Elvis Çiçeği
Saçların dört mevsim ayrı ayrı bir sevda,
gizli bir sır gibi savrulur rüzgârlarda.
Yeni doğmuş bir bebeğin kokusunda
sol yanım huzurla dolar,
can bulur Elvis çiçeğim.
Sen; hiçbir tarihin yazmadığı,
hiç kimselerin bilmediği,
göğe fısıldanmış kocaman bir sır...
Ellerini uzatsan,
yıkılır bütün yarım kalmışlıkların kentleri,
bir bir, sessizce ardı sıra.
Bilirmisin Elvis çiçeğim,
sen kalbimin en gizli emaneti,
gözlerimin en kutsal duasısın.
Bir öpüşünle kalbim duracak,
yer yerinden oynayacak,
göğsümde kıyametler kopacak.
Nasılda güzelsin, Elvis çiçeğim,
nasıl da güzel...
Gözlerinin ışığından,
saçlarının kokusundan,
dudaklarım Kerbela’dan kalma
bir susuzluğu dindirecek gibi.
Bilirmisin...
Sanki uçsuz bucaksız bir bozkırda,
masmavi bir gökyüzünün altında,
yılkı atları gibi
durmadan koşturuyorum sevgimi yüreğimde.
Ahhh Elvis çiçeğim,
sen sol göğsünde büyüyen bir çocuk gibisin,
her gün biraz daha çoğalıyorsun içimde,
her gün biraz daha çok seviyorum seni.
Ben seninle
bütün ibadetleri unuttum,
tanrıları kovdum en kutsal yerimden.
Bir bilsen...
parmaklarım teninde şiirler yazmak istiyor.
Yağmurlar gibi dökülse dizeler,
sırılsıklam oluncaya kadar ıslansak şiirlerde.
Buğulu camların ardında
delice sevişsek,
ellerini bir tutsam Elvis çiçeğim,
ayaklarım koşacakmış gibi
sonsuz gökyüzünde...
Özgen Öz
Kayıt Tarihi : 15.11.2021 13:46:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kimsenin bilmediği bir mahzende, kimsenin görmediği bir yürek atışında saklıydı onun adı: Elvis Çiçeği. Onu ilk gördüğümde, saçları rüzgârla savrulurken dört mevsim birden geçmişti gözlerimin önünden. Bir ilkbahar gibi taze, bir yaz gibi yakıcı, bir sonbahar gibi hüzünlü, bir kış gibi dingindi. Saçlarının kokusu, yeni doğmuş bir bebeğin teni kadar masumdu. O kokuyu içime çektikçe kalbimde bir huzur büyüyor, sanki yeniden doğuyordum. Hiçbir tarihin yazmadığı, hiçbir kitabın anlatmadığı bir sırdı o. Adını söylesem bile, dünyanın bilmeye hakkı yokmuş gibi gelirdi. Çünkü ellerini uzatsa, bütün yarım kalmışlıklar, bütün keder şehirleri yıkılıp gidecekti. Bir gün, gözleri gözlerime değdi. O an anladım: Eğer dudakları dudaklarıma değerse, kalbim dayanamayacak, yer yerinden oynayacaktı. O kadar güzeldi ki… Gözlerinde ışık, saçlarında rüzgâr, teninde şiir saklıydı. Benim için o, Kerbela’dan kalma bir susuzluğun şifasıydı. İçimdeki bütün çölü tek bir bakışıyla yeşertebilirdi. Yüreğimdeki sevgiyi, sonsuz bir bozkırda yılkı atları gibi koşturan oydu. Her gün daha çok büyüyen bir çocuk gibiydi içimde; her gün daha çok, daha derinden seviyordum onu. Onunla birlikte, bütün ibadetleri unuttum. Tanrıları bile kovdum kalbimin en kutsal yerinden. Çünkü bana göre artık en kutsal olan, onun varlığıydı. Bir gece, yağmurlar paldır küldür yağarken, parmaklarımın teninde şiirler yazmak istediğini hissettim. Yağmurun altında değil, şiirlerin altında ıslanmak istedim onunla. Buğulu bir camın ardında, delice sevişmek, ellerini tutup sonsuz gökyüzüne birlikte koşmak istedim. Ve o an, kalbimin derinliklerinde yankılandı bir fısıltı: “Sen benim Elvis Çiçeğimsin… Dünyanın görmediği, tarihin yazmadığı en büyük sır.”
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!