Ekim şarkısını söyleyip geçerken

Ayhan Sarıoğlu
102

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Ekim şarkısını söyleyip geçerken

'' Kâğıda dokunan kalem kibritten daha fazla yangın çıkarır,,

Eylül’den çıkıp,
Ekim şarkısını söyleyip geçerken

Ve geç kalınmış bir mevsimden Eylül’e
Hiç anlamadığın bir öykümüydü sana anlatmak istediğim,
Güneş batarken kuraklığı erit gözlerimden,
Düşlerimi karanlığa batıran Eylül…

Dilimde devrik cümle sürgünlerinin tortusuyla çıkmıştım yola
Ters çevrilmiş bir zamanın başıbozukluğundan
Derin girdaplara sarkıttın düşlerimi
Ve baş aşağı kaldı o girdaplarla bezeli yarasa hüznüm

Zehir harflerin uğultusunda dok(u) nduğun perdeyi kaldır gözlerimden,
Adına rüzgârlarımı eskittiğim mevsimden
Seyir limanlarını arıyor umut yüklü bulutlarım
Kendine dizelerden bir mısra seç
Ve demirlediğin koylardan bir şeyler yak bu sızılı yağmura…

İçimde sızlayan martılarım var
Ateşi, ateşle söndüren ve siyah bir çizikle kâğıt hayallerin buluştuğu,
İklimlere ağlayan çocukluğumdan,
Bir şeyler yak, bir mısra eskit karabasan dehlizlerime
Her sabah ateşlerle uyandığım
Yokluk sanrısı ellerimden kırılıp dökülen
Mevsim normallerinde zorlandığım göçü reddederek
Akşamın yüz çizgilerine sığmayan isyanlarda
Ölümüne kaldığım bu macerada yitip giden o kızıl çizgiden
Bozgun sonrası burgaç var yüreğimde
Tepeden inme ihanet fısıltılarından
Geride kalan safların dağınıklığı arsında…

Ve Eylül’ün kayan kalbinden bir çocuk düştü umudun ellerine
Atmosferin mavisi, iğfaliydi, varlığının sebebi
Beki de sayfaları kendinden karanlık uzunca bir kitabın
Ön(s) ünde saklıydı özgeçmişi,
Ruhunu tutkuyla bileyen ya(s) aklarla
Bir kahramanın son dakikada attığı tirand havasında
Sonrası bir sevda sancısı yokluk boşluğu
İçinde kül ve duman barındıran bir hayalet silueti…

Kırılmışsın bebek, kırık doğmuşsun belki de,
Annen seni gördüğünde bir benzeriyle bütünleşme güdüsünün ötesinde
Sezer yen kelepçeler takmış bileklerine
Ve kırıkların alçısız kaynamış
Kendine dönük ayarı bozuk devinimlerle açmışsın gözlerini,
Uçuk tümcelerle telaffuz ettiğin, yağmura yakalanmış seslerle sarılı kundağın da
Kan‘dı belki de…
Ve konuştun sonunda giderek küçük bir yanılsama girdabı kurarak kendince…
Olmadık bir hecenin çıkıp da elinin tersiyle
Y(i) tiveceği kaygısı kıpırdandı içinde
Emeklediğin yerler, bir kuşun tüneği kuru bir dal parçasıydı
Yarım kalmış renklerle kendini tamamlama kaygısıyla,
Kuru dallara uçuşan rengârenk çaputlara dönüşecekti yaşadıkların,
Dilektir diye bağlanan umutlardan.
Karartma zamanlarına ait firarların mührü sökülürken kapılardan,
Kanlısını kovalayan bir öc günü beklemeli…

Ve iç çekilen yaşam biraz daha sıkarken boyunlarda ki ilmiği,
Kesişecekti oyunumuz seninle bebek
Henüz keşfedilmemiş kıyılarında sonsuzluğun,
Yeniden başlangıçlarda doğururken kendimizi,
Yalnızlık sonrası seraplar çizerken (s) özün resmini…
Son kelaynaklar yenik düşerler kalplerine,
Beyin kanamalarıyla sessiz bir yolculukta
Ben düşün tutsağıydım, sen suskunluğun esiri,
Ve esrik anılarımızın kesiştiği saatlerdi
Tanımsız gözlerle tükettik hiçliği,
Katran sıkıntısı bir bekleyiş ve zihinler boğulmanın eşiğinde…

Yavaşça erimeye başladı, şehir silkinirken kayıp taşlara kazınmış mührü sessizliğin
Bir karnaval ağzının ateşten dişleri arasından çıkarak yürüdük
Sessizliğin ateşinde bir kibrit çakımı
Umudun nemli sokaklarından döne kıvrıla,
Asırlar büyüttük hat boylarında
Yalnızlığın beceri cephesizliklerimizle
Kendimize bir ad koyarak bu itiş kakış ordusunda
Kül ve dumanlar arasından

Sıkıcı bir uzaklığın yasak dayanışmanın karanfilleriydik,
Tanımsız kalmış bir nesne imi bulamazken kendimize
Yitik özlemin yörüngesinde yeşeren adsız bir nesnenin
(S) ağırlığı umarsızca yokluyordu yüreklerimizi
Adımların telâşında saklanış,
Hüznümün bıçak sesleri gözlerimde çentikler açıyordu
Kıyıları her gece med cezirlere uğrayan
Küçük bir adanın soyu tükenmiş kuşları kanat çırpar yüzümde…

Yollar karanlıkla taranırken her dönemeç bir soru imini, bir ünlemi fosforlu yordu,
Kalbe saplı kara saplı bıçakların gölgesinde
Tiz bir çığlığı yeniden naraya dönüştürerek
Öfkemizle adımlar derleyip, serpilirken caddelere…
Kar kokusunda sevilmenin inancıyla,
Attığımız her adımda kendimize (t) uzaklaşırken,
Zaman kavisinde kelepçelenmiş ellerimiz el ele veriyordu,
Duman çukurlarında bağlılığımızın bedelini öderken,
Mahkum değildik ki biz, hükümsüzdük…
Zamanın önünde savrulmuş rakamlar
Saatin kadavralarına asılı kalmış öyküleri (s) aklama çabası içindeydi
Akrep ve yelkovanların sabit bir pusula gibi sadece kuzey ve güneye eğilimli toprağımda
(Y) amaçların çetrefili bir süreç bin bir çeşit litürel saçıyor
Bencillik oyunu da tükeniyor olmalıydı gözbebeklerinden yaşamın
Kapının arkası şiiri sonun başlangıcı, bilmediğim bir yerlerde kayıtlı
Her defasında eflâtun bir çırpınma çığlığı…

Vedalar da yitiriyor artık varlık sebebini,
Gökyüzünün rengi hiç bu kadar siyak olmamıştı
Araf’ın sularından kurtulmaksa bedel,
Koşar adım geliyoruz sana yalnızlık,
Ve ben parçalarını söktüğümde üzerimden
Geriye bir avuç gün- ah kalır…

Boş ver bebek haydi biraz gülümse, yok başka cehennem,
‘’çünkü yaşamak sırası sende,,
Ve ben mavisini unutan bir ırmak suretiyle tekrar döndüm denize,
Öyle ise kumsalında dolaştığım ölüm,
Sen hangi çığlıkla çıkarsan çık karşıma,
Sana yönlendirilmiş ıssız bir yaşam tortusundan söz etmeyeceğim,
Tek sözcük, ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, hoş geldin!
Ölüm yalaka karası gecenin inadına, yaşlılığımıza inat,
İçimizde tutkuların yandığı o delikanlı düşlerden
Işıltılı yıldızlar beklemektir gözbebeklerimizde
Her ölüm henüz erkendir derken,
Resmedilen bir yaşam öyküsünden…

Ayhan Sarıoğlu

1 - 7 - 2007

Ayhan Sarıoğlu
Kayıt Tarihi : 24.6.2009 22:27:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ayhan Sarıoğlu