Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla
Bir yerde kıstırıp yamalayacağım sana
Ha gayret, dost bolluğu zaten uçuşuyor ağızlarda
Konuşmayı biz de başaracağız daha korkma
Düzmecelerde merakımı bol bağışlayın da
Bol meraklıyım elhamdülillah bereket düştü çabama...
Sürtüşmeler deneniyor deyince geliyor nedense aklıma...
Uzaklaştırmayı başarmak yerine uzaklaşmayı anlamanın
Hayrını yorumluyorum satır satır...
Bilgilerdir, bilgilenmektir insanı korkuya esir etmeyen
Endişe kazanını kesinlikle kaynattırmayan...
her yazılan, yazdırtıyor olduğuna ne güzel anlamlar bunlar... yaşamın gerçeğinde sorunlar, hastalıklar, rahatlıklar, kişi olarak karşılaşılan, toplum olarak kaçınılmazlıklar, millet olarak birliğe bütünleşmenin engelleri aşılmak için gereklilikler olarak, hatta bir kişinin bir yanını, bir olay yaratıcılık hevesinin varlığını tek tek uzmanlıklar da çalışıyor olduğuyla, bunlardan birini alıp çalışmaya her tek bireyin kendince duygularına bir bütünsel gözüyle bakmadan önce, biraz kendince haliyle düşüncelerinde emeklemeyi yargılamak aceleliğine kalkışmak, bir taraftan üzecek elbette, diğer taraftan bu üzüntü rengiyle beliren durumu, sağduyuya çalışabilme gerekliği yaratıyor olduğuyla, doğru bir yöne yönlendirebilme emeği de verilecektir sanıyorum...
ama bunlar süreç istiyor gibi bir saygısı da olabilirse, ancak o zaman bir diyalog mantığına şans da tanınmış olabilecektir... bu süreç önemi ama, merak başkalarını da sarmadan daha;
bir taraftan, 'işin yoksa düşün yine' gibi bir halini doğacaktır, örneğin ABD veya Avrupa diye düşünürken ister istemez şöyle geçiyor aklımdan; sahi, düşün yineleri diye bir müze olsa da, orada sergilenebilseler... :))
öyle ya... tarih yazılacakmış, akrobatlıklarla, teknolojinin gücü, atom gücü... birazcık gülecektim sözde... hani deniliyormuş ya, aman Türkler de büyütüyor canım, gibisinden... bak, haklıyım işte gibisinden hani, diyebilsinler diye... hoş, sadece bu dert dışarıdan geliyor olsa, ya akıllıyım diye geçinmenin sivrisinekliği, bir yerde bir laf üretip, ille de şuna yamalayayım gibisinde verili emekler... bir de içimizde bu düzelse... her şeyden anlıyorum havasına bürünen haller hani...
oysa, anladığım şeyler öğrendiğimdir, anlayamadıklarımla ilgilenen mesleklerde uzmanlıklar da var daha diyebilsek örneğin, her uzmanlıktan sunulan diyelim ki bir tek konusunu ele alarak, çünkü hepsini anlamak, o meslekte öğrenci olmadığımızı düşünerek belki, 'ben bu konu hakkında şimdilik bu kadarını anlayabiliyorum' demek varken, ben de okudum, aynı şeyleri mi okuduk acaba gibi horozlanmaları bırakabilmeyi de öğrenmiş olmaktan acizliği sergilemiyor mu?
diğer taraftan, anladığım şeyler şimdiye kadar ancak öğrendiğimdir, bugünden sonrasına daha da öğrenmeye merakımı tökezletmemek için, hâlâ ilgileniyor olmanın o değer bilincine saygı duymak varken, bugüne kadar anlamadıysan bugünden sonra daha zorlama kendini gibi ibibik ötüşmeleri, bir mahalle olgusunu dahi sergilemekte bir acizlik denilmez mi buna?
oysa, bir çalışma alanı, bir vatan gibi kocaman bir asilliği konuşabilmeye yürekleri şiir koklatıyoruz, koklayarak, anlayarak, anlayamadıklarımızı heceleyerek, o anlayış mertebesine hazırlanabilmeye emeklemeyi takdir etme yerine, zaman bilincini değerlendirebilmeye (internet) siteler, kütüphaneler kocaman bir asilliği sunuyorken, beni ne ile meşgul edebileceksin, buna ne kadar hak tanırım sana hem, düşüncelerini olur olmaz bir sefillikte kullanma edepsizliği ulaşılmaya değerlikler olabilir mi hiç? Bu hakkı sefillikle değil, bir olguyu güçlendirebilmek, olumsuzluğu düşünebilmeye davet olanağı olarak kullanmaya denenecek aracılardır diye de bir bakış açısına saygı duyabilmek Türklük faziletleridir...
Yüce Türk Milleti, bugün oluşanları sabırla beklemeyi bilenlerdir yücelikleri olarak... Vasıflarıdır dikkati kontrol altında tutabilmek...
Dikkat, sevgiyi taşıyabilmeye nadide özelliktir ve ulvi değer... diye bu bir çalışmam 'Yüce Türk Milleti Bağrına Taş Basmayı Bilir... / düz yazı' başlığıyla, yurtdışında yaşarken Türk varlığımızı terleten durumlardı...
Vatan uğruna kanlar dökülmüş, ben ter de mi dökmeyi beceremeyeceğim duygu ve özenleridir...
Vatan aşktır...
Vatan, kişiliği geliştirmeye güvendir...
Vatan, Millet yüceliğidir...
Vatan düşünce hakkına bağımsızlık hakkını tanımaya güvencedir...
Millet, halk birlikleriyle bütünlüktür...
Vatan, bir bütünlüğün bölünmezliğidir...
Vatan ben'liğin tımarı, Aşk ben'liği tımar edendir...
Vatan toprağı, sınırı, bayrağı, ordusu, milletiyle sağolsun!
Kişilik ve benliğimi kendi ayaklarımla çiğner, çiğnetmem kimseye!
Canımı, gönlümü, yüreğimi vatanıma feda etmeye koruyacağım!
Yorduramam bilinçsizlik sefilliğine! ......
Her olur olmazlığı söylettirmeyecek kadar bir güven saygısına alıştırmaktır, edepsizlerin terörlüğünü güvence altına alabilmek için düşünülmesi kaçınılmaz olacak ulvi değer... Millet yükselerek adım adım onur adımlarında yücelecektir... Kişi, özünde aşk taşımaya yüreklendirilmelidir...
Türkün doğuşudur düşünmek
Ne Mutlu Türküm Diyene! öz sözüm anlayışında
...............nadide azizliktir bu kıymet değeri
sizlerle, hepinizle düşünmek, düşünmeyi anlayabilmek, düşünmeye gelişebilmek, sadece kişi olarak değil, sizlerle düşüncelerde de tanışabilmek bana büyük bir onur değeridir bu sadelik...
Mayıs 2007...... seçimler yaklaşıyor....
bir güzellik daha var, bu da ‘gönülden gönüle’ grup ile ilgili... bir grubun bütün üyeleri yöneticidir... kutluyorum bu düşünceyi... yönetici üye diyalogu değil burada oluşacak olan, yöneticiden yöneticiye selamlaşıyoruz... acaba vatan, antoloji.com bazında ne olmalıyız dedirtir diye düşündüğümü de esirgemeyeceğim...
Türkçe’m gibi bedensel rahatsızlığım da kısıtlıyor, bu bir gerçek, evet... ama yaşam izlerimdeki ilgi, duyarlık, istek ve heyecanım var Bu beni mutlu ediyor diyebilmek ne güzel duygu... bir gerçek daha var ki, bu sorunlarla ne kadar gerçekçi düşünülebilirse, o kadar az enerji harcayarak, sorunlar organize edilebilir... bu amaçla bir önceki yazımı bir başka açılımla değerlendirmeyi örnekliyorum... rahatsızlığım hareket olanağımı kısıtlıyor... Türkçe’mi biraz artırmaya olanaksızlık ise, çocukluğumdan beri yurtdışında yaşıyor olarak, yaşamın da kimi emekleri istediği için, Türkçe’me yoğunlaşamamış olmamdır belki... ama şimdi bol bol vaktim var, emekli olmanın güzelliği diyorum buna... ancak;
anlayış, rahatsız edici unsurlar için düşünülüyordu diye bir değerlendirme ile yazdığımı veya her yazılanı anlıyor olmak, anlayamıyor olmak konumu ve anlamında, varsayalım, ‘anlayış göstermek istiyorum’ diyebilmek kolayca sorulmuş bir düzensizlik olduğuyla, yanıtlayabilmesi de bir o kadar çaba, dolu emek istettiriyor, ki bu durumda, anlayışı kim kime sunuyor olduğunu da çıplak bırakıyor... ufak bir örnek olarak; konuları anlamak, biraz başka bakış açıları ile değerlendirmeyi gerektirir elbette... hani konu olmuştur sık sık öğrencilik yıllarımızda da, bir kitabı on kişi okusun, sonra düşüncelerinizi yazın diye... ne olmuştu malum... hatırlıyorsunuzdur belki sizler de...
ama anladığım kadarıyla daha da ilerlemeye, azmi yormadan devam etmeye de aynı zamanda heves kaynağıdır... hem sonra doğal olarak, anlamadığımızı bir süre, gelişebilinceye kadar, atlayabiliriz... ille de o şöyleydi demeye özen ise rahatsızlık unsuru olmaya yüz tutar, pencereleri gün ve gün kapattırır... ‘güneş girmeyen odaya hekim girmez’e kadar ilerleyebilir hatta...
yazılanın anlaşılamıyor olduğu diye örneğin, hekimlerin, hukukun, teknolojinin, her edebiyatın –şiir, roman, hikaye, haber bülteni, kültür veya sanat haberi, sunumu vs.- kendine özgü lisanı da eğitim sürecinde gelişir... her konuda her şeyi bilmek belki hoştur... herkes ve hepimiz her şeyi biliyoruz demeye ben cüret edemiyorum...ama insanların çok azına bu nasip olmuştur, doğru... keşke onlardan biri olabilseydim diye hayranlık duyuyorum elbette o ‘dahi’ yeteneklere...
rahatsızlığım, orta ve iç kulaktan kaynaklı bir denge sarsıntısı … ara sıra sarhoşluktan da yazarım... çok ağır bir baş dönmesi yarattığı için, o hallere benziyor tamamen... oldukça da yavaş hareketliyim, çabuk yoruluyorum... buna anlayışı ve yardımı alabiliyorum çevremde... dilerim şu türden bir merak azalır; rahatsızlıklara katlananlarımız çok, bir de herkesin merakını dindirmeye zorlandırılırlarsa, ne çok yorgunluk artıları doğar... en azından, unutabilmesi, biraz düşüncesini dağıtabilmesi hiç mümkün mü bununla? Her önüne gelenin sormaya merakını yenmesini diliyor her özürlü, elbette…sadece bir hatırlatma olarak, madem konu açıldı, biraz da bilgilenmiş oluyoruz... sevindim elbette bu konuyu dile alabilmeye... bu konuyu bir de aşağıdaki örnek ile değerlendiriyorum...
……………kimi şiir sayfamdaki çalışmalarımla örneğin, acaba bu şiir mi oluyor, düz yazı mı, merakımı bağışlayın diye sorulabilir..... iyi bir okuyucu musunuz diye bir karşıt soru hem ayıp hem cahillik olurdu... iyi bir öğrenci olup olmadığımı, öğrencilik yıllarıma dayanarak, bilirdim, derslerden aldığım notlarım açıklamaya güvencem olabilecekti... gelecekte dilerim bu notlama kaldırılacaktır... zira, not almak için öğrenmek yerine, okuduğumu öğrenmeye yoğunlaşmayı, yönlenmeyi tercih ederdim... sanırım, Avrupa’da da, pilot okullarda deneniyor bu amaçlı bir hazırlık programı içeriğinde...
ve yine bu tür soru ister istemez; amacı düşündürüyor... kapasitesi ne olabilir diye ayrıcalıklı bir özene zorlandırıyor olgusunu düşündürüyor... bu düşünce çerçevesine sığdırılmaya mahkum olmuş bir açıklama hüznünü tattırıyor... örneğin şöyle düşünmüş olabilirim:
şiir sofrasının bu zenginliğine madem aranızdayım, hiç olmazsa fikirlerimi bir teşekkürüm olarak, emeklere sevgim, coşkum, heyecanım olarak sunuyor olabileyim emeğidir belki... hayatı sayfamda çalışma olarak ‘kendimce’ diye dikkatlere yardımcı olabilmeyi elbette sundum... nerede olursam olayım, nerede olacaksam olayım, önceden ‘oraya’ hazırlanmış olmalıyım... zorlandırmayı, meraka ötelemeyi en aza indirgemiş olmakla, değer ve dikkatleri en azami kullanabilme hakkını yaratmış oluyorum böylece... buna da basit bir örnekleme olarak, hani davet edilince, insan eline bir çiçek alıyor ya uzatabilmeye... öyle bir şey işte bu çalışmalarımdan çoğu... bazıları bir kaç dizi halinde, örneğin, grup veya dernek çalışmalarımdan anlayabilmiş olduğum düşüncelerimdi... bazen de gruplar oluşmuş oluyor ve üye olmaya davet ediliyordum... gitmeden önce buna bir emeğim olmalı diye çalışmıştım... ama emin olun ki, çalışkan bir öğrenciyim, zaten hep öyleydim, şiiri, aşkı ben de dile alabileceğim yontmaya, doya doya hem de...
siz ne yapabilirsiniz bununla? ...bilmem... aklınıza belki bir şiir derlemeye kıvılcım sunabilir... bütün çalışmalar, kitap, şiir, yazı, dergi vs. okumaya sunulduğundan itibaren, artık yazıyı hazırlayan, derleyen sahibi değildir, okur bu yazının sahibi olur, kendine yontarak, düşüncelerine zenginleşerek... ben örneğin, bu çalışmalarımı ileride bir daha derleyeceğim, çünkü şiir veya düz yazı olarak daha değerlendirilmeye olanaklı içeriğiyle, diyerek noktalayabilirim... okuma isteği varsa gerçekten, değerlendirme olanakları da yaratabilir insan kendine... ama her gün hep aynı okuma gücüne sahibim demek de çok eğitim istiyor, olağanüstü bir disiplin, spor, jimnastik egzersizleri gibi süreklilik, düzen istiyor insandan... elbette başarılamıyor... hem her konuya ilgi duymalıyım diye bir duygu da besleyemez insan... herkesin sevdiği bir alan olur, bir an olur; sevgi, mizahi, roman, hikaye, dokuman, mensur, mektup, anı, aşk, sosyal, divan edebiyatı, toplumsal, taşlama, ağırlıklı vs. gibi... hepsine de ilgi duyuyorum denilemiyor, çünkü ilgi duyduğuna yoğunlaşıyor insan doğal olarak, diğerleri ilgi alanlarına yakınlık olarak daha nadir okunuyor... doğaldır da...
Sevinç KavukKayıt Tarihi : 7.5.2007 14:47:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
yine güzeldi...
TÜM YORUMLAR (2)