafından biz insanlara bahşedilmiş en büyük güzelliklerden, en büyük nimetlerden birisidir. İnsan ilk önce annesi ile müşerref olduğundan en çok da anneler sevilir yakınlık derecesine göre. Sonra baba ve diğer akrabalar, dede, anneanne, babaanne, dayı, hala, teyze gönlünün bir köşesinde yer eder insanın. Akrabalık bağları da toplumun dirlik ve düzenliği, sağlıklı aileler ve sağlıklı bireyler yetiştirilmesi için üzerinde önemle durulması gereken bir konu, dikkat edilmesi gereken bir husustur. Hepimiz, çoluk çocuğa karıştık, birileri ile kadın veya erkek hayatımızı sevgi saygı çerçevesinde birleştirdik. Doğacak çocuklarımıza kimisi dayı oldu, kimisi teyze ya da enişte amca vs. Ailenin daha geniş ve ileri bir oluşumu olan sülaleler meydana geldi. Bir aile, bir sülale birlik ve beraberlik içinde olduğu zaman toplumda da fazlası ile huzur olur, yoksa akrabalar bile aralarında tatsızlığa ve kargaşaya kapılırlarsa toplumda açılan yaraların da sarılması ve tedavisi kolay olmayacaktır, dikkat etmek lazım.
..
Bir hafta öncesinden başladı gazetelerde yılbaşı gecesinin eğlence programlarının reklamları. Geçenlerde bir gazete de başlık atmış magazin sayfalarında kocaman. ''Yılbaşı Gecesi Nereye Gitmeli? '' Memlekette gözyaşı hâkim şu sıralar. Durmadan şehit haberleri geliyor yurdumun Güneydoğusundan, adamların derdine bak. Bir yere gitmesen ne olur sanki. Sakin sakin ev de geçirsen yılbaşını ve normal bir günmüş gibi de saat 23.00 ya da 24.00 yatı versen olmaz mı? Hiç bir hindinin de canına kast etmesen. Zaten aldığım bilgilere göre hindiler 30 Aralık günü geniş katılımlı bir protesto yürüyüşü düzenleyeceklermiş bu katliama son verin artık diye...
Cihangir'den, Etilere, Kuruçeşme'den, Uludağ'a, Kartalkayaya kadara çeşitli alternatifleri sıralamış magazinci dostlarımız. Tabi buralara Ortadirek diye tabir edilen vatandaşların gitmesine imkân ve ihtimal yok siz de biliyorsunuz ki... Ortadireği yerle bir ettiler zamanında. Onlar, yani anlı şanlı Otadireklerimizin hepsi o gece mecburen divan restoranda ya da sedir restoranda geçirecekler yıl başını, milli içkimiz ayran ile gün gibi aşikar. Canım restoran dediysem anlayın işte evde ki divan ile evde ki sedir. Sobalı evlerde kestane pişer, kaloriferli evlerde de fındık fıstık yenir, olacağı o, daha ne olsun ki? Bir de tombala oynanır işte üç beş kuruş para döner ortada. Eskiden tek kanallı zamanlarda ne heyecanlanırdık, Zeki Müren ya da dansöz Nesrin Topkapı çıkacak diye gece on iki sularında. Günler öncesinden onun hayallerini kuranlar olurdu...
Askerlerimizin birçoğu cephede terör ile mücadele ediyor. Bizler sıcacık evlerimizde televizyon karşısında kuruluyoruz, onlar vatan için, insanlık için patır patır toprağa düşüyor. Hele de evlatları asker olan anne ve babaların, yürekleri pır pır, belki gece uyku da uyuyamıyorlar. Onların hiç derdi değil yılbaşında bir yerlere gitmek ya da ev de televizyon karşısına geçip gece yarılarına kadar televizyon seyretmek.
Çok gariban, çok fakir insanlar var güzel yurdum Türkiye'de. Hiç birimiz acaba onları düşünüyor muyuz? Fakirlerin gariplerin dertleri ile dertlenen var mı az da olsa? Komşusunun hallerini bilen var mı acaba oturduğu apartmanda? Sabahlara kadar şarkı söylemek, kusana kadar yemek yemek, patlayana kadar içki içmek, nedir bu haller? Ne oluyor Allah aşkına bize, bu kadar mı duyarsız ruhsuz insanlar olduk? Her yılbaşı insan bir adım daha ölüme yaklaşıyor. Hiç bunun bilincinde olan vatandaş var mı?
..
Kim İster? İstenilen şeyi şimdi yazdığım zaman, kim istemez ki diyeceksiniz... Kim Milyoner Olmak İster? Evet ne diyorsunuz? Herkes ister mi bunu; sanmıyorum herkes de istemeyebilir. Senelerdir süren aslında güzel de bir yarışma lakin ben o her yarışmacıya sorulan soruya hayli gıcık kapıyor, sinir oluyorum. Hani sunucu diyor ya ''Bu Yarışmaya niye geldiniz? '' Bu kadar saçma sapan bir soru görmedim. Bir insan para ödüllü, hem de bir milyon, yani eski deyişle bir trilyon para ödülü olan bir yarışmaya niye gelir? Allah aşkına güldürmeyin adamı, güldürmeyin insanları bu kadar kendinize, yapmayın lütfen. Emniyette sorguya alırlar ya sanıkları, sonrada tepesinde bir ışık yanar, iki sivil poliste başındadır hani, durmadan soru sorarlar adamı çözmek için, çapraz sorguya alırlar. ''Konuş, isim ver bize kimler ile gerçekleştirdin bu eylemi, patronun kim, o ev de ne yapıyordun? '' Ben biraz buna benzetiyorum, o yarışmada ki ''Buraya neden geldiniz? '' sorusunu. Sunucu karşınızda size dönüyor ''Ahmet Bey konuş niye geldin bu yarışmaya, hadi söyle, işlerin iyi gitmiyor tabi buradan bir şeyler kazanıp işlerinde kullanacaksın değil mi, biz anlarız, yoksa yoksa dur dur, oğlunu evlendireceksin veya arabayı yenileyeceksin, belki de yazlık ev mi alacaktın, hadi itiraf et hadi bilelim buraya niye geldin? '' Uf ya biraz abarttım mı ne? Geldim kardeş, derdim var, verin para, verdin verdin, vermedin, ben de bir dolu yara. ''Sizi tanıdığıma çok sevindim.'' der çeker giderim ya, neyin kafası bu?
Kim Milyoner olmak isterse istesin, benim için çok da bir önemi yok, geçinebileceğim bir para bana yetiyor da artıyor. Esnafız, ayrıca zaman zaman gelirlerimizin azaldığı da oluyor, geçici olarak da olsa, maddi sıkıntılarımız oluyor. Yine de çok şükür namerde muhtaç olmuyoruz, en önemlisi de o değil mi zaten?
Yarışmaya katılmaya hak kazanan adaylara bakıyorum, bir çoğu da eğitimli insanlar. ''Yarışmaya niye katıldınız? '' sorusuna verilen cevaplar bence, en az soru kadar saçma ve manidar.''Selçuk bey sizin ile ne zamandır tanışmak istiyordum, bu güne kısmetmiş, heyooo ne kadar mutluyum.'' Yalanın daniskası. Herhalde Selçuk Beyin kara kaşı kara gözü için gelmediniz. Bir milyon lira ödül koymayın bakayım, kimse müracaat eder mi acaba o çok bilgi dolu, kültür dolu yarışmalara? Daha ne enteresan cevaplar var. ''Burada ekran karşısında bu havayı solumak gerçekten gurur verici, hele de sizin gibi bir ustanın karşısında.'' Bir kuyruklu yalan daha en palavralasından. (Selçuk Beyin Usta olduğu gerçek ama.) Havayı solumak istiyormuş da muş muş, mış mış. İnsanın gözünün içine baka baka yalan söylemeyin.
..
Müzik ile irtibatımız bir türlü ses güzelliğinden olamadı. Bu cümleyi kurduktan sonra karga ve saksağan hatta akbabalar gibi bet ve çirkin bir sesimin olduğunu anlamışsınızdır. Anlayacağınızı biliyordum, şimdiden teşekkür ederim anlayışınıza. Ses kötü olunca hali ile biz de bir müzik aletine yöneldik. Öyle keman gibi, piyano gibi, bağlama gibi bir müzik aleti de değil bu. Mızıka ya da ağız armonikası dedikleri bir alet. Ne yapalım biz de onu sevdik onun ile içli dışlı olduk. Bremen Mızıkacıları ve Kara Kuvvetleri Armoni Mızıkası ile hiç ilgim yoktur onu baştan söyleyeyim de.
Mızıkaya başladığım zamanlardan önce saz çalmayı denedim dımbır dımbırdan öteye bir türlü geçemedim. Bir ara daha tıfıl bebe iken melodika ve akordeon çalayım dedim, onda da garson rakı getir garson şarap getir, yaşa çarlistondan öteye geçit vermedi aletler ve benim yeteneksizliğim. Bir ara gitar çalayım, hatta ders alayım da öğle öğreneyim dedim. Arkadaşın müzik kursuna yazıldım. İki üç ders gittikten sonra adam baktı ben de en ufak bir umut ışığı yok, hatta ’’bu çocuk bunu çalsın ben bıyıklarımı dibinden yolarım.’’ Diye öğretmenin arkamdan ileri geri konuştuğunu duyunca, gitar çalmayı da süresiz tedavülden kaldırdım. Oysaki saz da gitarda özünde ne kadar güzel çalgılardır. Müzik ruhun gıdası ise bu aletlerde ruhun vitaminleri, besinleri oluyorlar haliyle...
Bir gün trompet çalayım dedim. Bizim dayıoğlu yıllar önce ODTÜ’yü kazanmış Ankara’ya okumaya gelmişti. Ders çalışmadığı zamanlarda kendi kendine çalıp hem ruhunu hem de bedenini dinlendiriyormuş. Ben de deneyeyim dedim bir gün aldım elinden aleti ağzıma götürdüm, üflüyorum üflüyorum ses çıkmıyor. Ben üflüyorum makine de tık yok, nefes neredeyse benim arkamdan çıkıyor trompet kuzu gibi dayıoğlunun önüne attım ’’Al oğlum bu aletin bozuk senin götür de tamir ettir.’’ dedim. Dayıoğlu döndü bana ne dese beğenirsiniz. ?’Ona öyle mızıkaya üflediğin gibi üflemeyeceksin çok hafif nefes vermen lazım abi.’’ Dedi. Yok, baba yok bu beni aşar bunu çalmak için başka yerlerden nefes ithalatı yapmamam gerek galiba, aslan mızıkam benim çalarken bana hiç eziyet etmez.
..
Geçen seneki gibi kar yağmazsa bu sene yandığımızın resmidir. Mesleğimiz ayakkabıcılık olduğundan dolayı tabi ki böyle bir cümle kurdum. Kar suyu ve yağmur suyu yemeyen bir ayakkabının bizim satışlarımıza hiç bir faydası yok haliyle. Bir de şu var, kış yerinde ve zamanında yapmadığında kışlığını(Devamında gelen cümleyi es geçiyorum zaten çoğunuz biliyorsunuz.) bahar ve yaz ayları da güzel geçmiyor hem de meyve sebzenin kıtlığını çekiyoruz millet olarak. Ne pastırma yazıymış bu da bitmek bilmiyor bir türlü, gerçi iş yerinde sobamızı, evlerimizde kaloriferlerimizi yaktık yakmasına da yine de yakınıyoruz halimizden az yakıt gittiği halde. Kış kapıda, kış geliyor kış, hazır olun hanımlar beyler. Ha unutmadan ayva bolmuş bu sene, büyüklerimiz sert geçecek kış diyor...
Geçenlerde bu kış günü ev de bir sivrisinek, haliyle sinek sıklet, boş ver aldırma, kafana takma Ahmet diyeceğim ama diyemiyorum işte. Gece bir kızın odasında, bir benim odada. Gece yarısı lambayı yaksan bile onu bulmak o kadar zor ki. Samanlığını içinde belki toplu iğneyi bulursun da onu bulamazsın o derece yani. Yahu sivrisinek kardeşim geldik sonbahara, bak güzel güzel gidiver de almayayım ayağımın altına, sen mevsimleri mi şaşırdın yoksa beş altı ay sonra bekliyorduk seni. Beş altı ay sonrada gelsen yinede başımın üstünde yerin var diye bir cümle kuramayacağım kusura bakma...
Artık kardan adam yapmak da zor, kardan adamların burnuna havuç, gözüne kömür bulmakta zor. Doğalgaz çıkınca haliyle kömür ile çalışan kaloriferlerin hepsi iptal oldu. Eeee! Sebze meyve de ateş pahası. Şimdi bebeler annesine gidip de ''Anne kardan adam yaptık burnuna havuç lazım bir tane havuç verir misin? '' deseler, annelerinden kıçlarına şaplağı yerler. ''Ulan kerata havuç kaç para bu ev nasıl geçiniyor senin haberin var mı? '' diye de azar işitirler üstelik...
Bir de kahvehaneye ve birahaneye takılan vatandaşların hali içler acısı. Gelin kardeşim siz en kısa yoldan bu içkiyi ve sigarayı bırakın, hem cebiniz bayram etsin hem de sağlığınızı kazanın. Bu kış günü sigara içmek için kahve kapısının ve birahane kapısının önlerinde tiril tiril titreme nöbetlerine girmeyin, hasta da oldunuz mu on gün yatarsınız vallahi bu mevsimde, benden sizlere bir dost tavsiyesi...
Ah o sobanın üstünde kestane pişirmenin zevki, ne kadarda özlemişim hem kestanenin tadını hem de sobanın sıcaklığını, ha bir de salep var tabi, yazın pek içilmese de kışın bol bol hem ben içiyorum hem de çoluk çocuğa bolca içiriyorum...
..
Televizyonlarda üç yıldır devam eden yarışma programını birçoğunuz seyrediyorsunuz. Bizim başımızda da bir sürü kabiliyet düşmanı, baştan ayağa her tarafı yetenek arkadaşlarımız oldu bunları azar azar hatırlamaya ne dersiniz?
Başta belediyelerimiz çok yeteneklidir çook. Her sene ya da iki senede bir yolları asfaltlarlar da kimsenin sesi çıkmaz bu duruma. Benim memurum benim işçim de çok yeteneklidir. Asgari ücret ile altı kişilik ailesini geçindirir de gıkı çıkmaz devletine milletine, ayrıca benim öğretmenlerim de çok yeteneklidir, çok az bir maaş ile hem öğrencilere eğitim verirler hem geceleri takside çalışırlar hem de ailelelerini geçindirirler...
Güzel yurdumda şiddetli yağmur yağdığı zaman evlerini su basan vatandaşlarım, evlerini biran önce tahliye etme konusunda çok yeteneklidir. Ayrıca müteahhitlerim ev yaparken eksik demir, çimento,ve kum kullanmakta çok yeteneklidir.
Benim milletvekillerim en yetenekli milletvekilleridir, bir kere meclis genel kurulunda çok güzel uyurlar. Ayrıca çok güzel çiğ köfte yoğurup bir güzel meclis tavanına yapıştırırlar çiğ köftelerinin tadına diyecek yoktur...
Popçularım ve topçularımda dünya çapında ayrı ayrı yeteneklerdir. Saçma sapan şarkı sözü yazmakta üstlerine yoktur kimse ellerine su dökemez. Liglerden emekli olan futbolcularım halı saha maçlarında rakipsiz olarak gol krallığına doğru gitmektedirler.
..
Kuşumuz Uçmaz Kedimiz Kaçmaz Fino Desen Hanım Korkar
Hayvanları seven de var sevmeyende, bendeniz sevenler takımın dahil olduğum için kendimi her zaman bahtiyar hissetmişimdir... Kedi cinsi de köpek cinsi de beni çok seveler, Ahmet ağabey derler de başka bir şey demezler, yok yok onu da demezler de ben uydurdum... Nasıl konuşsun ki kedi köpek biraderler, amaan işte hayvanatlar diyecektim... İnanır mısınız, beni gittiğim banka şubesine kadar takip edip kapıda bekleyen sokak köpeği bile var. Yok vallahi ben demiyorum, cebimde para var gel korumam ol diye, öyle tin tin tin geliyor peşimden...
Eve hayvan alalım mı almayalım mı tartışması bizim çocuklar büyüyünce iyi alevlendi. Kızım ve oğlum köpek de köpek illa diye tutturdular. Bendeniz kedilerden yana kullanıyorum oyumu. Kedi olmazsa kuş da olabilir diye de antiparantez bir düşüncem var... Bizim hanım da ne kedi istiyor ev de ne de it, ay it mi dedim, köpek işte anlayın. Kuşa bir derece, az da olsa sıcak bakıyor onu da kafesten çıkartmamak kaydı ile... Ben de acırım haline kuşun tabiatı ile hapis hayatı yaşayacak kuş kafeste. Arada çıkarmak da lazım, hanım da ''Her yere pisliyor altını da bağlayamayacağımıza göre kafes de kafes illa'' diyor. Ben onun ardı sıra gezer bilumum büyük ve küçük abdestlerini temizlerim Hanım diyorum, oralı olmuyor. Durun canım, durun, daha almadık. Bunlar ev de aramızda geçen tartışmalar sadece birbirimizi üzmeden, kırmadan, dökmeden...
Köpeğin en zor tarafı, her sabah her akşam tuvalet ihtiyacı için dışarı çıkartacaksınız bir kere. Aldık mı baştan benim oğlan ile kız bir hevesle yapar o işi, sonrasında ihale bana ve hanım kalır, arkadaşlarımdan biliyorum, hep böyle oluyor. ''Ama babaaaaaaaaaa dersim vaaaaaaaaar.'' dedi mi çocuklar siz de yelkenleri suya indiriyorsunuz, isterseniz indirmeyin indirtiyorlar... Onlar dersim var dedi mi ben de sinirden kendimi yiyorum ve ''Dersini almış da ediyoooor ezbeeeeeer '' türküsünü mırıldanıyorum istemeye istemeye ya da isteye isteye hiç fark etmiyor. Sonuçta paşa paşa dışarı çıkarıp da gezdiriyoruz kuçu kuçu arkadaşları...
..